Yeni Asya’ya konuşan eski savcı Gültekin Avcı’ya göre Ergenekon dâvâsı üç tehlikeyle karşı karşıya: 1. Asker baskısı, 2. Atatürkçü ideolojinin baskısı, 3. Yargıtay aşamasında Şemdinli gibi olma ihtimali.
ŞEMDİNLİ GİBİ KURBAN EDİLEBİLİR
—Dünden Devam—
Yeni Genelkurmay başkanının Kandıra Cezaevindeki tutuklu generallere askerî bir yetkiliyi ziyarete göndermesini nasıl yorumluyorsunuz?
Bu ziyaret Ergenekon soruşturmasına yapılan en büyük zararlardan birisidir. Hangi savcı olursa olsun bu ziyaretten sonra şöyle düşünecektir: Genelkurmay tarafını belli etti. Demek ki soruşturmaya karşı. Burada anlaşılan tek husus budur. Siz ömür boyu ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yargılanan insanları kurumsal olarak TSK adına ziyaret ettiriyorsunuz. Bu Ergenekon soruşturmasına kılıç çekmektir. Başka tevili yok bunun. İçerideki generaller de ‘Demek ki genelkurmay bizim yanımızda’ şeklinde moral buldular. Hiçbir genelkurmay başkanının böyle bir basiretsizliğe ve ferasetsizliğe düşmemesi lâzımdı. Açıklamanın son cümlesinde de diyor ki hiç kimse TSK‘nın adalete olan saygısından kimse şüphe duymamalıdır. Böyle bir şey olmaz ki. Zaten ülkede Genelkurmayın ağırlığı belli. Bu ziyaret yargıya büyük bir gölgedir aslında. Bu ziyaretin kabulü mümkün değildir. Çok yanlış olmuştur. Adalete ve milletimizin ulvî duygularına ciddî zararlar vermiştir.
Kitaplarınızda Ergenekon konusunda karışık yapılardan ve ittifaklardan söz ediyorsunuz. Biraz açar mısınız?
Bu tür derin yapılanmalarda Türk, Kürt, Alevi, Çerkez veya Yahudi çeşnilik her zaman bulunabilir. Sağ ve sol kanat ikisi de bu tür yapılanmalarda vardır. Abdullah Çatlı Fransa’da uyuşturucudan tutuklandığında, iyi bir ülkücü olmasına rağmen, kendisine yardım için 12 Mart döneminin önemli solcu liderlerinden olan Sarp Kuray’ı arıyor. Neticede hepsi aynı mekanizma içerisindeler. Nasıl ki, JİTEM’in içerisinde birçok PKK itirafçısı olduğu gibi. Bunlar bütün unsurları kullanıyorlar. Meselâ yine Bülent Orakoğlu’nun anlattıklarına göre Hüseyin Velioğlu için—malûm Hizbullah’ın lideri— Adana Asayiş Bölge Komutanının yanındaydı diyor. Bir müddet bunlar bölgesel aktör olarak kullanılıyor. İşi bitince de tasfiye ediliyor. PKK-Ergenekon bağlantıları da aynı şekilde. Tüm deliller gösteriyor ki PKK da Ergenekon açısından kullanılması gereken bir aktör ve zaman zaman da kullanılıyor. Güneydoğudaki mevcut halin bu şekilde devam ettirilmesi isteniyorsa elbette bazı kişiler terör örgütleriyle entegrasyona gireceklerdir. Girmişlerdir de. Bir teknik dinlemede Özel Kuvvetler Komutanlığından birisinin Öcalan’ın avukatıyla görüşmesi sözkonu. Dolayısıyla bu tür yapılanmalar kendi emellerine hizmet ettiği sürece PKK olsun, Hizbullah olsun her türlü örgütle irtibatları vardır. Amerikan karşıtıymış gibi davranırlar, ama zamanı gelince beraber olmaktan çekinmezler. Anti Amerikancılık görüntüsü altında ciddî bir Amerikancılıkta söz konusu. İşte Mustafa Balbay’ın Amerikan büyükelçisiyle yemekte birlikte oluşu. Demek ki Amerika ile de irtibatları kesik değil. İtalya’da da Gladyo, NATO ve Amerika yanlısıydı Roza de İventi ise anti Amerikancıydı. Türkiye’de de aslında Ergenekon hepsini temsil etmiyor. Ergenekon da var onun yanında başka ekipler de var. Önemli olan bu yapılanmaları üreten düşünceyi ve çekirdeği ortadan kaldırmak. Aslında biz sineklerle uğraşıyoruz. Bu zamana kadar bunlarla uğraşmaya da cesaret edemedik. İlk defa sineklerle uğraşmaya cesaret ettik. Ama önemli olan bataklıkla uğraşmak. Bu bataklığın menbaı da eğer Silâhlı Kuvvetlerin kendisindeyse muhakkak surette kurutulması gerekiyor ki millet de rahat nefes alsın. Devlet milletin olsun. Devlet ve millet birbirine düşman hale gelmesin. Bunların yaptığı devleti kutsamak tamamen. Milleti reddetmek.
