"Gerçekten" haber verir 04 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Yargıya güvenmek lâzım ama...

Son Ergenekon soruşturması kapsamında yapılan gözaltıları her zaman olduğu gibi herkes kendi meşrebine göre yorumladı.

“Yargıya güvenmek lazım ama...” diye başlayan cümlelerin devamında tehdit, şantaj, akıl almaz iddialar ve daha neler neler vardı.

9 basın meslek örgütü, değerli gazeteciler Mustafa Balbay ve Ufuk Büyükçelebi’nin gözaltına alınmasını protesto etti.

Aynı meslek örgütlerinin, geçmişte şiddete hiç bulaşmadığı halde sadece kendi fikrini açıkladığı için hapsi boylayan başka gazeteciler için neler söyleyip, yazdığını hatırlayan yok elbette.

İlk akla gelenlerden biri Yeni Asya Gazetesi sahibi Mehmet Kutlular’dır. Kutlular, “Deprem ilahı ikazdır” dediği için 9 Mayıs 2000’de 2 yıl 1 gün hapis cezasına çarptırıldı. Kutlular’ın sözünü beğenmeyebiliriz ama fikir ve ifade özgürlüğünü savunuyorsak beğenmediğimiz ve işimize gelmeyen gazetecileri de savunabilmeliyiz. Üstelik bunu “ama” ile başlayan cümle kurmadan yapabilmeliyiz. Türkiye, CHP lideri Deniz Baykal’ın dediği gibi yeni bir kırılma yaşıyor. Ama bu kırılma onun sandığı gibi, cumhuriyetin temel değerlerine karşı bir kırılma değil. Tam tersine o değerleri pekiştirecek bir kırılmadır bu. İki emekli orgeneralin gözaltına alınması, bu açıdan önemli. Daha önce emekli Oramiral İlhami Erdil, harcamalarda usulsüzlük yaptığı için ceza almıştı. Yani Hurşit Tolon ve Şener Eruygur paşaların adli takibe uğraması ilk değil. Zaten gözaltıların hem yasalara hem vicdana uygun şekilde yapıldığını herkes söylüyor.

Madem “Herkes suçu ispatlanana kadar masumdur” ilkesi var. O yüzden bu kadar gürültü patırtı koparmaya gerek yok.

Yargı süreci biter, masum olanlar beraat eder.

Türkiye’nin en büyük problemi, sözde “dokunulmaz” olan milletvekilleri dışında herkesin bir şekilde kendine has dokunulmazlık zırhına bürünmüş olması.

Milletvekili dokunulmaz ama bütün eleştiri okları onların üzerinde.

Ama güya dokunulmazlığı olmayan rektörlere dava açamıyorsunuz.

Yargıçlara dava açamıyorsunuz.

Askerlere dava açamıyorsunuz.

Gazetecilere dava açamıyorsunuz.

Herkes, bir şekilde milletvekillerine bahşedilenden çok daha güçlü bir dokunulmazlık zırhına bürünmüş. Kimse bu zırhın delinmesini istemiyor.

Son operasyonlar, bu sanal dokunulmazlık zırhının yıkılmasında önemli bir rol oynayacak. Gözaltına alınanlar suçludur ya da suçsuzdur demiyorum. Buna bağımsız Türk mahkemeleri karar verecek.

Bu ülkenin iyiliği için hangi kurumda olursa olsun, çürük elmaların temizlenmesi gerekiyor. Ergenekon operasyonu, hiçbir sonuca ulaşmasa bile sadece bu açıdan bile çok önemlidir.

Bir de bu operasyonlar bize gösteriyor ki artık içe dönük ordu modelleri çöküyor, tıpkı Berlin Duvarı’nın çökmesi gibi!

Bugün, 3 Temmuz 2008

Nuh Gönültaş

04.07.2008


 

Ergenekon’un ‘arka planı’: ‘Darbe Günlükleri’...

Türkiye, 1 Temmuz 2008 günü, “Hukuk Devleti” olma doğrultusunda, “hukukun üstünlüğü”nü “olmazsa olmaz” bir “rejim ilkesi” olarak yerleştirmek yolunda en önemli istasyona uğradı.

1 Temmuz 2008, bu bakımdan, 1 Temmuz “Kabotaj Bayramı”ndan daha önemli bir gün olarak kayıtlara düştü.

1960’tan bu yana askeri darbeler, askeri müdahaleler ve darbe girişimleri ile lekelenmiş siyasi tarihimizde ilk kez emekli de olsalar “orgeneral” rütbesi taşımış olan, kuvvet ve ordu komutanlıkları gibi kilit görevlerde bulunan iki kişi, gözaltına alınabildi.

