Türkiye’nin 2002’den günümüze yakaladığı; küresel konjonktür, siyasal istikrar, AB reformları, doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve kanımca çok belirleyici olmak üzere bütçe/mali disiplinin sağlanmış olması ile de desteklenen çok önemli ve ülkenin makus talihini kırmanın eşiğine gelmiş büyüme süreci tehdit altındadır.
Büyüme oranlarının tekrar senelik yüzde birlere, hatta sıfır ya da negatife dönmesi demek mali disiplinin yine bozulması, henüz çok taze yüksek enflasyon hafıza ve canavarının tekrar dirilmesi demektir.
Ve bunları tekrar toparlamak, küresel konjonktürün çok bersizleştiği, önünü göremediği bir ortamda hiç kolay olmayabilir.
(...)
Ekonomide karşımıza dikilen üç adet, birbirinin türevi, sorunu örnek olarak sunacağım;
1-Büyüme oranı 2008’in ikinci çeyreğinde geçen senenin aynı dönemine göre yüzde 1.9 çıkmıştır; bu oran son senelerin, 26 çeyrektir kesintisiz süren büyümenin durmakta olduğunun güçlü bir işaretidir.
2-İç talepte büyük bir daralma gözlenmektedir, dayanıklı tüketim malları üretim ve satışında senenin ilk yarısında geçen senenin aynı dönemine göre büyük düşüş vardır; üretim geçen senenin aynı dönemine göre yüzde 13, tüketim yüzde 14 gerilemiş bulunmaktadır.
Haziran ayında toplam otomobil üretimi (-%1.6), toplam otomobil satışları (-%4.7), ithal otomobil satışları (-%1.1) ve trafiğe kaydedilen araç sayısında da (-%13.9) gerileme gözlemlenmektedir.
3- 2008’in ilk sekiz ayında (Ocak-Ağustos) geçen senenin aynı dönemine göre yeni kurulan şirket, kooperatif ve gerçek kişi ticari işletmeleri toplamı yüzde iki artarken, kapanan ve tasfiye edilenlerin sayısındaki arıtş yüzde 32.5’e ulaşmıştır. Bu olumsuz tabloyu çok olumsuz dış konjonktür hem bir ölçüde yaratmakta hem de desteklemektedir. Çok başarılı 25 çeyreklik bir büyüme sürecinden sonra gelinen bu olumsuz noktayı aşmak olanaksız değildir. Yapılması gereken, içerideki anlamsız, verimsiz, alternatif üretemeyeen muhalefetle saç saça, baş başa kavga etmek yerine demokrasi ve hukuk reformlarına hız vermektir.
Evet, içinde bulunduğumuz olumsuz ama olumsuz olduğu kadar da ilginç uluslararası konjonktürde ekonomik büyümenin tekrar kabul edilebilir, işsizliği yüzde onların çok üzerine çekmeyecek bir büyüme rayına oturtabilmek için yapılması gereken ilk iş hukuk ve demokrasi reformlarına çok başarılı 2003-2004 sürecinden de güçlü olarak, bazı AB başkentlerine kulak tıkayarak, destek vermek, sonuç almaktır. Ekonomik krizi, duran büyüme sorununu Türkiye’nin kendi mevcut iç kaynaklarıyla aşması hayaldir, gerçekçi değildir, iktisat teorisine aykırıdır; bunu söyleyegelen sözde sosyal demokrat, gerçekte içe kapanmacı söylemler büyük bir yalandır, yalan değilse de cehalettir.
Dış kaynak girişini, doğrudan yabancı sermaye yatırımı kaleminde tekrar senede yirmi milyar doların çok üzerine çekebilmek bugün için krizi aşmanın yegane yöntemidir.
Senede on milyar doların altına inme riski taşıyan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını otuz milyar düzeyine çekebilmek ise içeride hukuk devletini AB normlarında konsolide etmekten, demokrasiyi güçlendirmekten geçmektedir.
Bunu yaptığımız zaman küresel kriz ortamında yatırım için istikrarlı liman arayan sermaye miktarı bizi bile şaşırtabilecek düzeydedir. Yapılması gereken içeride parazit yapan seslere aldırmadan Ulusal Programı, Katılım Ortaklığı Belgesinde ne isteniyorsa o düzeyde düzenlemek, yasaları geçirmek ve hemen uygulamaktır.
Yarın bu işler için çok geç olabilir.
Star, 15.9.2008
|