Gültekin Bey JİTEM’i sormak istiyorum. Bu yapılanmanın içerisinde kullanılmış mıdır?
Elbette. Halen de kullanılmaktadır. Şemdinli’de gördüğümüz neydi? Orada kimleri gördük? JİTEM’i gördük. Veli Küçük duruşmada diyor ki ’JİTEM yok. Jandarma istihbarat gruplar komutanlığı var.’ Doğru, aslında. JİTEM diye birim de var. Çünkü kimlik çıktı ortaya. JİTEM olmasa bile bu İstihbarat Gruplar Komutanlığı içerisinde illegal millet karşıtı tetikçi kontrolden çıkmış bir grup var mı? Var. Bunun adına sen İstihbarat Gruplar Komutanlığı diyorsun halk da JİTEM diyor. İki taraf da aynı şeye işaret ediyor. Neticede JİTEM Ergenekon yapılanması içerisinde faaliyet gösteren bir yapı, o da. 28 Şubat süreci de bir tane yapı deşifre edilebildi biliyorsunuz. Batı Çalışma Grubu. Çok yakın zamanda Cumhuriyet Çalışma Grubu da deşifre edildi. Peki Hava Kuvvetlerinde, Kara Kuvvetlerinde neler var? Bunları biliyor musunuz? Hâlâ çalışma grupları yok mu? Var. Kara Kuvvetlerinde Doğu Çalışma Grubu vardı meselâ. Çok fazla deşifre olmadı. Hava kuvvetlerinde yine çalışma grubu var. Sadece Deniz Kuvvetleri uhdesinde oluşturulan bir çalışma grubu bu millete kan ağlattı. Yetti yani o. Çalışma grubu olarak. Tüm kuvvet komutanlıklarında var bu.
Bunlara izin veriliyor? Niçin kontrol edilemiyor? Bunlara niye ihtiyaç duyuyorlar?