Yani, “Türkiye’de asla olmaz” sanılan bir şey gerçekleşti. “Hukukun rütbelerden, sıfatlardan üstün olduğu”nun Türkiye’de de mümkün olabileceği ortaya çıktı.

AK Parti kapatılsa, hatta Başbakan Tayyip Erdoğan siyasi yasaklı durumuna düşse bile ki,—bunun Avrupa demokratik normlarıyla asla bağdaşmayacağı artık ayan beyan ortada—1 Temmuz 2008 günü vardığımız noktanın önemi ve değeri ortadan kalkmaz.

Ergenekon soruşturmasının, gereği gibi ele alınır ve yürütülürse, yakın siyasi tarihimizin “en önemli olayı” olma niteliği taşıyacağına bu köşede daha önce de değindik. Hep bir “ihtiyat kaydı” bırakıyorduk. Çünkü, Türkiye’de hep aksine alıştırıldık. İşte Susurluk soruşturmasının akıbeti, işte Şemdinli. O nedenle, “sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesi” misali, 1 Temmuz 2008’in önemine de kuşku duyanların sayısı fazla.

Tedirgin zihinler, “Şimdi ne olacak? İşler nereye varacak?” sorusunu dudaklarından eksik etmiyor ve “Hukuk Devleti” yolunda atılmış bu dev adımdan gereğince sevinemiyorlar.

Bana gelince, “Ergenekon soruşturması”nın son “gözaltı dalgası”na ilişkin muhatap olduğum her soruya, “Darbe Günlükleri”ni açıp okuyun cevabını veriyorum “Ergenekon soruşturması”nı yürüten Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz’ün incelettirmesi üzerine, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı, emekli Oramiral Özden Örnek’in bilgisayarından çıktığı emniyetçe “teknik olarak” kanıtlanan “Darbe Günlükleri”nde bugün aranan her sorunun cevabı var.

***

Nokta dergisi 29 Mart-4 Nisan 2007 tarihli 22.sayısında “Darbe Günlükleri”ni yayınladı. “Hayret verici ayrıntılarıyla SARIKIZ ve AYIŞIĞI-2004’te iki darbe atlatmışız!” kapak başlığı ile sayfalarca yayınlanan söz konusu “Darbe Günlükleri”nden bazı bölümler:

“20 Ocak 2004- Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda yapılacak kuvvet komutanları toplantısına katıldım. MGK ön toplantısı perşembe günü yerine yarına alındığı için bir koordinasyon ihtiyacı doğmuştu. (...) Konuşmalar sırasında Jandarma Genel Komutanı (Şener Eruygur) daima bir ihtilal özlemi içersinde, bir an önce bu işi yapalım şeklinde konuşuyordu. Bugün de defalarca tekrar etti...”

“6 Şubat 2004- Sabah doğruca Jandarma Genel Komutanlığı’na gittim ve orada üçümüz buluştuk. Durumu tekrar gözden geçirdik. Jandarma Genel Komutanı hala darbe yapalım diye inat ediyordu... Sabah toplanmamızın esas gayesi Kıbrıs konusunda neler yapılabileceği konusunda seçenekleri gözden geçirmek. Ancak biz bu konuyu bırakıp darbe yapacak mıyız yoksa yapmayacak mıyız konusuna girdik. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’u ikna etmek oldukça güç. Bir netice alamayacağımı bildiğim halde yine de onu ikna etmeyi denedim. Pek ikna olduğunu söyleyemem...”

Bu notlardan bir süre öncesinde, 6 Aralık 2003’te düşülen not ise şöyle:

“... Kendimize göre bir eylem planı yapmaya karar verdik.

-Önce basını ele geçirmeye çalışacaktık...

-Sonra rektörler ile temas edip öğrencileri sokağa dökecektik.

-Sendikalar ile aynı şekilde hareket edecektik.

-Sokaklara afiş astıracaktık.

-Derneklerle temas edip onları da hükümet aleyhine teşvik edecektik.

-Bütün bu olayları yurt çapında yapacaktık.

Yukarıdakiler SARIKIZ olarak anılacaktı...”

SARIKIZ’cıların, şu andaki Kara Kuvvetleri Komutanı, önümüzdeki ay sonu Genelkurmay Başkanı olması beklenen Orgeneral İlker Başbuğ hakkındaki duygu ve düşüncesini merak ediyor musunuz? 1 Aralık 2003 tarihli günlükte, İlker Başbuğ’dan girişimlerine destek bulamadıkları anlaşılıyor; şöyle not düşülmüş:

“II Başkan (Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ) güvenilecek bir general değildi. Kendi yararını ülke yararı üzerinde tutuyordu. Ve bize kesin cevaplar vermiyordu.”

“Ülke yararı”nın darbe yapmak ile eş anlamlı olarak kullanıldığını belirtmeye herhalde gerek yok.

Benzeri ifadeler Şener Eruygur’a atıfta bulunularak, 29 Şubat 2004 tarihli günlükte şu andaki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt için de kullanılıyor.

“Darbe Günlükleri” okunduğu vakit, 1 Temmuz 2008 günü gözaltına alınan isimlerden bazılarına rastlanıyor. Bu arada, CHP ile temaslar, Onur Öymen ile biraraya gelmeler, günlüklerde epey yer tutuyor.

Ve, bütün bunlar, önceki günkü “gözaltı dalgası”ndan sonra kimin ne tepkiyi, niye verdiğine de ışık tutuyor.(...)

Referans, 3 Temmuz 2008

Cengiz Çandar

04.07.2008


 

Bir general portresi...

Ergenekon soruşturmasında gözaltına alınanların kimliklerine bakarken, gazetelerden birinde şu başlığa rastladım:

‘Özkök’ü dinlemeye çalışan ‘Sarı Levent’ de sorguda.’

Başlığın hemen altındaki başlık kadar çarpıcı paragraf da şöyleydi: Darbe planlarında Şener Eruygur’la birlikte hareket ettiği ileri sürülen eski Jandarma İstihbarat Daire Başkanı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz de Ergenekon kapsamında gözaltına alındı.

Emekliliğe ayrılan Ersöz’ün, Ankara’da 2003 yılı sonu ve 2004 yılı başlarında, darbeye karşı çıkan eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve bazı üst düzey komutanların telefonlarının dinlenme girişiminde parmağı olduğu iddia ediliyor.

Sarıkız ve Ayışığı darbe palanlarında Eruygur’la birlikte hareket ettiği ileri sürülen ve Ergenekon operasyonun kilit isimlerinden Jandarma İstihbarat eski Daire Başkanı Levent Ersöz’ün adı Hakkári’de Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz’in Silopi Jandarma Karakolu’nda kaybolmasıyla ilk kez gündeme geldi. Olayı soruşturması gereken Alay Komutanı Albay Levent Ersöz generalliğe terfi ettirildi ve Jandarma İstihbarat Daire Başkanlığı’na atandı.’

***

‘Levent Ersöz’ün adı yedi yıl önce Hakkári’de Serdar Taniş ve Ebubekir Deniz’in Silopi Jandarma Karakolu’nda kaybolmasıyla ilk kez gündeme geldi’ cümlesi alıp beni o günlere götürdü.

Birkaç kişi olayın peşine düşüp yetkililerle görüşmek için Silopi’nin yolunu tutmuştuk...

Olayın devamı internet hafızasına şöyle kazınmıştı:

Kayıpların yakınları Türkiye’de sonuç alamayınca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu.

Mahkeme kararında ayrıca dönemin Şırnak İl Jandarma Komutanı Levent Ersöz’ün duruşmaya getirilmediği, 25 Ocak 2001’de Serdar Tanış’ı telefonla arayan jandarma görevlisinin isminin mahkemeye bildirilmediği, savcılıkça yürütülen soruşturmadaki evrakın ‘gizlilik’ kararı nedeniyle mahkemeye sunulmadığı sonucuna varıldı ve Türkiye toplam 190 bin Avro tazminat ödemeye mahkûm edildi.’

***

Türkiye mahkûm oldu ama...

Alay Komutanı Albay Levent Ersöz generalliğe terfi ettirildi ve Jandarma İstihbarat Daire Başkanlığı’na atandı.

Sonrasını gene dünkü gazetelerden okuyalım:

‘Sarıkız’ ve ‘Ayışığı’ darbe girişimlerinde Eruygur ve dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman’ın sağ kolu olarak çalışan Levent Ersöz, istihbaratı yeniden yapılandırdı.

Emekli Albay Erdal Sarızeybek tarafından kaleme alınan ‘Ya Gazi Paşa Duyarsa’ adlı kitapta, Ersöz’ün, AK Parti’ye darbe girişimlerine karşı çıkan eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün telefonlarını dinlemeye çalıştığı ileri sürülmüştü.

