"Gerçekten" haber verir 02 Eylül 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Ramazan

RAMAZAN TAKVİMİ

İKİNCİ gün orucuz Nefse gemi vurmuşuz Safa geldin Ramazan Rahmete susamışız NURSEVEN

02.09.2008


GÜNÜN DUÂSI

Allah’ım!

Bizi istediklerimize nâil, istemediklerimizden emîn eyle! Senin hafif, fakat yüksek emirlerini anlamamızı ve itaat etmemizi kolaylaştır! Bizi nefis ve şeytan şerrinden muhafaza eyle! Bizi dünya fitnesinden koru! Bizi kabir azabından ve mahşer günü mahcubiyetinden himâye et! Bize Kendi Cemâlini ve Sonsuz Güzelliğini sevdir! Bizi Sana itaatkâr kıl! Bize dünyada sevgini, Sana yaklaştıracak şeylerin sevgisini, emrettiğin şekilde istikamet üzere yaşamayı, âhirette de cemâlini görmeyi ve rahmetine ermeyi nasip eyle!

Âmîn...

02.09.2008


‘Akıllıca strateji’ mi, ilham-ı İlâhî mi?

“Palyaço karidesleri, sadece denizyıldızları ile beslenen bir tür. Hayatta kalmak için sürekli olarak denizyıldızı bulup yemek zorunda olan palyaço karidesleri, bütün besin kaynaklarını tüketmemek için akıllıca bir strateji geliştirmiş. Denizyıldızının kolları, tıpkı kertenkelenin kuyruğu gibi kendini yenileyebiliyor. Akıllı palyaço karidesleri de, deniz yıldızlarının sadece kollarını yiyor. Denizyıldızının hayatî organlarını yemekten kaçınan bu karidesler, denizyıldızı popülasyonunda bir azalmaya neden olmadığı gibi tek besin kaynağı denizyıldızlarını sonradan yemek üzere de canlı tutuyor.” (Taraf, 18.08.2008 )

Haberde, palyaço karideslerinin ‘akıllıca bir strateji geliştirdiği’nden söz ediliyor. Acaba palyaço karideslerinin aklı mı var?!

İnsanoğlunun gözünü gaflet bürümeye, akıldan ne uzak hükümler veriyor. Kolay olanı seçmiyor, zor olanı tercih ediyor.

Yaratılmışlarda gözüken harikulâde icraatları tek bir Zata vermek ve O'nun fiilleri olarak kabul etmek varken; akılsız, şuursuz varlıklara mal edebiliyor. Kendisinin dahi yapmaktan ve bütünüyle idrak etmekten âciz olduğu işleri, akıldan yoksun varlıklara verebiliyor. Böyle olunca da, tek bir İlâhın eline vermediği dizginleri, sayısız ilâhlara vermek gibi aklen muhal yollara girmiş oluyor.

Aslında yeryüzündeki ekolojik denge ve dolayısıyla Palyaço karideslerinin ‘akıllıca strajileri’ gibi gözüken ‘kusursuz düzen’ de, ilim ve kudreti her şeyi kuşatan tek bir Yaratıcının tasarrufundan, O'nun ilham ve sevk etmesinden başka bir şey değil. Nitekim Kur’ân’ın “Rabbin balarısına ilham etti” (Nahl Sûresi, 68.) âyeti, hayvanların da İlâhî bir ilham ile hareket ettiğine işaret eder.

Bir köyde iki muhtar, bir memlekette iki padişah olsa, hemencecik oranın karışacağına hükmeden insanın, şu koca kâinatta ve yeryüzünde milyonlarca yıldır devam eden kusursuz düzeni görüp de bunu tek bir zatın tasarrufu olarak algılayıp kabul etmemesi gerçekten de büyük bir gaflet! Bediüzzaman, bir yerde sineklerin mânen “Ya Rab, bu koca kafalı beşer Seni yalnız bir lisan ile zikrediyor. Bazı da gaflet ediyor. Eğer yalnız kafasından bizleri halk etseydin, binler lisan ile Sana zikredecek bizim gibi mahlûklar olurlardı” dediğini nakleder. (28. Lem’a, 3. Nükte)

Gaflet eseri olarak ‘akıllıca strateji geliştirdiği’nden söz ettiğimiz Palyaço karidesleri de, kim bilir insanoğlu için neler diyordur?