Yönetmek ve güç kolay vazgeçilemeyecek bir sevdadır. Siz saltanatta 40 yıl oturduktan sonra birileri sizi saltanattan indirmeye kalktığı zaman siz de kılıç çekersiniz. Çünkü TSK bana göre Türkiye’deki en siyasî kuruluştur. Siyasî partiler de dahil olmak üzere siyasî etkisi ve faaliyeti en yüksek kuruluştur. En siyasallaşmış yapıdır. Türkiye’de siyasetteki en belirleyici aktör hâlâ Silâhlı Kuvvetlerdir. 1960 yılında siz kışladan çıkıyorsunuz ve yaklaşık 50 yıldır siyaset yapıyorsunuz. Siyaseti belirliyorsunuz. Siyasî liderleri kontrol etmeye çalışıyorsunuz. Zaman geliyor Avrupa Birliği standartları diyerek birileri sizi tekrar kışlaya döndürmeye çalışıyor. Siz de dönmek istemiyorsunuz tabiî. Kazandığı o imtiyazlı statüyü, konumu asla kaybetmek istemiyorlar. Milleti kontrol edebilmek için de bu yapılanmaları, Çalışma Gruplarını kuruyorlar ki bu yapı istedikleri gibi devam etsin. Kendi adlarına kendi çalışma şekillerine uygun olarak da rejimi istedikleri çizgide tutabilmek için bu yapıları kuruyorlar. Laiklik meselâ dünyadaki gibi evrensel bir laiklik anlayışı içinde değil de Türkiye’deki gibi biz bize benzeriz anlayışıyla garip seküler dışlayıcı bir laiklik olarak kalsın. Bu şekildeki bir anlayışın bekçiliğini yapıyorlar. Ama gerçek laiklik Türkiye’de tatbik edilse; gerek mütedeyyin kesim, gerek diğer kesimler yani herkes memnun olur. Ordumuz asker evlâtlarımız her zaman bizin en kıymetli ocağımız. Bizim tenkidimiz Genelkurmay, yani bürokrasiye yönelik. Genelkurmay yönetici bir zümredir. Tenkide açık olmak zorundadır. Bugün bir generali başarılı bulmazsanız bir gecede değiştirir yerine yenisini getirirsiniz. Böyle olmalı. Nasıl ki İspanya’da bayan savunma bakanı genelkurmay başkanı dahil bir gecede bütün komuta kademesini değiştirdi. Ne oldu şimdi İspanya ordusu yıprandı mı? İspanya bir savaşa girse savaşmayacaklar mı? Yani Türkiye’de de Genelkurmay Başkanı bir gecede değişebilmeli. Bu noktada ordunun kendine has teamülleri olamaz. Demokrasilerde kurumların kendine has teamülleri olmaz. Seçilen lider nasıl bir gecede Emniyet Genel Müdürünü değiştirebiliyorsa Genelkurmay Başkanını da değiştirebilmeli. Kuvvet Komutanlarını atayabilmeli. Türkiye’de başbakanlar ve cumhurbaşkanları Genelkurmay üzerinde hiçbir nüfuz ve yetkiye sahip değiller. Hele özel kuvvetler komutanlığının çalışmalarını yıllardır hiç bilmezler. Askerî istihbarat ne iş yapar? Neleri takip eder? Nasıl çalışır hiç bilmezler ki derin bir istihbarat yelpazesi var askerin. Kara, deniz, hava, jandarma istihbarat daire başkanlıkları bunların hepsi dev bir istihbarat yelpazesi.
Genelkurmay dünyaya mahcup olmama kaygısıyla Avrupa Birliği taraftarı gözükse de hakikatte taraftar değil. Çünkü oraya entegre olmak orduyu kışlaya kapatacaktır. Bu açık. Avrupa Birliği süreci önemli. DGM’lerden askerî hakimleri çıkarabilecek bir babayiğit var mıydı? Siyasî liderler de dahil yoktu. Avrupa Birliği sert bir şekilde ‘Böyle bir mahkeme olmaz’ dedi. Türkiye bunu yapmak zorunda kaldı. AKP'nin siyasî iktidarın arkasında Avrupa Birliği gibi bir rüzgâr da var. Bunun avantajını da kullanması lâzım. Ama çok ilginç bir duraksama var.
Kapatma dâvâsıyla Avrupa Birliği meselesinde AKP’nin hızını kestiler mi?
Aslında kapatma dâvâsı Avrupa Birliği hızını kesmemesi lâzım, ama gerçekte AKP kapatılmadı dense de kapatıldı bence. AKP zihniyeti kapatıldı değil, ama mahkeme AKP'yi laikliğe aykırı fiillerin odağı olarak saydı mı? Evet saydı. Olay bitti. Sadece Avrupa Birliği baskısından dolayı mahkeme kapatma yerine hazine yardımını kesti.