Kitapta Ersöz’ün Urfa’da görevli istihbarat yüzbaşısı Selçuk Sazaklı’dan dokuz telefonun üç aylık dökümünü istediği, Sazaklı’nın durumu aktardığı komutanı Albay Erdal Sarızeybek’in Türk Telekom’dan istenilmesi gerektiği halde alaydan telefon dökümlerinin istenmesinden şüphelendiği belirtildi.

Sarızeybek’in ‘Bizden dökümünü istediler’ dediği telefon numaralarının, darbeye karşı çıkan Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile üst düzey bazı komutanlara ait olduğu anlaşıldı.

Orgeneral Şener Eruygur emekliye ayrılınca, Jandarma İstihbarat Dairesi Başkanı Levent Ersöz de görevden alındı. Bilecik’e tayini çıkan Ersöz, bir yıl sonra emekli edildi.’

***

Emeklilik sonrası ‘faaliyetlerine’ ait bilgilere de dün bizim Star’da rastladım:

‘Şener Eruygur’un Jandarma Genel Komutanı olduğu dönemde çalıştığı ekibi, emekliliğinin ardından da yanından ayırmadığı belirlendi.

Eruygur, Ersöz ve Uğur’un emekli olduktan sonra da istihbarat çalışmalarına ara vermedikleri, Ergenekon yapılanması içerisinde faaliyetlerini sürdürdükleri belirlendi. Eruygur’un bütün illegal istihbarat ve takip işlerini bizzat Atilla Uğur ve onun kurduğu özel bir ekibin gerçekleştirdiği tespit edildi.’

***

Yaşamı yorumlamaya çalışan bizim gibiler için hayat, açılıp kapanan parantezler toplamıdır...

Yedi yıl önce ‘kaybedilen’ iki kişinin peşine düştüğümüz karabasan türü bir gezide duyduğum bir isimle açılan bir parantez, dün bir farklı bir biçimde kapandı...

O parantezin içinin doldurulmasını ve anlatmaya çalıştığım portrenin değerlendirmesini ise Ergenekon üzerinde daha soğukkanlı düşünmek isteyenlere bırakıyorum.

Star, 3 Temmuz 2008

Mehmet Altan

04.07.2008


 

Tayyip Erdoğan babayiğit midir?

EĞER gerçekten “babayiğit” olsaydı...

Eğer gerçekten hiçbir şeyden çekinmeyen, ürkmeyen ve sonuna kadar giden bir demokrasi delisi olsaydı...

“Türk Silahlı Kuvvetleri’nin seçilmiş hükümete posta koyması” karşısında...

Yani o meşhur “e-muhtıra” gecesinde...

Biraz sert bir karşılıklı durumu eşitleme çabasına girişmek yerine...

Yani...

Emrindeki bürokratlarla eşit duruma geçmekle iktifa etmek yerine...

Görürdü restini, koyardı postasını...

Ve derhal bir emekliye sevk etme operasyonunda bulunurdu...

* * *

Eğer gerçekten “babayiğit” olsaydı...

Eğer gerçekten tek derdi “demokrat duruş” olsaydı...

Mademki...

Görevleri başındaki kuvvet komutanlarının ve bazı orgenerallerin “Sarıkız” kod adlı darbe planları yaptıklarından hepimizden önce haberi vardı...

Mademki...

Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’in “Darbe Günlükleri” ortaya çıkmadan, Abdullah Gül “Sarıkız’dan haberimiz var” diyordu...

O halde...

Kuvvet komutanlarının ya da orgenerallerin emekli olmalarını falan beklemeden...

Yani...

Olayı zamana bırakmadan...

Derhal bir emekliye sevk etme girişiminde bulunması gerekirdi...

* * *

Eğer gerçekten “babayiğit” olsaydı...

Eğer gerçekten tek derdi hukuk olsaydı...

Öyle ya da böyle...

Sırf bir iddianame hazırladı diye...

Ve o iddianamede bazı asker kişileri suçladı diye...

Bir savcıyı “Fizan”a sürmekten beter duruma düşürmeye gönlü razı gelmezdi...

Olaya bir biçimde müdahale eder ve o savcının hakkını korurdu...

* * *

Kısacası...

Demem o ki...

Son günlerdeki itiş kakışın ardından...

“Şu Tayyip Erdoğan da yaman adammış vesselam... Devr-i iktidarında deve dişi gibi generaller darbeciliğe kalkışmak suçlamasıyla gözaltına alındı...” diyerek övgüde eli açık davrananlar...

“Breh! Breh!” çekenler...

“Türkiye Cumhuriyeti’nde bir ilk” diyerek olayı kutsayanlar...

Korkarım ki...

Çok kısa bir süre sonra...

“Hey gidinin efesi” türküsünü çığırmak durumunda kalacaklardır...

Çünkü...

Uzlaşarak, konuşarak, hesaplanarak, bilgi vererek...

Yapılmış bir gözaltı operasyonundan...

Yani...

Üniformasızlığın kıskacına düşmüş iki emekli generalin gözaltına alınmasından...

“Milat” çıkmaz...

“Artık bizde de Yunanistan’daki gibi olacak” cümlesi hiç çıkmaz...

Sadece itiş kakış çıkar...

Ki şu anda yaşanan biraz da budur...

Hürriyet, 3 Temmuz 2008

Ahmet Hakan

04.07.2008


 

Kurtarıcılardan kurtulmadıkça

Bu ülkede, ‘askerin kurtarıcılığı’ndan kurtulmadan demokrasi kurtulmaz! Bu ülkede, ‘askeri ideoloji’ boyunduruğundan kurtulmadan demokrasi düze çıkmaz! Çünkü demokrasilerde ordu, ‘devlet içinde devlet’ değildir. Çünkü demokrasilerde ordu, ‘siyasal parti’ gibi davranmaz, davranmasına izin verilmez.

Meclis’te 411 milletvekilinin oyuyla geçen bir anayasa değişikliğini yok sayacaksın. Bir iktidar partisinin halktan aldığı yüzde 47 oyu yok sayıp onu kapatmaya kalkışacaksın.

Sonra da kalkıp ‘hukuk’tan söz edeceksin, ‘demokrasi’den söz edeceksin.

Olmaz böyle şey!

Kimseye yutturamazsın.

Bunun adı ne hukuktur, ne de demokrasi!

Bunun adı, bu ülkede asker-sivil bürokrasinin ‘demokrasi korkusu‘dur ya da ‘demokrasiye karşı direnişi‘dir.

***

(...)

Ergenekon’un da böyle bir sürecin parçası olduğu konusunda herhangi bir kuşkum yok.

Mahkemede ne olur bilemem.

Ama kafam çok net:

Bu bir demokrasi kavgasıdır.

Hukuk devleti kavgasıdır.

Lütfen bunu saptırmayın.

İnandırıcı olmanız güçtür.

Ve çağımızda demokrasi ancak halkın oyuyla gerçekleşir, darbesel tertiplerle değil, süngünün ucuyla hiç değil.

Milliyet, 3 Temmuz 2008

Hasan Cemal

04.07.2008


 

Sıradan insanların gözaltılarında ses çıkartmazsanız...

Son Ergenekon tutuklamaları nedeniyle yaşananları değerlendirirken biraz da geri çekilip bakmanın faydası var. Yani heyecanı bir an için bırakıp “şekil” sandığımız şeyin içindeki “öz”e bakmaktan söz ediyorum. Ülke ve birey olarak nerede kaybettiğimizi, neden bir türlü toparlanamadığımızı anlamak için...

Hani Ertuğrul Günay’a “bizim çocukluğumuz, gençliğimiz bu tartışmaları izlemekle, hayatımız bunun bedellerini ödemekle geçti, 2008’e geldik, hâlâ bunları konuşuyoruz, çok üzgünüm” dedirten şeyi anlamak için...

***

İşte o gözle baktığımızda ne görüyoruz?

Sinan Aygün’ün gözaltına alınmasına sert tepki gösteren Hisarcıklıoğlu’nun mesela sıradan insanların, kimselerin pek ismini bilmediği bir yayıncının, gençlik örgütü temsilcilerinin gözaltına alınışındaki tuhaflık ve kabalıkların çoğu zaman hiç farkında bile olmadığını görüyoruz.

Ne garip gözaltılar yaşanıyor on yıllardır bu ülkede!

Çıtı çıkmış mı TOBB Başkanı’nın?

Doğrudur; Hisarcıklıoğlu’nun dediği gibi, “Cumhuriyetimizin şerefi adaletidir.”

Ama adalet, Sinan Aygün’ü ayrı tutmadığınız; herkes için aynı hukuku, aynı hakları, aynı muameleyi talep edip savunduğunuz zaman gerçekten adalettir. Burada TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu bir örnek tabii.

Hepimiz üç aşağı beş yukarı aynı tutum içindeyiz!

Her kurum kendi “yakın”ını; kendi cemaat veya kanaat bağını sahipleniyor; sıradan vatandaşın hakkına hukukuna kayıtsız kalıyor.

Sonrası...

Sonrası bu yaşadıklarımız işte...(...)

Vatan, 3 Temmuz 2008

Haşmet Babaoğlu

04.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Gezi Eki Pdf

Bütün haberler

© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır