"Gerçekten" haber verir 18 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Devlet nerede imiş?

Aklıma iki sonuç geliyor: -Ya devlet yokmuş, ya da devlet Ergenekonmuş. Ergenekon’la ilgili bilgiler açıklandıkça, başka türlüsünü düşünemiyorum. Devlet varsa, bütün bunlardan bundan çok önce haberdar olmalıydı, ancak devletle Ergenekon’un iç içe geçmesi halinde, bunca iş sereserpe yapılmış olabilir. Şimdilerde “Başbakan ne kadar haberdar bu işlerden?” diye soruluyor ya... Keşke Başbakan en ince ayrıntılarına kadar biliyor olsa bu işi, derim ben.

Vaktiyle Mesut Yılmaz, “Ben bile Susurluk’un ancak yüzde 20’sini biliyorum.” demişti. Başbakanlar gerisini bilmezse, Türkiye’de böylesine bir Ergenekon devi oluşur.

Hizbullah’ta o var, PKK’da o var, İbda-C’de o var, Yeşil’le ilgisi var, orduda uzantısı var, yargıda bilmem nesi var, medyada şusu var...

Ne bu? Bir örgüt!

Ve siz, bugün kavramaya çalışıyorsunuz.

Onlarca faili meçhul cinayet işlenmiş...

Cumhurbaşkanları bile rutin – dışı işlerin yapılabileceğinden bahsetmiş...

Kürt meselesi gerçekten Kürt meselesi mi, din ve laiklik tartışması gerçekte din ve laiklik tartışması mı, Atatürk ne, Cumhuriyet ne, darbeler niye yapılır, darbelerin TSK bünyesindeki karşılığı ne, başbakan asanlar kim?

Türkiye, iktidardaki bir partinin kapanma davasına kilitlenmiş durumda...

Bu iş sadece yargı işi mi?

Yavuz Donat, dün Ceyhan Mumcu ile konuşmuş... Diyor ki Ceyhan Mumcu:

“-Danıştay saldırısını bile önceden öğrendim, gereken uyarıyı yaptım, yine davet edip bildiğimi, neler bildiğimi soran olmadı.”

Uğur Mumcu’nun kardeşi Ceyhan Mumcu diyor ki: “Bunlar derin devleti de aşan bir takım karanlık işler. Olayın ucu dış ülkelere ulaşıyor. Bir büyük devlet patronluk yapıyor. O devlet başka bir devlete görev veriyor. (Mumcu Sky Türk’teki programda bu iki devletin ABD ve İsrail – Mossad olduğunu söyledi) Görevi alan devlet kirli işleri İslamcı görüntülü adamlara yaptırıyor. Böylece bir taşla birkaç kuş vurulmuş oluyor. Bu insanlar öldürülüyor, onlardan kurtulunuyor. Türkiye’nin dış ilişkileri de etkileniyor... Senaryoya göre Türkiye ile İran’ın arası açılmak isteniyor.” Alın bakalım, şu iddialar, Ergenekon iddianamesinde yazılanlardan daha az şaşırtıcı mı?

Baykal avukatlığa soyunuyor.

Şu Danıştay cinayeti iddiası karşısında hala avukatlık yapmaya hazır mı? Yavuz Donat, dünkü yazısında, Mehmet Elkatmış’ı da konuşturmuş. Şu anda Meclis dışında bulunan Elkatmış, vaktiyle, TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanlığı yapmış, Faili Meçhulleri Araştırma Komisyonunda görev almış...

Donat’a, faili meçhullerin araştırılması sırasında, görevlendirdikleri bir hakimin dramatik hikayesini anlatıyor. Sonuç, hakimin bir Amerika seyahati, ardından trafik kazasında ölümü, cebinden çekler senetler çıkması ve nihayet komisyona, bazı güçler tarafından sokulduğu bilgisine ulaşılması... Oyun içinde oyun “Jeton bende geç düştü” diyor Elkatmış bu sızma kanaatini anlatırken... Elkatmış, Ergenekon için diyor ki, “Dava iyi bir başlangıç ama her şeyin aydınlanacağını sanmıyorum.” Neden? “Bu işler ucu bir yerlere dayandığı zaman tıkanıyor!”

“Ucun dayandığı yer” ne ki?

Eğri oturup doğru konuşalım. Bu dava büyük bir dava. Asla şu an tutuklananlar veya gözaltına alınanlarla sınırlı bir dava değil.