AKP’nin Avrupa Birliği konusunda samimiyetine inanıyor musunuz?
Bu konuda çok emin değilim. Ama aslında bu konuda samimî olmak zorunda. Çünkü kendi lehine aynı zamanda. Kendi iktidarını biraz daha perçinleyecek bu sayede. Ama buna rağmen samimî olmaması ve bu konuda cesur olmaması AKP’nin kendi mezarını kazması demek. Kendi bindiği dalı kesmesi demek. Çünkü Türkiye’de Genelkurmay geçmiş dönemlerde siyasî iktidarlarla mutabakat içerisine girmiş olabilir, ama mutabakatlar bozulduğunda hiçbir zaman Genelkurmay kaybetmez. Hep siyasî iktidarlar kaybeder. İktidarın kaybetmesi de aynı zamanda milletin kaybetmesidir. Bir gün bir albay bana ’Savcı bey biz her türlü siyasî iktidarla mutabakat yaparız, ama hiçbir zaman (affedersiniz) kazık yemeyiz’’demişti.
Bu emekli generallerin ilk defa yargı önüne çıkarılması veya bu Ergenekon dâvâsı şairin dediği gibi surda bir gedik açabilmiş midir?
Elbette surda bir gediktir. Ama bu açılan gediğin amaca uygun hale gelebilmesi için bu gediğin daha da genişletilmesi lâzım. Böyle bir çalışma var mı? Dikkat ederseniz demokratikleşme çalışmaları tamamen durdu. Yeni anayasa yok. Avrupa Birliği uyum paketleri yok, çıkmıyor. Genelkurmay dikkat ederseniz çok ciddî bir suskunluk içerisinde. Bu dışarıya çok ilginç bir panorama arz ediyor. Acaba Genelkurmayla siyasî iktidar mutabakata mı vardı? ‘Siz bu uyum paketlerini çıkarmayı durdurun, biz de sizi rencide edici açıklamaları yapmayalım’ şeklinde bir anlaşma mı oldu? Bu tür konuşmalar benim kulağıma kadar geldi. Siyasî iktidar bu reformlara devam etmezse o surda açılan gedik de zamanla kapanır gider. Yani cesur inisiyatifler lâzım. Hiçbir zafere çiçekli yollardan gidilmez.
Gültekin Bey, “AB normları”nın büyük çoğunluğu aynı zamanda bizim yani İslâmın değerleri değil mi? Onlar bizden almışlar aslında. Demokrasi, insan hakları bütün bunlar İslâmda olan şeyler.
Tabiî. Avrupa Birliği büyük mücadeleler sonucunda bu demokratik olgunluğa ulaşmıştır. Bizde İslâmda sınıf kavgası olmadığı için ve İslâm ciddî oranda demokratik olduğundan ve biz de böyle bir gelenekten geldiğimiz için belki Avrupa kadar gecikmeyecek. Neticede bizde hem sivil toplum kuruluşlarına, hem medyaya sorumlu vicdan sahibi medya organlarına, hem siyasî partilere bu noktada büyük görevler düşüyor.
Siyasîler dediniz de Demokrat Parti Genel Başkanı Sayın Süleyman Soylu, İzmir’deki bir TV programında uzun uzun demokrasiyi anlattı ve tam demokrasi için ülkeye getirmek için uğraşıyoruz dedi. Ben demokrasi adına ümitlendim şahsen.
İnşaallah. Ama iktidar şartları bazen farklı olabiliyor. Kasımpaşa kabadayılıkları işe yarayamayabiliyor. Baykal’a gösterdiğin kabadayılığı, Genelkurmay Başkanına gösterebiliyor musun? Baykal senin muhatabın, ama Genelkurmay Başkanı muhatabın değil, memurun.
