Ben şuna inanıyorum.
Bir kimya deneyi yapmamız mümkün olsa ve Türkiye’de yaşadığımız tüm siyasi sorunları uzun ince bir tüpe yerleştirip elementlerine ayırsak, çok da kalabalık bir periyodik cetvel elde etmeyiz.
Ve sanırım, o periyodik cetveldeki elementleri “klişeler”, “tabular”, “kültler” diye kendi aralarında gruplamamız hiç de zor olmaz.
Kişilik kültüne yatkın bir toplumuz biz.
Mustafa Kemal’in en başta kendi eliyle ve sistemin desteğiyle yarattığı, zamanla milyonlara mal olan “Atatürk” kültü, bunun en birinci örneği.
Memleketin her şehrinde, her kasabasında heykeli olan; her devlet dairesine, her okula fotoğrafları mutlaka asılan bu büyük lideri, kütleştirmekle aslında küçülttüğümüzü, ölümünden 69 yıl sonra hâlâ anlamamamızdan daha iyi bir zihinsel tutsaklık örneği düşünemiyorum.
Bırakın, Atatürk’ü açıkça eleştirmeye ya da sevmediğini söylemeye kalkışanları, onu gerçek bir insan gibi algılayıp anlamaya çalışanlar bile, suç sınırında gezindiğine göre vay halimize.
Öyle ya Atatürk devrimlerinin “travma” yarattığını söylemenin bile travma yarattığı bir ülkenin çocukları post-travmatik sendromdan kendini nasıl kurtarsın...
Taraf, 27 Haziran 2008
|