Aslında, millet olarak bizim çoğumuzda, İslâmiyetten gelen bir cömertlik vardır. Hele bu, oruçluya iftar yaptırmanın sevap ve mükâfâtını bilenler için, daha da mühimdir. Rahmetli annem de, o yıllarda on-on beşer kişilik gruplar halinde ve iki-üç defa tekrarlayarak, dershanede bulunan kardeşlerimize iftar yemeği verirdi. Hasbî, samimî ve halis bir Osmanlı kadınıydı annem. Yemeklerin bir çeşidini çoğunlukla dolma yapar ve bize “Bu çocuklar, gurbette analarından uzak ve dolma yapması da zordur, belki canları ister” derdi.
Yine böyle bir dâvette, kardeşlerimizi bekliyorduk. Onlar da gelmiş ama, dışarıda ezanın okunmasını bekliyorlarmış, hani erkenden rahatsız etmemek için. Hassas kardeşlerimiz. Duvarda oturmuş bekliyorlarmış, ağabeyim de o anda işten geliyormuş, onları görmüş “Ne bekliyorsunuz?” demiş. “İsmail ağabey, ezanı bekliyoruz erkenden rahatsızlık vermeyelim diye” dediklerinde ağabeyim de “Olur mu kardeşim öyle? Haydi gelin benimle” diye alıp getirmiş. İftardan sonra bazen teravih namazını da evimizde cemaatle kılardık. Ne güzel günlerdi, ne güzel cennetî hâletlerdi onlar.
Annem, sadece dershanedeki talebeleri değil, arkadaşlarımızdan evli olanları da, ailece iftara alırdı. Rahmetli annemin bu güzel hasletlerinden zaman zaman bir araya geldiğimiz eski arkadaşlarımızla da bahsediyoruz. Meselâ geçtiğimiz aylarda bir cenaze merasiminde bir araya geldiğimiz eski arkadaşlarımızdan ve mahalle komşumuz olan, o zaman Gülhane’de askerî doktor olan Nevzat Tarhan’la da bunları konuşmuştuk. Maziyi hatırlamak güzel bir şey.
|