Fransız Adalet Bakanı Raşide Dati’nin sansasyonel hamilelik haberi daha ziyade magazin haberleri sularında seyrederken, sevgili arkadaşım Oral Çalışlar, pazar günkü yazısında, olayı ‘medeniyet’ düzeyine taşımış. ‘Rachida’nın temsil ettiği uygarlık’ı övmüş. Olaya böyle bakacaksak, yani Raşide Dati bir uygarlığı temsil ediyorsa, Oral’a hiç katılmıyorum, bana göre, bu ‘uygarlık’ izinden gidilecek bir ‘uygarlık’ değil.
İtiraf etmeliyim ki, Raşide Dati’nin sansasyonel hamileliği ilk bakışta, insana, bana fazlasıyla magazinel çağrışımlar yaptı. Sarkozy ile yakınlığının bolca dedikodusu yapılmıştı. Ardından Sarkozy, ünlü model Carla Bruni ile evlenince, bu iki kadın arasında kıskançlık, gerilim dedikoduları ayyuka çıktı. Bruni’nin, Dati’ye Elysee sarayını gezdirirken yatak odasında, ‘Bu yatakta olmayı çok isterdin değil mi?’ dediği bile söylendi. Sonra, Carla Bruni tam bir medya yıldızı haline geldi, siyaset sahnesinde tüm rolleri çaldı. Ben bu hamileliği Dati’nin, yeniden sahne alma hevesine yormuştum. Zira, Adalet Bakanı, şimdiye kadar, ‘çağdaş, özgür kadın’dan ziyade, tam bir dikkat çekme müptelası portresi sergilemişti. Ünlü markalar giyinip, moda dergilerine poz vermesi bu portrenin vazgeçilmez unsurlarıydı.
Dati, bu konuda yanlız değil, zamanımızda, siyaset sahnesi giderek daha fazla gösteri, magazin sahnesine dönüşüyor. Sarkozy ve yeni eşi de, bu sahnenin baş oyuncuları. Buruni de, Başkanlık Sarayı’na yerleşir yerleşmez ilk işi, dama çıkıp moda bir moda dergisine poz vermek oldu. Bu taşkınlığını, ‘demokratik iktidarı özelleştirmek’ diye eleştirenler oldu (Agnes Poirier, The Guardian, 7 Ağustos 2008).
Tüm bunlardan, özgürlükçü bir medeniyet tablosu çıkarmak hayli zor.
Gelelim, bir kadın bakanın babasının kim olduğunu açıklamak lüzumu hissetmediği bir çocuk sahibi olma girişiminin nasıl bir medeniyet tablosu sayılabileceğine. Kadın hakları adına, kadınların, ‘babasız’ (daha doğrusu babası belirsiz) çocuk sahibi olma ‘özgürlüğü’nü sorgusuz sualsiz kabul edip, baş tacı yapma taraftarı olmadığımı daha önce de yazmıştım. Sperm bankası fikrine de bu nedenle karşıyım. Bu noktada, kadınların, babaları es geçerek çocuk sahibi olma hevesini tatmin hakkı ile, çocuğun evebeynlerini bilme hakkının çatışması söz konusu oluyor. Nitekim, sperm bankası çocukları büyüdükçe, bu haktan daha çok söz edilir oldu. Bu çocukların oluşturduğu baskı grupları sayesinde, birçok ülkede, babanın ismini gizleme hakkı iptal edildi.
Hangimiz, bir çocuğun anne ve babasını bilme hakkının temel insan haklarından olmadığını söyleyebiliriz? Ben söyleyemiyorum, ama aslında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi söyledi. Söz konusu karar, baba bir yana, annenin de belirsiz olduğu bir durum üzerine, Pascale Odievre adlı bir Fransız kadının, Mahkeme’ye başvurması üzerine, 13 Şubat 2003’te alındı. Fransa’da, 1789’dan beri uygulanan ve 1941’de yeniden yorumlanan, ana babası tarafından doğumda terk edilen çocukların doğum bilgilerini gizlemeyi (nee sous X) öngörüyor. Pascale Odievre’ın, çocuğun ana babasını bilme hakkı etrafında örgütlenen CNAOP’ın desteğiyle, AİHM’ye açtığı davayı kaybettiği anda çekilen fotoğrafını görmenizi isterdim.
Fransa’da, zamanında, başka zaruretlerle çıkan kanunun sonuçlarına bakıp, kişisel özgürlük adına bir çocuğun anasını, babasını bilme, tanıma hakkından mahrum edilmesinin nasıl bir haksızlık olduğunu uzun uzun düşünmekte fayda var. Buradan hareketle, kadın hakları adına, ‘babayı istemiyorum, çocuğu istiyorum’ şımarıklığına özgürlük adı verilmesi konusuna uzanmak da gerekiyor. Bu, özgürlük falan değil, bencillik, şımarıklık. Ana babanın, süreç içinde ayrı düşmesi, çocukların birinden veya ikisinden mahrum kalması başka bir şey, bu duruma güzelleme yapmak, bunun üzerinden medeniyet tasavvuru üretmek başka şey. İnsanlık durumu, böyle ezberler üzerinden kavranamıyacak kadar karmaşık, bu durumlar üzerine kafa yoracaksak bunu hakkıyla ve elimiz vicdanımızda yapmakta fayda var. Babanın anayı eve hapsettiği veya bu sonucu doğuran, bir medeniyet tasavvuru ne kadar sorunluysa, babasız çocuk, ‘aklıma esti çocuk’ hayali üzerine kurulan medeniyet tasavvuru da o kadar sorunlu. İkincisi, iddia edildiği gibi kadını kollayan alternatif bir medeniyet falan değil, erkek bencilliğine karşı kadın, daha doğrusu ‘burjuva kadın’ bencilliğini ikame eden, dahası birçok durumda kadın ve erkek bencilliğini buluşturan, sorunlu bir medeniyet algısı. Hele, tüm bunları konuşmamıza vesile olan Fransız kadın bakan, özgür kadın ikonu olmayı hiç mi hiç hak etmeyen biri. Dati, başarı, kariyer, gösteri çılgınlığının tam da merkezinde, hepsini ve daha fazlasını bir arada isteyen, anneliği de hırsları arasına dizmiş, çağımızın sıradan plastik kadın kahramanlarından biri, hepsi bu.
Radikal, 9.9.2008
|