Akla bin türlü soru geliyor: Bitlis Paşa’dan Mumcu’ya, Kışlalı’ya, Hablemitoğlu’na, Üçok’a, Aksoy’a, Özbilgin’e, Fendoğlu’na, Musa Anter’e, Öcalan’a, Fadime Şahin’e, Ali Kalkancı’ya, Müslim Gündüz’e, 9-12 Mart’a, 12 Eylül’e... Dink’e, Santoro’ya...Malatya’ya, Çorum’a, Maraş’a, Madımak’a... ulaşan sorular...

Baykal, çok rahat avukatlığa soyunuyor.

“Şimdi Madımak’la da ilgi kurarlar!” diyor alaycı üslupla....

Ya yukarda saydığım her şeyi çözmüş olmalı Baykal, ya da bunların çözülmemiş olmasında bir sakınca görmüyor olmalı...

Evet bu davalarla ilgili bazı yargılamalar ve mahkumiyetler oluyor, ama sonuçlar hiç kimseyi tatmin etmiyor. Çünkü, “Daha derinlerde bir şeyin sonucu bunlar” kanaati herkesin zihnini zorluyor. “Acaba, Ergenekon’la ilgili olarak adı geçenler gerçek aktörler midir?” sorusu benim zihnimi meşgul ediyor. İddianameye girenler bile daha büyük, daha köklü bir yapıyı gerektiriyor. Kaldı ki, iddianameye girmediği halde, yakın geçmişte Ergenekon ikliminden doğmuş izlenimi veren yığınla olay yaşanmış Türkiye’de ve onların da görülmesi gerekiyor.

Kaygım şu:

Bu büyük yapının, yargının şu andaki taşıma gücü içinde kavranması zor görünüyor.

Bunu bir şey değiştirebilir: Hükümet, Meclis (iktidarı muhalefeti ile), TSK, istihbarat birimleri ve Yargının “Temiz eller operasyonu”nda ahenkli bir çalışma yürütmesi... Bunun için herkesin “Devlet temizlensin” kararında buluşmasından başka gereklilik de yok.

Bugün, 17.7.2008

Ahmet Taşgetiren

18.07.2008


 

Kemalist terör örgütü

Basına sızan bilgilere göre Ergenekon İddianamesi’nde şöyle bir ifade var: “Ergenekon terör örgütü Kemalist ve Atatürkçü ideolojinin arkasına saklanıyor.”

Ergenekon soruşturmasında tutuklananları siyaseten en iyi ifade eden kelime şüphesiz Kemalist. Atatürk’ü başka amaçlar için kullanmadıklarına, hepsinin samimiyetle Kemalist ve Atatürkçü olduğuna 70 milyon şahittir.

Muhtemelen savcılık “devletin resmî ideolojisini savunan bir terör örgütü” gibi, dünyada eşi benzeri olmayan bir garabetin içine düşmemek için, “arkasına saklanan”ın arkasına saklanmayı tercih etmiş. İddianame ile ilgili pazartesi günü basın toplantısı düzenleyen (nedense bende bu işi zorla yapıyormuş gibi bir izlenim bırakan) İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın özenle seçtiği ifadeler de bu kaygının bir başka delili: “Tabii Ergenekon terör örgütü derken buradaki terör herkesin bildiği klasik anlamdaki ‘bölücü’ veya ‘ideolojik’ terör değildir.” Halbuki Ergenekon İddianamesi’nde basına sızmayıp, bizzat Başsavcı tarafından sunulan bölümdeki örgüte dönük suçlamalara bakınca, bu değilse ne klasik terördür diye insan sormadan edemiyor. Yeniden hatırlayalım:

“Silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek, silahlı terör örgütüne üye olmak, silahlı terör örgütüne yardım etmek, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmak veya görev yapmasını engellemeye teşebbüs, Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı halkı isyana tahrik, patlayıcı madde bulundurmak, atmak, bu suçlara azmettirmek, Danıştay saldırısına ve Cumhuriyet gazetesine patlayıcı madde atmak suçlarına azmettirmek, devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etmek, kişisel verileri kaydetmek, askeri itaatsizliğe teşvik, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik...” Karşımızda klasik bir terör örgütü var. Devletin resmî ideolojisini kendine rehber edinmesi bu gerçeği değiştirmez. İşte ülkemizin Atatürkçülerini ve Kemalistlerini şimdi bu sınav bekliyor. Yıllarca Marksistlere, Kürtlere, İslamcılara karşı kullandıkları “terörist de” kırbacı şimdi onların sırtında patlamakta. Yapmaları gereken basit ama zor bir şey. Bu uzun ve ağır suçlama listesiyle ve pek çok ciddi iddiayla yargının önüne gelmiş Ergenekon’a terörist demek. Kemalist olduğunu söyleyen zanlılardan oluşan bu terör örgütüyle ilgili hukukî sürecin eksiksiz ilerlemesine iyi niyetli katkı yapmak. Eleştirmek, ama örtbas etmemek. Sorgulamak, ama karalamamak. Benim teröristim iyidir tuzağına düşmemek. “Bana Kemalistler adam öldürüyor dedirtemezsiniz” dememek. Bugüne kadar bu sınavda pek başarılı oldukları söylenemez. Uzun süre, bırakın terörist demeyi Ergenekon bile demeyi reddettiler. Ergenekon’u terör ile değil komplo, masal, efsane kelimeleriyle kullanmayı tercih ettiler. Arkasında savcı cesetleri, linç edilmiş meslektaşlarının hikâyeleri olan, zor bir yola çıkmış bir savcının işini zorlaştırmak için her şeyi yaptılar. Hükümetin adamı ilan ettiler, eline bir tespih taktılar, başına da bir sarık geçirip karşısında güldüler. Türkiye’nin karanlık tarihinde faillerini arayan mağdurların hayaletleri de onların bu haline güldü. Bugünden sonra Ergenekon soruşturmasında en büyük sorumluluk Kemalistlere düşüyor. Çünkü bu kez teröristler onlardan. Eğer şeriat geliyor, ülke bölünüyor, vatan hainleri, dış işbirlikçiler kültünde ısrar ederlerse durumdan vazife çıkaran başkalarının yolu da Ergenekon’a çıkabilir.

Ama gerçeklerle yüzleşirlerse, çağa uygun yeni bir değerlendirme yapmayı denerlerse, kötü yollara sapmış, şiddete başvurmuş yoldaşlarla aralarına mesafe koyabilirlerse, Ergenekon soruşturmasında ucu kendilerine dokunsa da sonuna kadar gidilmesini desteklerlerse ve Ergenekon’a terörist demeyi başarabilirlerse bu travmadan ortaya ‘Sivil bir Kemalizm’ çıkabilir. Enerjilerini, kurtuluş için tek yolun Kemalizm olduğuna herkesi ikna etmeye harcarlar. Başarmazlarsa, ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisini savunanlar neden Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmakla suçlanıyor’ travmasından kurtulamazlar.

Aydınlanmanın gür sesi Kant, şimdi onlara sesleniyor: Sapare Aude! Aklınızı kullanmaya cesaret edin!

Taraf, 16.7.2008

Yıldıray Oğur

18.07.2008


 

‘Söylem körlüğü,’ Ergenekon körlüğü

Devletle çeteleşmenin birbirine karıştırıldığı bir yapılanmanın adıdır Ergenekon. Devlet adına devlet gücünü kullanarak belli bir dünya- da içi boş sloganı kullanarak kendine resmi meşruiyet sağladığı yarı legal yapılanma da diyebiliriz. Aslında tümüyle illegal olmasına rağmen bu konumdan gocunmayan, korkmayan ve hatta bu gizlilikten güç alan bir yapılanmadan bahsediyoruz.

Bir zamanlar çok moda olan “derin devlet”i kendilerinin temsil ettiği izlenimi vererek adeta “devlet benim” diyen bu şekilde hareket eden, bu nedenle devlet gücünü, otoritesini, dokunulmazlığını kullanan, her türlü hesap vermekten kendini azade sayan bir yapı. Daha doğrusu bünyesine kattığı kadroları ve yapılanmasına bakarak bir örgütlenmeden söz edilecek olsa da etki gücü itibariyle sahip olduğundan kat kat fazlasını gösteren bir davranış psikolojiden söz ediyoruz. Birçok resmi, gayrı resmi isimleri içine alabilen, yönlendiren, etkisi altına alan bir bir yaptırım gücünün harekete geçirdiği zincirleme etkiden söz ediyoruz. Ta ki büyü bozulana kadar Temelleri devlet ve ideolojisinin toplumla kurduğu ilişkiden ve bunun sağladığı üstünlük duygusuna dayandıran bu hal, aslında devlet geleneği dediğimiz yarı kutsanmış bir algı biçiminden alır. Ve bu kültür daha çok Ergenekonlar doğurmaya namzettir. Ergenekon’un, derin devlet midir yoksa bilinç altımıza yerleşen ‘derin ve devlet fikri’ni kullanarak siyasete, topluma müdahale eden bir çeteleşme mi olduğu sorusunun cevabı gerçekten “dağ fare doğurdu” yorumundaki metaforla açıklanabilir.

