Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanan Orgeneral Işık Koşaner, “münferit olayların jandarmaya teşmil edilerek suçlu gibi gösterilmesinin teşkilat mensuplarını derinden yaraladığı”ndan yakınmış.
Bazen “münferit” denilen olaylar, kurumların bütünüyle eleştirilmesi, yıpranması ya da yıpratılmasında önemli rol oynarlar. Ergenekon soruşturması, “jandarma” açısından böyle bir sonuç doğurdu. Bunda da en büyük etken, iddianamenin “bir numara”lı sanığı emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün Susurluk’ta adının karıştığı olaylar zincirinin Danıştay saldırısından Cumhuriyet gazetesinin bombalanmasına, “301 mağduru” Hrant Dink’in mahkeme önlerinde hedef gösterilerek öldürülmesine dek pek çok “kirli” operasyona uzanmasıdır.
İddianamede nedense yer verilmedi, ama Pelitli’deki “çete”nin AGOS gazetesi Genel Yönetmeni Hrant Dink’i öldüreceğini “sağır sultan” duymuşken, “istihbarat elemanı” Erhan Tuncel’den gelen bilgiyi örtbas ettiği mahkemede astsubaylarca açıklanan Albay Ali Öz’ün jandarma mensubu olması rahatsız edici, “yaralayıcı” değil midir?
Ya JİTEM’in 1990’lı yıllardaki faaliyetleri? İtirafçılar eliyle, PKK’ya yardım ettikleri öne sürülen kişilerin öldürülmesi?
“Derin devlet” rezaletleri Susurluk kazasıyla ortaya döküldüğünde toplum ayağa kalktı.
Işık söndürme eylemleri yapıldı.
TBMM’de soruşturma komisyonları kuruldu.
Ancak, gerçek sorumlulara dokunulamadı. Çatlı’nın arkasındaki güç Veli Küçük, komisyona çağrıldığı halde Meclis’e gitmedi.
Korunup-kollanmakla kalmadı, terfi ettirildi. Paşa oldu!
Dönemin Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman da eski MİT müsteşarı olarak Uğur Mumcu suikastı dahil pek çok “derin” olaydan bilgi sahibi olmasına karşın—Gazetelerin Ankara temsilcileri ve yazarlarıyla bir araya geldiği yemekli bir söyleşide “İçinizden biri de öldürülebilir!” demişti—suskunluğunu korudu.
Keşke Işık Koşaner Paşa’nın “münferit” dediği olayların üzerine o zaman gidilebilseydi. JİTEM dağıtılsaydı! Veli Küçük’lerin Ergenekon örgütlenmesine izin verilmeseydi.
“Darbecilik” suçlamaları emekli Jandarma genel komutanlarına uzanmasaydı.
28 Şubat sürecinde, Susurluk’un aydınlanması için “ışık söndürülen” milyonlarca ev arasında “askeri lojmanlar” da vardı.
Koşaner Paşa şimdi “küresel güçler tarafından kurgulanan, medya, akademik ve sermaye çevreleri ile sivil toplumda yuvalanan postmodern bir tabakanın propaganda ve etki ağı”ndan yakınırken, adı “postmodern darbe”ye çıkmış 28 Şubat’tan bu yana “postmodern demokrasi”nin güçlendiğini nedense kabul etmez gözüküyor.
Ergenekon adlı “suç örgütü”nün ortaya çıkarılması, Türkiye’nin artık darbelerle yönetilmeyeceğinin anlaşılması, demokrasinin güçlendirilmesi de “ulus devlet”in çıkarına değil midir?!
Milliyet, 29 Ağustos 2008
|