Genelkurmay tercihinin reddedildiği günün adıdır demokrasi Türkiye’de. ‘Genelkurmayın tercihi buymuş, baskı altında kalıyorsun’ tabiî böyle bir şey olamaz. Genelkurmay’ın demokrasilerde kurumsal bir tercihi olamaz. Sadece danışmanlık yapar. Der ki bize göre bizim harp anlayışımıza ve doktrinlerimize göre stratejik analizlerimize göre şu hareket mantıklıdır der. Millî iradeye bu şekilde danışmanlık yapar ki ABD’de böyledir. Savunma bakanı izin vermeden Genelkurmay başkanı hiçbir şey yapamaz. Bırakın başkanla muhatap olmayı…
Demek ki Batılılar o dengeleri çok iyi kurmuşlar. Malûm İsrail bütün dünyanın gözü önünde Müslüman kardeşlerimizi katlediyor. Başbakan tepki koyuyor, ama arkasından Genelkurmay İsrail ile anlaşmalarımız devam edecek diye açıklama yapıyor. Takmıyor yani sivil iradeyi? Dolayısıyla başbakanın tepkisi de biraz havada kalmıyor mu?
Evet. Yıllardır aynı. Türkiye’de sivil idarenin bir görüşü var. Askerin bir görüşü var. Hüsamettin Cindoruk bunu ifade etmişti. Türkiye’de bir sivil idare vardır, bir askerî idare vardır demişti. Sivil idare Ortadoğu için turlar atıyor, çalışıyor, ama askerî idare farklı düşünüyor o da İsrail’le anlaşma yapıyor. Böyle bir ikilikte araba hangi yöne gidecek? Gitmiyor işte mesafe katetmiyor. Milletin teveccühü ortada idare edilmek istediği sistemi seçiyor ama o şekilde olmuyor. Millette hesabını bir şekilde sandıkta sorabiliyor ama tepkisini lâyıkıyla göstermiyor. Avrupa’da bu tür şeyler yaşansa toplumsal olaylar çıkar. Generallerden bu tür tavırlar olacak böyle parmak sallanacak. Genç siviller ona güzel cevap vermişti gerçi, ‘Önce o parmağını indir’ diye dövizler yazmışlardı, yani buna Batı büyük tepki verir. Unutmadan şunu da söyleyeyim. Ergenekon dâvâsının önünde iki tehlike var. Birincisi Genelkurmay baskısı diğeri de resmî ideolojinin gölgesi. Toplumsal olarak en büyük tehlike ise bu dâvânın önemsizleştirilmesidir. Eskiden heyecan içerisinde kitleler bu dâvâyı takip ederken şimdi yavaşladı bu iş. Halbuki bu T.C. tarihinin en büyük hadisesi aslında. Bir milletin kendi devletiyle hesaplaşmasının tarihidir Ergenekon dâvâsı. Bu çok önemli, resmî ideolojiye rağmen yapılan bir soruşturma bu. Bakalım nereye kadar gidecek. Türkiye’de anayasadan Atatürkçü düşünce tarzı çıkarılmadıkça demokratikleşmeyi beklemek veya laikliğin hakikatli mânâda uygulanmasını beklemek mümkün değildir.
Sabih Kanadoğlu’nun Meclisteki cumhurbaşkanlığı oylamasından çok önce 367 meselesini ortaya atması gibi Vural Savaş da verdiği bir mülâkatta Ergenekon soruşturmasında belki mahkeme ceza verebilir, ama önemli olan Yargıtay’ın, mahkemenin bu kararını onayıp onamamasıdır, Yargıtay onamazsa olay biter diyor.
Şimdiden Yargıtay aşamasına hazırlanıyorlar demek ki. Yargıtay aşaması şaibeli bir aşama. Yargıtay’ın, Anayasa Mahkemesinin, Danıştayın Türkiye’de milletin maşerî vicdanında hiçbir ehemmiyeti yoktur. Biliyorsunuz yüksek mahkeme bir meselede karar verdiği halde diğer bir üye çıkıp bizim görüşümüz bu değildir diyebiliyor. Bir kişi yetkilendirilmiştir o da Anayasa Mahkemesi başkanıdır. Çoğunluk kararıyla alınan görüşü bizim görüşümüz bu şekildedir der. Hatta kendi görüşü öyle olmasa bile öyle demek durumunda. Ama son günlerdeki olaylar da gösterdi ki böyle olmuyor maalesef.