Evet, CHP’lilerin dediği gibi “dağ fare doğurdu”. Ancak burada dağ ve fare metaforundaki karşılıkları yerli yerine oturtmak gerekir. Ergenekon’un açığa çıkarılmasıyla siyaset üzerindeki vesayetin kalktığını, demokrasi dışı müdahalelerin önünün kesildiğini düşünenler için dağ fare doğurmuştur. Ergenekon üzerinden siyasetin sivilleşmesini, siyaset dışı müdahalelerden arınmasını temenni edenlerin sükutu hayale uğradıkları açık.

Ne var ki, daha özgürleştirici bir siyaset dili geliştiremeyenlerin tüm taleplerini Ergenekon operasyonu üzerinde inşa etmeleri hayal dağının da fare doğurması demektir.

Açıkçası kendi siyasal söylemlerini kuramayan ya da sahip çıkamayan, ödünç siyaset dili üzerinden köklü toplumsal talepleri gerçekleştirmek, bunu dile getirmek iddiasında olanlar için dağ fare doğurmuştur. Bu çapsızlık gösterisi, özellikle Türkiye’de İslami hassasiyetleri taşıyan kesimler açısından son derece ders alınması gereken bir sürece işaret ediyor. Siyasal talepleri ifade ediş yani siyaset dili üretme/kurma anlamında son derece eklektik, kendinden olamayan bir dil geliştiren bu kesim adeta iktidar tuzağına düşerek ‘söylem körlüğü’ içine girmiştir. Siyaset dili anlamında ‘söylem körlüğü’nü, kendi siyasetine ilişkin özgün dilini kaybederek ödünç kavramların gölgesinde meşruiyet arama talebi, dili olarak tanımlayabiliriz. Her şeyin iyi gittiği sürece bir meşruiyet aracı olarak sürüme sokulan ödünç kavramlar, ödünç söylemler hayli yararlı görülebilir. Ancak kriz zamanlarında ve neyi niçin talep ettiğiniz ve neyi elde ettiğiniz sorusu sorulmaya başlandığında sarsıcı gerçekle yüz yüze gelinmesi kaçınılmazdır.

Bu iddiası olan, kendi siyaset dilini geliştirerek alternatif olma amacındaki tüm siyasi görüş ve taraflar için geçerli bir durum. İslami hassasiyeti olan kesimler açısından özel olan husus ise hem iktidar körlüğüne hem de söylem körlüğüne düçar olmalarıdır. Bu körlük tam da Ergenekon’a yüklenen beklentilerde somut biçimde ortaya çıkıyor.

Birkaç emekli askeri bürokratın tutuklanması ile Türk siyasetinde bir milat yaşandığını düşünen bu kesimin tüm özgürleştirici taleplerini bu operasyon üzerinden kurgulamak yanılgısına düşmesi durumu tam da sözünü ettiğim söylem körlüğüne tekabül ediyor. Oysa Türkiye’de sadece kendi taraftarlarının talepleri açısından değil bu ülkenin yarınlara kalabilmesi için İslami kesimlerin geliştireceği yeni bir siyaset tarzına, söylemine ihtiyaç duyulduğu bir dönemdeyiz. Hemen herkesin aynı kavram ve söylemlerle özgürlük talebinde bulunması, aynı kelimelerle mevcut durumu eleştiriyor olması alternatif söylemlere olan ihtiyacı daha derinden hissettirmektedir.

Neocon uzantılarına karşı çıkarken neoliberal tuzaklara düşmenin ne demek olduğunu, bu ülkenin ihtiyaç duyduğu siyaset dilini geliştirmesi beklenenlerin ödünç kavramlara sığınarak kendine alan açma yanlışlığına ibret nazarıyla bakmak gerekir. Kapitalizme karşı çıkarken liberal, küresel işgale karşı çıkarken küresel sermayenin kuşatmasına razı olmanın acıklı halidir.

Yeni Şafak, 17.7.2008

Akif Emre

18.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır | Site yöneticisi | Editör