İSMAİL TEZER

02.09.2008


Kulluk psikolojisi

İNSAN bir yönü ile biyolojik bir varlık. Yani nefes alması gereken, kalbinin çalışması gereken ve bunlar için beslenmesi gereken bir yönü var. Aynı insan bir aileye mensup olmak, bir milletin parçası olmak gibi değişik mensubiyetler ile ortak duygular hissetmek durumunda. Yani sosyal bir varlık. Göründüğü kadarıyla yalnızca insan güçlü duygular yaşıyor. Gelecek endişesi taşıyor. Başkalarının hâllerinden etkileniyor, çevresi ile ilgileniyor. Ruhunun mevsimleri var. Bütün bu haller davranışlarını etkiliyor. Yani insan, aynı zamanda psikolojik özellikler taşıyan bir yapı.

Her ânın ve her durumun oluşturduğu bir psikoloji var. Annelik psikolojisi, babalık psikolojisi, sınav psikolojisi, evlilik psikolojisi gibi farklı konum ve hallerin insan üzerindeki etkilerini ortaya koyan tanımlar var. Bu tanımlar içinde en önemlisi insanın kendini bir kul olarak tanımlaması ve algılamasından kaynaklanan kulluk ve bunun insanın ruh dünyası ve nihayetinde davranışları üzerindeki etkileri olmalı. Aslında bir insanın kimlik algısını oluşturan en temel algılardan biri kulluk olmalı. Bu, zaman ve maddî alanın katı yapısı içinde gölgelenmiş olsa da; insanın ruhunun tâ derinliklerine Elest Meclisi’nde nakşedilmiş bir duygu. Dolayısıyla bir insanın psikolojik durumundan bahsettiğimizde birinci planda kulluğu ele almamız, her insanı başta kul olarak tanımlamamız gerekiyor. Ferdin de kendiyle ilgili böyle bir algı içinde olması, sağlıklı bir ruh hali için temel şart. İbadetlerin hayatımıza en önemli katkılarından biri, bu duyguyu sürekli hatırlatmaları olmalı. Bu duygu insana Kâinat Sultanı huzurunda sonsuz bir acziyet algısı yaşatırken, kâinat yani varlıklar karşısında büyük bir dayanak noktası bulmasına, sonsuz bir güven algısına yol açıyor.

HAKAN YALMAN

02.09.2008


Eşyanın yardımlaşması

Semadaki cisimlerin ve yıldızların birbirine ve dünyaya verdikleri ışık, sıcaklık, bilhassa dünyaya yaptıkları yardımları apaçık şekilde görmek mümkündür.

Bunun gibi bulut ile dünya arasındaki su alış verişine baktığımızda; dünyanın suyu buhar şeklinde buluta verdiği görülür. Bulut da kendi fabrikalarında gerekli ameliyatı yaptıktan sonra buz, kar, yağmur şeklinde geri gönderiyor.

Sanki o cansız cisimler kendi dilleriyle birbirleriyle konuşuyor ve birbirinin ihtiyacına cevap veriyor. Bu yardımlaşma kanunu ile Güneş, Ay, gece, gündüz, yaz ve kış taraflarından yapılan yardımlar sayesinde bitkilerin, hayvanların ve insanların ihtiyaçları yerine getiriliyor.

Evet bu cansız eşyaların birbirleri ile yardımlaşmaları apaçık bize gösteriyor ki; bütün bunlar kâinatı idare eden, her şeye gücü yeten, sonsuz bir rahmet ve kerem sahibi bir Zat’ın izni ile iş görürler.

MEHMET ERBAŞ

02.09.2008


İmâm-ı A’zam’ın nesebi

Tâbiinden olan İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe Hazretleri, İslâm âleminde Ashâb-ı Kirâmdan sonra yetişen evliyânın ve âlimlerin en büyüklerindendir. Ehl-i Sünnetin dört büyük imâmından birincisidir. Hanefî Mezhebinin kurucusu ve Ehl-i Sünnetin reisidir. Kendisine İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe denilmiştir. İsmi, Nûman bin Sâbit bin Zûtâ’dır. Ebû Hanîfe künyesiyle ve İmâm-ı A’zam lâkabıyla meşhûrdur. Kûfe’de doğduğu için “Kûfî” nisbesiyle bilinir. Asıl adı Nûman olan İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe, 699 (H: 80) senesinde Kûfe’de doğdu. Aslen İran’ın ileri gelenlerinden bir zât olan dedesi Zûtâ, Hazret-i Ali (r.a.) zamanında İslâmiyetle şereflendi. Onun sohbetlerinde bulunup ondan ilim tahsil etti. Hazret-i Ali’ye (r.a.) ikrâmlarda da bulundu. Babası Sâbit de ticaretle uğraşırdı. O da babası Zûtâ gibi Hz. Ali (r.a.) ile görüşüp sohbetinde bulundu. Sâbit, çok takvâ sâhibi, dindâr birisiydi. Kul hakkı yemekten çok sakınırdı. Devam ettiği sohbetlerin birinde Hz. Ali (r.a.), Sâbit’e ve onun neslinden gelecek kimselere hayır duâda bulunmuştur.