Ergenekon soruşturmasında 1- Genelkurmay baskıları ve Genelkurmayın yardımcı olmaması istihbarat arşivlerini açmaması 2- Atatürkçü ideolojinin anayasadaki mevcudiyeti ve dâvâ üzerindeki baskısı 3- Yargıtay aşamasında Şemdinli gibi olma tehlikeleri vardır. Yargıtay aynı Şemdinli gibi Ergenekon’u da çok rahat kurban edebilir.
Bu örgütün hemen hemen her alanda kolu var. Askerî vesayet altında iyice güçlenmiş.
Diğer emsallerinden çok çok güçlü. Dünya üzerindeki en büyük derin yapılanmadır diyebiliriz.
Neden besleniyor? Militarizasyondan besleniyor. Türkiye militarizasyonu alt ademediği sürece bunlar güçleniyor. Siz ihtilâl dönemlerinde faili meçhul cinayetler falan duydunuz mu? Yok. Neden o dönemlerde bunları yapmıyorlar? Kendi dönemleri çünkü.
Ama ihtilâl havası dışı dönemde yapılan tetiklemelerle bazen mütedeyyin kesimi, bazen de laik kesimi sahaya indirmek amaçlanıyor. O şekilde kargaşaya sebebiyet vermek. İnsanlar yanılabilirler. Uğur Mumcu, Bahriye Üçok gibi insanların yanında birkaç kişi de mütedeyyin kesimden öldürürler. Bu şekilde kargaşa oluştururlar. İslâmî cemaatlere çok rahat sızarlar.
Kitabınızdaki bir şey dikkatimi çekti. Mersin'deki Cumhuriyet mitinginde 4000 adet giydirilmiş asker vardı diyorsunuz. Demek ki diğer mitinglerde de vardı.
Evet. Bizzat komutanlarının emriyle gitmişler. Sadece Mersin’de değil. Diyarbakır’da da var. Türk bayraklarının yakılışının bizzat Ergenekon tarafından yapıldığını da biliyoruz.
Peki ne yaparsak bu sıkıntılardan kurtuluruz?
Demokratikleşme bir sistemdir. Demokrasiyi sadece kendimiz için değil ülkemiz için askerî vesayetin kalkması için istemeliyiz. Askerî vesayeti kaldırabilecek tek şey demokrasidir. Hukuk devleti de askerî vesayeti reddeder. Biz hukuk devleti değiliz. Laik değiliz. Bunu öncelikle kabul etmeliyiz. Anayasanızda Atatürkçü düşünce dediğiniz anda demokrasi bitiyor zaten. Atatürkçü düşünceye rağmen bir şey olmaz. Bir de 5816 sayılı kanunumuz var.
