"Gerçekten" haber verir 27 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Atatürk’ün orduyu siyasetin dışında tuttuğu doğru mu?

Ordunun siyasete karışmasının yanlışlığını dile getirme sadedinde çok başvurulan bir tarihsel ‘kanıt’ vardır. Denir ki, ‘Atatürk her zaman orduyu siyasetin dışında tutmaya özen göstermişti.’ Ne var ki, her işinde temel referansı Atatürk olan silahlı kuvvetler bile bu uyarıyı hiç ciddiye almamıştır ve öyle görünüyor ki şimdiden sonra da almaya da niyeti yoktur.

Peki, askerler bu uyarıyı ciddiye almamakta haksız mıdırlar dersiniz? Bana göre değil. Çünkü, (bu konunun ‘uzmanı’ olarak) onlar Atatürk’ün orduyu siyasete bulaştırmadığı iddiasının gerçek olmadığını bilmektedirler. Evet, görünüşe göre, Atatürk zamanında silahlı kuvvetler siyasete karışmamıştır; ama bu, Atatürk’ün bunu demokratikleşme adına yaptığı, hele kendi siyasetini orduya dayanmadan yürüttüğü anlamına gelmez.

Atatürk’ün orduyu siyasetin dışında tuttuğu iddiası çoğu zaman şu tarihsel olguya dayandırılır: Cumhuriyet’in daha ilk aylarında (Aralık 1923’te) çıkarılan bir kanunla, subay ve askerlerin milletvekili seçilmeden önce ordudan istifa etmeleri zorunluluğu getirilmiş ve Mecliste bulunan komutanların komutanlık görevinden istifa etmedikleri sürece Meclis görüşmelerine katılamayacakları öngörülmüştü. Ne var ki, bu olgudan, acele bir yargıyla, Atatürk’ün demokratik duyarlılığı yönünde bir sonuç çıkarmak hiç de inandırıcı değildir.

Çünkü, bununla sağlanmak istenen, siyasetin asker baskısı ihtimalinden kurtarılarak sivilleştirilmesi olmayıp, Milli Mücadelenin önderleri arasındaki iktidar çekişmesinde Atatürk’ün kendi konumunu sağlamlaştırmak istemesiydi. Nitekim, söz konusu kanundan önce, Atatürk orduyu muhtemel rakiplerini tasfiye edecek şekilde yeniden örgütlemişti. Bu yeni düzenleme sonucunda Kazım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy gibi milli mücadelenin önde gelen şahsiyetleri ordu müfettişliklerine atanmak suretiyle Ankara’dan uzaklaştırılmıştır. Refet Bele ise kendisine görev verilmeyerek ordudan istifa etmek durumunda kalmıştı.

William Hale’in ifadesiyle, ‘(a)ncak bu yeni örgütlenmeden sonradır ki, Atatürk Cumhuriyeti ilan etme ve cumhurbaşkanlığına seçilmesini güvence altına alma ve ardından da Mart 1924’te halifeliği kaldırma yönünde önemli adımlar atabildi.’ Aslında bu olay, Nisan 1923’te Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda yapılan değişiklikle Birinci Grup dışındaki siyasi grup ve örgütleri vatan hainliğiyle suçlanma tehlikesiyle karşı karşıya bırakan gelişmelerin askeri alana teşmil edilmesi olarak görülebilir.

Kısaca, tarihsel açıdan, Atatürk kendi siyasetini orduya rağmen (orduyu siyasetin dışında tutarak) değil, ordunun -Mareşal Fevzi Çakmak aracılığıyla- sadakatini garanti ederek yürütmüştür. Esasen, kişisel olarak kendisine sadık olduktan sonra, ordunun siyasete karışıp karışmamasının önemi olmadığı gibi, böyle bir karışmaya zaten ‘gerek’ de kalmıyordu. Kaldı ki, sözünü ettiğimiz, karizmatik tek liderin şahsıyla özdeşleşmiş olan bir rejimdir; böyle bir rejimdeki asker-siyaset ilişkisinden demokratik bir rejim için anlamlı sonuçlar çıkaramayız.

Sonuç olarak demek istiyorum ki, demokratik siyasetin ilke ve kurallarını doğrulamak için ikide bir tek-parti yönetiminden sözde kanıtlar getirmeye çalışmak hem yanlıştır, hem de çıkmaz bir yoldur. Kaldı ki, bu ilke ve kurallara saygı duymayanları bu yolla ikna etmenin mümkün olmadığı da şimdiye kadar defaatle görülmüştür.

