Bundan iki yıl önce, 17 Mayıs 2006’da Alparslan Arslan, Danıştay üyelerine tabancayla ateş etti. Saldırıda 2’nci Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin öldü. Dün yapılan törende, hem bu saldırı bir kez daha kınandı, hem de “ yargı şehidi “ Özbilgin anıldı. Nur içinde yatsın.
Danıştay Başkanvekili Gönül Önbilgin, konuşmasında yargıya yapılan eleştirilerden yakındı. Önbilgin’e göre bu eleştirileri yapanlar, “ yargı kararlarını kendi siyasi çıkarlarına uygun bulmayan kişi ve kuruluşlar “ idi. Anayasa Mahkemesi (AYM), Yargıtay ve Danıştay üçlüsüne kısaca “yüksek yargı” adını veriyoruz. Yüksek yargının son yıllarda eleştiri yağmuruna tutulduğu doğrudur. Keşke öyle olmasa; keşke yüksek yargının ve diğer bazı mahkemelerin kritik konulardaki kararlarını gönül rahatlığı ile kabul etsek.
Ama maalesef bu mümkün olmuyor. İşte rahatsızlık uyandıran olaylardan bir demet:
- Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt, AKP’den ihraç edilen ve en hafif anlatımla, “ partinin kapatılmasını isteyen çevrelerle “ temas halinde olan eski milletvekili Turhan Çömez ile Kavaklıdere Tenis Kulübü’nde buluşuyor... Çömez, daha sonra CHP Başkanı Deniz Baykal ile bir araya geliyor.
- Saldırgan Alparslan Arslan yakalandığında, babası “ Oğlumun İslamcılarla bir ilişkisi yok. Namaz bile kılmaz “ diyor. Kız kardeşi ilk duruşmaya başı açık geliyor. Bir süre sonra baba, “ İslamcı “ açıklamalar yapmaya başlıyor. Kız kardeşi başını örtüyor. Arslan’ın, Ergenekoncularla ilişkisini gösteren, fotoğraf da dahil sürüyle kanıt sunulmasına rağmen mahkeme bu bağlantıyı kurmuyor. Böylece saldırı “ kapatma iddianamesine “ giriyor.
- Deniz Baykal, “ 367 gereklidir, kararı alınmazsa çatışma çıkar “ diyor. Genelkurmay internet sitesinde 27 Nisan (2007) bildirisi yayınlanıyor. Anayasa Mahkemesi sesini çıkarmıyor. “ Siz ne karışıyorsunuz “ diyemiyor. Böyle bir ortamda “ 367 gereklidir “ kararı çıkıyor. Anayasa hukukçularının da lime lime ettiği bu kararı, Başbakan Erdoğan eleştirince kabahatli oluyor, AYM ona kızıyor.
- Yüksek yargı mensupları sık sık yargının “ bağımsız “ olması gerektiğinden dem vuruyor. Ancak “ adaletin yerini bulması “ için bağımsızlıktan çok daha önemli olan “ tarafsızlık “ ilkesinden kimse söz etmiyor. AYM Başkanı “tarafsızlığa” söyle bir değinince hemen kaşlar yukarıya kalkıyor.
- Başbakan Adnan Menderes’ in, “ emir-komuta “ zinciri içindeki bir mahkemenin kararıyla 1961’de idam edilmesi, onu hiç tanımamış günümüz gençlerinin bile vicdanını sızlatıyor. Devlet, Menderes için anıt mezar yaptırarak özür diliyor. Buna rağmen Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan, 1960 darbesini ve idamları savunan bir açıklama yapabiliyor.
- Artık iç hukukumuzun bir parçası olmasına rağmen mahkemeler ve yüksek yargı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarını dikkate almıyor. Türkiye, AİHM’de “ en çok mahkûm olan “ ülkelerin başında geliyor. Bunlar bir solukta saydıklarımız. Daha nice olay var bu türden. Şimdi bunlara bakarak “ yüksek yargı tarafsız bir biçimde davranıyor “ diyebilir miyiz? “ Yüksek yargının kararları nesneldir, adildir, siyasi görüşlerden muaftır “ diye düşünebilir miyiz? Bu ve benzeri örnekler, “eleştirenlerin” değil, “ eleştirilenlerin “ siyasi niyetlerle hareket ettiğini, kararlar aldığını göstermiyor mu? Özetle: Yargının “ tarafsız ve nesnel “ yani “ adil “ olmasını istiyoruz. Bu basit talebi, “ siyasi çıkar ifadesi “ sayanların bizzat kendisi siyasi çıkar peşindedir. Başka sözüm yok!
Sabah, 18.5.2008
|