Laik olmadığımızın delili bu. Yargı ortada. Hakimler ve savcılar yüksek kurulu kararları ortada. Bütün bunları sağlamak için de sivil soluklu bir anayasa üzerinde çalışılması lâzım. Bu anayasa aynı zamanda Avrupa Birliği uyum yasaları ile beraber hayat bulması lâzım. Toplumda da demokratik terbiye ve olgunluk eksikliği mevcut. Medya da önemli tabi. Türkiye’de rejimin savunuculuğunu ve çığırtkanlığını yapan, gerektiğinde hemen feryadı figanı basan medya gruplarına rağmen Türkiye bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bu da zor tabiî. Tüm bunların da cesur inisiyatiflerle taçlanması lâzım. Siyasal iktidar cesur, inisiyatif sahibi değilse hiçbir mesafe kat edilemez. İsterse yüzde 90 oyla iktidara gelsin. Ulusalcı kesim diyor ya isterlerse yüzde 90 olsunlar yine bir şey yapamazlar. Aslında cesaretsizliğe işaret ediyorlar. Yapamazlar, korkarlar çünkü diyor. Doğru söylüyor. Maalesef Başbakan diyor ya dürüstler de şerefsizler kadar cesur olmadıkça diye, tamam elbette öyle olmalı. Millet sana bu kadar yoğun oranda teveccüh ettiği takdirde o zaman milletin hangi konularda rahatsız olduğu, neleri istediği hususunda demokratik çerçevede gereken düzenlemelerin yapılması lâzım. Ama geri adım attığımız sürece genelkurmay bürokrasisi de atılan her geri adımı çok iyi değerlendirir, o ileri adım atar ve orayı doldurur. Oradan da geri adım attırmanız için adeta devrim yapmanız gerekir. Hep böyle olmuştur. Geri adım atmak bana göre ihanettir. Bir siyasal iktidar asla geri adım atmamalıdır. Cesaret bir lüks değil bir ihtiyaçtır. Bakın bu deşifre edilen çalışma grupları sonucunda yüz kızarma diye bir şey var mı?
Darbecilik suçtur zaten. Bir insanı övmek için darbeci olmaması sebep olamaz ki. 2004’teki o sosyetik fişleme ortaya çıkınca ‘’Kabahat varsa benimdir’’ dedi ve geçiştirdi. Kim ne yapabildi? Kimse bir şey yapamadı.
Türkiye’de bilhassa resmî ideolojiden nemalanan insanları hukuka uydurabilmek çok zor. Aslında Anayasa Mahkemesi kaldırılmalıdır. Demokratik ülkelerin bir çoğunda zaten uygulama bu şekildedir. Amerika’da Senato’nun aldığı bir karara yüksek yargı karşı karar alamaz meselâ. Ama illa ki Anayasa Mahkemesi olsun isteniyorsa üyelerinim çoğunluğu Meclis tarafından seçilmelidir. Meclisin iradesi yansıtılmalıdır. Rusya bile böyle uyguluyor.
Tabiî bu yönetim iş-güç mücadelesidir. Daha önce de bahsettik. Diğer ülkeler bunu halletmişler.
Halk kimi seçerse ülkeyi o idare etsin demişler. Ama Türkiye’de bu güç ve yönetim mücadelesi hâlâ devam ediyor. Şu anda bazı monarşi ile yönetilen ülkelerden bile geri durumdayız. Tabiî bu iş kaos halinde devam ediyor. Geçen sene bile muhtıra çıktı malum. Hükümet de düşebilirdi. Asker de daha ilerisini göze alamadı herhalde. İlker Başbuğ da göreve geldiğinde ‘28 Şubat hâlâ devam ediyor’ dedi. Bu durumda bizim Uganda’dan farkımız yok aslında. Toparlarsak Türkiye’deki güç mücadelesi sivil ve asker arasında halen devam ediyor. Bu mücadelenin kesin galibi belli oluncaya kadar ülke olarak önemli bir mesafe kat edemeyiz.
Düşünün özel harp dairesinin varlığından bu ülkenin başbakanı ancak 1974 yılının sonunda haberdar olmuş. Yani durum çok vahim aslında.
Ergenekon soruşturmasında meslektaşlarınızın performansını nasıl buluyorsunuz?
Bence çok iyi gidiyorlar. Ergenekon savcı ve hakimlerini fevkalâde bir çalışma içersinde görüyorum. Keşke diğer savcı ve hakimler de böyle çalışsa. Sadece adalet düşüncesi hakim olabilse. Aslında Ergenekon savcılarını da hakimler ve savcılar yüksek kurulu harcayabilirdi. Ama bunlar kısa sürede dünya kamuoyuna mal oldular. Dünyanın tepkisinden çekindiler.
Gültekin Bey çok teşekkür ederiz. Çalışmalarınızda muvaffakiyetler diliyoruz. İnşallah ülkemiz gerçek demokrasiye bir an önce kavuşur.
|