Star, 26.7.2008

Mustafa Erdoğan

27.07.2008


 

Sak üstünde damdağan

Luciano Benjamin Menendez, emekli bir korgeneral...

Arjantin ordusundan emekli.

Don Luciano, seksen yaşında.

Müebbete, yani ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Kodeste ölecek. Arjantin’de müebbetin “ağırlaştırılmış” türü var mı bilmiyorum, fakat askeri hapisanede değil, “sivilde” yatacakmış.

Çünkü kararı veren, sivil mahkeme.

Arjantin’de emekli generaller sivil mahkemede yargılanabiliyorlar. “Askeri” suçlara askeri mahkeme bakıyor, Luciano Menendez’in işlediği sübut bulmuş “insanlık suçuna” da sivil mahkeme...

Menendez Paşa, dikta döneminde, La Perla’da yüzlerce kişinin “yokolmasından” sorumlu tutuluyor. Eskiden oranın komutanıymış.

Aynı zamanda, üçüncü kolordu komutanı. 1983’te emekli olduktan sonra da bir faşist parti kurmuş (ben Wikipedia’nın yalancısıyım.)

Birkaç kere yargılanmış fakat her seferinde yırtmış. Bir keresinde hapis de yemiş ama eski cumhurbaşkanı Carlos Menem ona “özel af” uygulamış.

Bu sefer kaçamadı...

Ziverbey Köşkü, pardon, La Perla misafirhanesi, Cordoba kentine on beş kilometre uzaklıkta bir toplama kampıydı. Aynı zamanda bir işkence merkeziydi. (Google Earth’e baktım.) İki bin iki yüz kişilik bir “yatak kapasitesi” varmış bu tesisin. (Deniz ve havuz yok.)

1976 ile 1983 arasında oradan otuz bin kişi gelmiş geçmiş, çoğundan bir daha haber alınamamış!

Otuz yıl sonra, emekli general bu yüzden müebbet yedi. Mahkeme, Arjantin Ceza Kanunu’na göre yetmiş yaşını aşan kişilerin hapis cezalarını evlerinde çekebilmeleri kolaylığından Menendez’i mahrum bıraktı, temyiz yolunu da kapadı. Çeşitli rütbelerde yedi yardımcısı da, on sekiz yıldan başlayıp müebbete kadar giden cezalara çarptırıldılar. Bunlardan kimileri de gizli servis elemanlarıymış.

Cordoba valisi Juan Schiaretti de, basına verdiği demeçte, Menendez’in “işkencelerin ve ölümlerin baş planlamacısı ve uygulayıcısı” olduğunu bildirmiş.

Bendeniz aslında, haberi geçen Arjantinli meslekdaşım, Reuters’in Buenos Aires muhabiri Cesar Iliano’nun yalancısıyım.

Ne yazık ki kendisini tanımıyorum...

Tanısaydım, şu soruyu soracaktım:

Gerçi Arjantin başka bir kıtada, Güney Amerika’da ama, Türkiye’den önce Avrupa Birliği’ne girer mi dersin?

Sabah, 26.7.2008

Engin Ardıç

27.07.2008


 

Nefret tohumları

Tarımın ve dolayısıyla uygarlığın Ortadoğu coğrafyasında başlamasına şaşırmamalı. Ne de olsa bereketli topraklar. Hatta öyle yerleri var ki, tohum atmak bile yetiyor ürün almak için. Fakat ne yazık ki, en fazla ekilen, ekilmekten vazgeçilse bile her taşın altından kendi kendine çıkan habis bir ur gibi yayılan bir tohum var ki, bütün coğrafyayı iyi, güzel ve insani olandan kopartıp, çoraklaştırıyor, çöle çeviriyor: Nefret tohumu.

Nefret tohumu ekimine bahane bulmak mümkün, tarihsel ya da dinsel nedenler, politikacıların oyunları, emperyalistlerin marifeti, bölgede gözü olanların kışkırtmaları falan filan. Ama benim aklım yine de, bir insanın tanımadığı başka bir insana bilerek isteyerek zarar vermesini, onu yerinden yurdundan etmek için olağanüstü çabaya girişmesini ve bunu da meşru görmesini bir türlü almıyor.

