Devletle çeteleşmenin birbirine karıştırıldığı bir yapılanmanın adıdır Ergenekon. Devlet adına devlet gücünü kullanarak belli bir dünya- da içi boş sloganı kullanarak kendine resmi meşruiyet sağladığı yarı legal yapılanma da diyebiliriz. Aslında tümüyle illegal olmasına rağmen bu konumdan gocunmayan, korkmayan ve hatta bu gizlilikten güç alan bir yapılanmadan bahsediyoruz.
Bir zamanlar çok moda olan “derin devlet”i kendilerinin temsil ettiği izlenimi vererek adeta “devlet benim” diyen bu şekilde hareket eden, bu nedenle devlet gücünü, otoritesini, dokunulmazlığını kullanan, her türlü hesap vermekten kendini azade sayan bir yapı. Daha doğrusu bünyesine kattığı kadroları ve yapılanmasına bakarak bir örgütlenmeden söz edilecek olsa da etki gücü itibariyle sahip olduğundan kat kat fazlasını gösteren bir davranış psikolojiden söz ediyoruz. Birçok resmi, gayrı resmi isimleri içine alabilen, yönlendiren, etkisi altına alan bir bir yaptırım gücünün harekete geçirdiği zincirleme etkiden söz ediyoruz. Ta ki büyü bozulana kadar Temelleri devlet ve ideolojisinin toplumla kurduğu ilişkiden ve bunun sağladığı üstünlük duygusuna dayandıran bu hal, aslında devlet geleneği dediğimiz yarı kutsanmış bir algı biçiminden alır. Ve bu kültür daha çok Ergenekonlar doğurmaya namzettir. Ergenekon’un, derin devlet midir yoksa bilinç altımıza yerleşen ‘derin ve devlet fikri’ni kullanarak siyasete, topluma müdahale eden bir çeteleşme mi olduğu sorusunun cevabı gerçekten “dağ fare doğurdu” yorumundaki metaforla açıklanabilir.
Evet, CHP’lilerin dediği gibi “dağ fare doğurdu”. Ancak burada dağ ve fare metaforundaki karşılıkları yerli yerine oturtmak gerekir. Ergenekon’un açığa çıkarılmasıyla siyaset üzerindeki vesayetin kalktığını, demokrasi dışı müdahalelerin önünün kesildiğini düşünenler için dağ fare doğurmuştur. Ergenekon üzerinden siyasetin sivilleşmesini, siyaset dışı müdahalelerden arınmasını temenni edenlerin sükutu hayale uğradıkları açık.
Ne var ki, daha özgürleştirici bir siyaset dili geliştiremeyenlerin tüm taleplerini Ergenekon operasyonu üzerinde inşa etmeleri hayal dağının da fare doğurması demektir.
Açıkçası kendi siyasal söylemlerini kuramayan ya da sahip çıkamayan, ödünç siyaset dili üzerinden köklü toplumsal talepleri gerçekleştirmek, bunu dile getirmek iddiasında olanlar için dağ fare doğurmuştur. Bu çapsızlık gösterisi, özellikle Türkiye’de İslami hassasiyetleri taşıyan kesimler açısından son derece ders alınması gereken bir sürece işaret ediyor. Siyasal talepleri ifade ediş yani siyaset dili üretme/kurma anlamında son derece eklektik, kendinden olamayan bir dil geliştiren bu kesim adeta iktidar tuzağına düşerek ‘söylem körlüğü’ içine girmiştir. Siyaset dili anlamında ‘söylem körlüğü’nü, kendi siyasetine ilişkin özgün dilini kaybederek ödünç kavramların gölgesinde meşruiyet arama talebi, dili olarak tanımlayabiliriz. Her şeyin iyi gittiği sürece bir meşruiyet aracı olarak sürüme sokulan ödünç kavramlar, ödünç söylemler hayli yararlı görülebilir. Ancak kriz zamanlarında ve neyi niçin talep ettiğiniz ve neyi elde ettiğiniz sorusu sorulmaya başlandığında sarsıcı gerçekle yüz yüze gelinmesi kaçınılmazdır.
Bu iddiası olan, kendi siyaset dilini geliştirerek alternatif olma amacındaki tüm siyasi görüş ve taraflar için geçerli bir durum. İslami hassasiyeti olan kesimler açısından özel olan husus ise hem iktidar körlüğüne hem de söylem körlüğüne düçar olmalarıdır. Bu körlük tam da Ergenekon’a yüklenen beklentilerde somut biçimde ortaya çıkıyor.
Birkaç emekli askeri bürokratın tutuklanması ile Türk siyasetinde bir milat yaşandığını düşünen bu kesimin tüm özgürleştirici taleplerini bu operasyon üzerinden kurgulamak yanılgısına düşmesi durumu tam da sözünü ettiğim söylem körlüğüne tekabül ediyor. Oysa Türkiye’de sadece kendi taraftarlarının talepleri açısından değil bu ülkenin yarınlara kalabilmesi için İslami kesimlerin geliştireceği yeni bir siyaset tarzına, söylemine ihtiyaç duyulduğu bir dönemdeyiz. Hemen herkesin aynı kavram ve söylemlerle özgürlük talebinde bulunması, aynı kelimelerle mevcut durumu eleştiriyor olması alternatif söylemlere olan ihtiyacı daha derinden hissettirmektedir.
Neocon uzantılarına karşı çıkarken neoliberal tuzaklara düşmenin ne demek olduğunu, bu ülkenin ihtiyaç duyduğu siyaset dilini geliştirmesi beklenenlerin ödünç kavramlara sığınarak kendine alan açma yanlışlığına ibret nazarıyla bakmak gerekir. Kapitalizme karşı çıkarken liberal, küresel işgale karşı çıkarken küresel sermayenin kuşatmasına razı olmanın acıklı halidir.
Yeni Şafak, 17.7.2008
|