HAYREDDİN EKMEN

02.09.2008


Yumuşasın diye!

Adamın biri Ramazan günü erik yiyormuş. Bunu gören adam: “Yahu, Müslüman olan böyle oruç yer mi?” demiş.

Adam: “Hayır oruçluyum” cevabını verince adam, avurdunun şişliğini işaret ederek:

“Ağzındaki nedir?” diye sormuş.

Adam: “Eriktir” demiş, “İftara kadar yumuşasın diye ağzımda tutuyorum!”

ZÜBEYİR ERGENEKON

02.09.2008


FIKIH

Ramazan ayında oruç tutan herkes Cehennemden kurtulur ve Cennete girer mi?

Ramazan ayında Allah için oruç tutan herkes Allah’ın izniyle Cehennemden kurtulur ve Cennete girer.

Peygamber Efendimiz (asm) buyurdu ki:

“Ramazan ay’ı gelince Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapatılır. Ve şeytanlar bağlanır.” 1

Peygamber Efendimiz (asm) diğer bir hadislerinde buyurdu ki:

“Ramazan Ay’ının ilk gecesi geldiğinde, şeytanların ve cinlerin azgınları bağlanır. Cehennem kapıları kapatılır. Ve hiçbiri açılmaz. Cennet kapıları açılır ve hiçbiri kapanmaz. Bir çağırıcı şöyle seslenir: ‘Ey hayır isteyen! Kollarını sıva! Ey şer isteyen! Vazgeç bu ayda şerden.’ Ramazanda Cehennem ateşinden kurtulan nice insan vardır! Bu her gece böyle devam eder.”2

Bir adam geldi ve Peygamber Efendimize (asm) şöyle sordu:

“Yâ Resûlallah! Üzerime farz olan namazları kılıp Ramazan ayında oruç tuttuğum, helâli helâl bilip haramı haram bildiğim ve bunlara başka bir şey ilâve etmediğim zaman Cennete girer miyim?”

Peygamber Efendimiz (asm): “Evet!” buyurdu.3

Dipnotlar:

1- Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî

2- Tirmizî

3- Müslim

SÜLEYMAN KÖSMENE

02.09.2008


Oruç tutmaya başladığımız ilk günler

Zannedersem, 1959-60 yıllarındaydı oruç tutmaya başladığım ilk günler. Ankara’da, eski mahallemizde ara sıra oruç tutmaya başladığımda, 6-7 yaşlarında olduğumu tahmin ediyorum. Kış mevsimi olduğunu da iyi hatırlıyorum. Rahmetli annemin hem sobada, hem de gazocağı üzerinde iftar yemekleri hazırladığı gözümün önüne geliyor. Bazen gazocağını biz de yakardık ve çok severdik o işi. İspirto haznesine ispirtoyu döküp, kibritle de ateşlemek en güzel kısmıydı. (Tabiî bu nostaljik âleti şimdinin çocukları ve gençleri pek bilmez). İftara yakın, mahallemizde cami olmadığından, kayabaşında bulunan caminin minaresini gözetlerdik. Kandiller yanınca “Kandil yandı!” diye heyecanla bağırarak, haber verirdik. Bazen de çocuk aklı ya işte, yukarıya 400-500 m.’lik tepeye çıkar, orada caminin yakınından iftar hallerini temâşâ eder, yine bağırarak eve gelirdik “İftar olduuu!” diye. Aslında mahallemiz hemen Ankara Kalesinin eteklerinde olduğundan, atılan iftar toplarını, yakın mesafeden seyrediyorduk...

İftar hazırlıkları yapılıp vaktin girmesini beklerken, rahmetli annem, çocukluk ve gençliğindeki Ramazanları anlatır, biz de onları masal dinleme safiyetinde dinlerdik. “Babanla yeni evlendiğimizde (1948), Ramazan yaz mevsimindeydi (o seneki Ramazan’a baktım 8 Temmuz’a tekabül ediyor). Artık kavun, karpuz, domates, salatalık hep iftar soframızda bulunurdu” derdi. Tabiî, o zamanın Türkiye’sinde seracılık falan olmadığından, her meyve-sebze mevsiminde olurdu. Yani kışın bir domates, salatalık bulunmazdı. Ancak yaz gelince, o sebzeleri yiyebilirdik. Annemin bu söyledikleri bize hayal gibi gelirdi. Çünkü o zaman Ramazanlar kış mevsiminde oluyor ya, biz de çocuk aklımızla “Öyle şey olur mu ya?” diyorduk. Zannediyorduk ki, bütün Ramazanlar böyle kış mevsimine gelecek.