Geçenlerde, İsrail ordusundan üst düzey bir yetkili, Filistinlilere karşı kışkırtıcı eylemler yapan yerleşimcilerin hizaya sokulması gerektiğine dair bir şeyler söylemiş. Günaydın İsrail Ordusu!

İsrail, 1967’de Batı Şeria ve Gazze’yi işgal ettikten sonra, bir avuç dindar Yahudi, El Halil’e gidip yerleşti. Elbette, Yahudilerin de, kendileri için kutsal saydıkları yerleri ziyaret hakkı var. Ama başkasının toprağına el koymak, kendi evinde yaşamak için direnenleri yıldırmaya çalışmak başka bir şey. Başlangıçta yerleşimcilerle ne yapacağını bilemeyen İsrail hükümetleri, neredeyse her isteyene işgal ettiği topraklarda yaşama izni vermeye başladı. Burası su kaynaklarına yakın, yerleşim kurulsun; burası stratejik nokta, yerleşelim; burası dinimiz açısından kutsal, taşınıverelim. İzin vermek yetmedi, teşvik edildi yerleşimler, vergiler az, kiralar ucuz. İsrail’e yeni bir hayata başlamak için gelen Yahudiler -özellikle de eski Sovyetlerden- bu çalınmış topraklara evler yaptı. Tabii ki silah taşıma ve kullanma izinleri de vardı. Yerleşimciler, yalnızca topraklarını genişletmek isteyen İsrail’in uç beyliği olmaktan çıkıp, araba hırsızlığından uyuşturucuya kadar yasadışı işlere bulaşan ama nedense bir türlü cezalandırılmayan para-militer örgütler haline döndü. Filistinlilere yönelik katliamlar yapıyorlar, onlara ait tarlaları, zeytin ağaçlarını yakıyorlar.

Yerleşimciler çok çocuklu aileler. Başkasının malını çalıp da üstüne oturmaya çalıştığınızda, elbette dirençle karşılaşırsınız. Etrafı dikenli tellerle çevrilmiş, askerlerin koruduğu, herkesin silahlı gezdiği yerlerde doğan ve büyüyen, yapılan hırsızlığı meşrulaştırmak için sürekli Filistinlilerin insan bile olmadığı propagandası ile büyüyen bu çocuklar, kendilerine ‘bayır çocuğu’ adını takıp içlerine özenle ekilen nefret tohumunu yeşerttiler.

Ama artık öyle bir noktaya geldi ki iş, İsrail ordusu bile şikâyete başladı. ABD yönetiminin, ‘artık bu yerleşimcileriniz de fazla olmuyor mu’ tavrı da eklenince, şimdi göstermelik bir hımhımlama başladı İsrail yönetiminde.

Ancak yine de İsrail’in kendi siyasi partileri de olan, şiddetin tadına bir kez baktıkları için duramayan yerleşimcileri gerçekten de netlemek ya da işledikleri suçlara ceza vermek gibi bir arzusu olduğunu sanmıyorum. Yoksa sayıları neredeyse yarım milyona yaklaşan yerleşimcileri daha da arttırmak için planlar yapmazdı. Bütün dünya, barışın önündeki en büyük engellerden biri olarak gördüğü yerleşimlerin genişlemesinin durdurulması için çağrılar yaparken yeni yerleşim birimleri açmazdı. İsrail daha dün Ürdün vadisindeki bir yerleşim birimini genişleteceğini duyurdu dünyanın gözünün içine baka baka.

İsrail, Batı Şeria’yı kendi topraklarına katmanın yolu olarak yerleşimlerin sayısını artırabilir, bunun Filistinlileri kaçırtmak için iyi bir yöntem olduğunu düşünebilir ama işleri dönülmez bir noktaya götürdüğünün farkında mı? Filistinli topraklarına yerleşmiş İsrailli sayısı arttığında, Filistinlilerin nüfusu arttıkça, Filistinlilerin ve İsraillilerin coğrafi sınır ayrımları ortadan kalktıkça, İsrail bir gün kendisini iki milletli tek devletli bir yapıda bulabilir. Aslında barış için en iyi çözüm belki de bu ama bu da bir Yahudi Devleti olarak İsrail’in sonu demek. Çünkü nefret, eninde sonunda içine yerleştiği toprağı da kurutur, onu ekeni de bitirir.

Radikal, 26.7.2008

Ayşe Karabat

27.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır