Ey mübarek Ramazan! Ey fırsatlar ayı Ramazan, bir sana gelebilsek... Her şeyini kaybetmiş, elinde sade bir tutunacak dalı kalmış yüreğin heyecanıyla sana gelebilsek...
...
Hazır acıkmayı öğrenmişken, durup düşünmeye olan ihtiyacımızı da görebilsek; ebedî hayatımızda dizlerimize derman olacak işlere açlığımızı da hissedebilsek...
Yalnız bu günün açlığıyla değil, madem ebede namzediz, ebedin açlığıyla sana gelebilsek..
...
Şimdi susuzluğu tatmışken, şu dünya çölüne düşmüş kalbimizin iman âb-ı hayatına susuzluğunu derinden hissedebilsek; ve o kurumuş dudaklarla Kur’ân’a koşup o nur çeşmesinden kana kana içebilsek...
Şu günün susuzluğuyla değil, günahların, haramların yakıcı çölünde kavrulmuş ruhumuzun susuzluğuyla sana gelebilsek...
...
Bir de hazır terk etmeyi öğrenmişken, haksızlığı, zulmü, gıybeti; ne varsa Rabbimizin hoşnut olmadığı, hepsini terk etmeyi azmedip o uğurda yaşasak...
Sadece iki lokmayı, iki yudumu terketmekle değil, kömürden elmas çıkaran tövbenin samimiyetiyle sana gelebilsek...
...
İşte o zaman sana gelmiş olacağız. Belki kendimize gelmiş olacağız....
Hoş geldin, rahmetinle, bereketinle, affınla hoş geldin... İyi ki geldin... Hoş geldin...
Biz de sana geldik... Güzel niyetlerimizle geldik... Tövbelerimizle geldik... İmana geldik, imanla geldik...
Senin kapından girip, Âlemlerin Rabbine secdeye geldik...
Hoş geldin ey bizlere cennet nesimini getiren mübarek Ramazan...
Biz de sana geldik...
Bizlere iyilikle şahitlik yapmanı istemeye geldik...
|