OSMAN ZENGİN

02.09.2008


Her bitişte yeni bir başlangıç saklıdır

Hayatımızdaki her şeyin bir ömrü ve bir vazifesi var biliyorum. İnsan özellikle ömrünün ikinci yarısında bunu daha da iyi fark ediyor.

Bu gerçeği kabullenmek zor olsa da, aslında sürekli bu gerçekle yüz yüzeyiz. Her gün birşeyler bitiyor ve yerine yenileri başlıyor. İnsan çoğu zaman seyrediyor olan biteni. Kendi hayatının filmini seyreder gibi. Bazen kendinin bile yabancısı olduğu bölümlerin içinde buluyorsun kendini. Orada olman gerektiğini ve iyiki de orada olduğunu ancak yıllar sonra anlıyorsun bazen. Oynayan da, kritiğini yapan da sen oluyorsun aslında. Seyrederken güzel bakmak ya da şikâyet etmek de senin elinde kalıyor.

Varoluşu kuran, çoğu zaman sen fark etmeden seni büyütüyor. Kalbindeki sesten anlıyorsun bunu çoğu zaman, çünkü sana her zaman aynı şeyleri söylemiyor. Tam anlamasan da dilini, içindeki ses, seni bir yerlere sürüklüyor. Bazen ufak bir rüzgârın şefkatli dokunuşlarıyla, bazen de ıslana ıslana öğreniyorsun hayatı… Sana dokunup geçen, ya da çarpıp deviren her şey bir tecrübe olarak hafızana yerleşiyor. Bütün yaşadıklarınla ve bütün yaralarınla sen oluyorsun aslında… Her şey görevini yapıp, sen denen konaktan göçüp gidiyor. Ebedî kalan da yok, sürekli gelen de... Kaybetme korkusu da bu yüzden sanırım. Aslında biliyorsun yaşadığın ne varsa bir gün seni bırakıp gideceğini... Geçmişin geçmemiş acıları ya da geleceğin gelmemiş hayalleri arasında aslında sadece bugüne sahip olduğunu biliyorsun. Sadece sahip olduğun şu ânın kahramanı olabilirsin aslında....

Hayatındaki her şeyi bir gün gelip de uğurlarken acı duyarsın tabiî ki, ama, en azından onların da senin gibi şu dünyadan gelip geçen yolcular olduğunu bilirsen, sanırım daha az yalnızlık hissedersin.

BANU YAŞAR

02.09.2008


İbadette çocuk olmak

İbadet, kulun Allah’a karşı şükrünü, tazimini, minnettarlığını ifade ederek, O’nun sevdiği tarzda O’na yaklaşmaktır. Buna kısaca “ubudiyet” yani kulluk denir. İnsan ihlâs ve samimiyetle sadece Allah’a kul olursa, insanlara minnet etmez, onların hükümranlığı altına girmez. Allah’a hakîki kul olan, kula kul olmaz.

Allah’a kul olmak, insan için şereflerin en büyüğüdür. İnsan bu sayede eşref-i mahlûkat olduğunun farkına varır. Bu şerefi kendisine bahşeden Rabbine duâ ve ibadet yoluyla yaklaştıkça, şerefi de artar. İnsan kulluğunu gösterirken ne kadar ihlâs ve samimiyet gösterirse, Allah da ona o kadar değer verir.

İhlâslı ibadet deyince, önce çocukların ibadetleri akla gelir. Onlar her davranışlarında olduğu gibi ibadetlerinde de o kadar içten, o kadar temiz kalpli ve samimî olurlar ki, insan ibadet halinde bir çocuk gördüğü zaman ona gıpta ve hayranlıkla bakar. Camide yanımızda namaz kılan bir çocuk gördüğümüz zaman, o çocuğa karşı içimizde bir sevgi pınarı kaynar. Namazdan sonra başını okşar, takdir ederiz. Yanında babası veya dedesi varsa, böyle evlâtlar yetiştirdikleri için onları da tebrik ederiz.

Ramazan ayı, ibadetlerin yoğunlaştığı, kulluğun zirveye çıktığı, insanların şevk ve heyecanla Rabbine yöneldiği mukaddes bir zaman dilimidir. Ramazandaki ibadet coşkusunu en içten ve en derin yaşayanlar ise, çocuklardır. Üç ayların her kandilinde “Yarın oruç başlıyor mu?” diye sorular sorarlar, Ramazanın gelmesini sabırsızlıkla beklerler. Ramazana kavuştukları zaman da sevinç ve heyecanları zirveye çıkar.

Büyükler, çocuklara güzel örnek olur, Ramazan coşkusunu birlikte yaşayarak onları teşvik ederlerse, çocukların ibadet hevesleri de kalıcı olacaktır.

ABDİL YILDIRIM

02.09.2008


Gemilerde oruç-2

Gemi faaliyetleri günün 24 saati devam eder. Bu sebeple iftar ve sahur yemekleri nöbetleşe yenir. Ramazan'ın ilk günlerinde gemideki mürettebatın çoğu oruç tutmakla birlikte sonlarına doğru bu sayı azalır ve oruç tutanlar azınlığa düşer. Eskiden bu duruma çok üzülürdüm. Fakat daha sonra kaptan olunca bütün sorumluluk üzerime bindiği için üzülmemeye başladım. “Emri bi’l-ma’ruf” yani farzları yayma konusunda her Müslüman’ın üzerine vazifeler düşmektedir. Lâkin dinimizde bazı ruhsatlar da bulunmaktadır. Meselâ seferî durumda bulunanlar bazı kolaylıklardan yararlanabilirler. Dört rekâtlı farz namazları iki rekât kılmak gibi.

Oruç konusunda da bazı kolaylıklar vardır. Niyet etmeden tutulamayan oruçlar daha sonra kaza edilebilir. Ben 25 yıl boyunca denizlerde çalıştım. Hem askerî, hem de ticaret gemilerinde bir gün dahi orucumu kazaya bırakmadım. Lâkin gemi mesaisi ağır olduğu için oruç konusunda ısrarcı olmadım. Zira bir nev'î canları kaptana emanet edilmiş denizcilerin küçük bir dikkatsizlik sonucu kazalara yol açmaması için tedbir almak lüzumu vardır. Bu sebeple oruç tutamayanları “Nasıl olsa seferîyiz, yurda dönüp izne çıkınca telâfi edersiniz” diyerek, teselli ederdim.

Fakat hiçbir zaman orucunu bozmayan denizci kardeşlerime de rastladım. Bütün zorluklara rağmen hiç şikâyet etmeyen arkadaşlarım vardı. Elimden geldiği kadar gemi mesaisini hafifleştirmeye çalışsam da zorunlu faaliyetler meselâ yanaşma-kalkış manevraları esnasında yapacak bir şey yoktur. Elin adamı “Yahu sen oruçsun biraz ağırdan al” demez. Kendi işine bakar. Fakat oruç Hıristiyanlık dininde de olduğu için çok saygı duyduklarını gördüm. Gerçi onların orucu bazı gıdaları yememek şeklinde, yani Müslümanların orucundan oldukça farklı. Ama inançlı insana dünyanın neresinde olursa olsun saygı gösteriliyor. Tecrübeyle sabittir.

VEHBİ HORASANLI

02.09.2008


YASEMİN’İN İFTAR TENCERESİ

Mercimekli havuç çorbası

HAZIRLANIŞI:

Kırmızı mercimek, halka halka doğranmış havuç, domates, sarımsak ve et suyu ilâve edilerek bir tencerede haşlanır. Kıvamını aldıktan sonra blendırdan geçirilir. Kıvamı çok koyu ise kaynar su eklenebilir.

Küçük bir tavada tereyağı kızdırılır. Kimyon, zencefil, pulbiber eklenir. Çorbaya limon suyu ile birlikte ilâve edilir ve 5 dakika pişirilir. Ocaktan almaya yakın; sütü, tuzu ve kıyılmış maydanozu konur. Arzu edilirse seyreltilmiş sarımsaklı yoğurt gezdirilerek sıcak servis yapılır.

Afiyet olsun. MALZEMELER (8 kişilik) l 1 su bardağı kırmızı mercimek l 4 adet havuç l 3 adet küçük doğranmış domates l 7 - 8 su bardağı et suyu veya su l 2 diş sarımsak l 2 çorba kaşığı tereyağı l 1 tatlı kaşığı kimyon l 1 tatlı kaşığı zencefil l 1 tatlı kaşığı pulbiber l 1 çorba kaşığı limon suyu l 1,5 su bardağı süt l 5 dal maydanoz, yeteri kadar tuz ZENCEFİL: Terletici, kan dolaşımını hızlandırıcı, şeker ve kolesterol düşürücü, kalbi güçlendirici etkisi vardır. Çorbalara, balık soslarına çeşitli dolmalara ve ızgara etlere katılır.

YASEMİN DİKMETAŞ

02.09.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır