Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 27 Nisan 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

CHP ve Aborjinler

Dün Çanakkale Savaşları’nın 93. yıl dönümüydü... Anma etkinlikleri çerçevesinde Gelibolu Yarımadası’nda bulunan Anzak Koyu’nda ‘Şafak Ayini’ düzenlendi.

Ayine geleneksel olarak dedelerini anmak üzere Türkiye’ye gelen Avustralya’lılarla Yeni Zelanda’lılar katıldı.

Bildiğiniz gibi Birinci Dünya Savaşı’nda, İngilizlere destek vermek amacıyla oluşturulan birliklere ANZAK (Anzac) adı verilmekte...

ANZAK, Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu anlamına gelen (Avustralia and New Zeland Army Corps) kelimelerinin baş harflerinden meydana gelmiş bir kısaltma.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Çanakkale Savaşlarında 30 binden fazla Avustralyalı ve Yeni Zelandalı hayatını kaybetti...

***

Törende konuşan Avustralya Savunma Bakanı Joel Fitzgibbon, Avustralya, Yeni Zelanda, İngiliz ya da Osmanlı üniforması giydiklerine bakılmaksızın tüm askerlerin buradaki savaşta gösterdikleri cesaret, sorumluluk ve fedakárlığa hayranlık ve saygı duyduklarını kaydetti. Bakan, bu insancıl konuşmayı nezaketen mi yaptı yoksa daha anlamlı bir neden daha var mıydı?

Tabii ki vardı.

Yeni kurulan İşçi Partisi Kabinesi’nin bir üyesiydi ve partinin temel felsefesini hümanizma oluşturuyordu.

Aslında, dünya solundaki gelişmeleri bize sol, sosyal demokrat ve ilerici partilerin anlatması gerek.

Ama ben, son zamanlarda bu kamptaki gelişmeleri en iyi izleyen www.ikincigrup.com sitesinden de yararlanarak özetleyeyim.

***

Avustralya’da geçtiğimiz 24 Kasım yapılan genel seçimlerinde iktidar el değiştirdi.

Epey uzun bir ‘muhafazakár’ aradan sonra İşçi Partisi iktidar, partinin genel başkanı Kevin Rudd da başbakan oldu.

Ülkede hızlı bir değişim ve dönüşüm dönemi başladı.

Rudd seçimlerin hemen ertesi günü BM İklim Konferansı’na katılarak, Kyoto Protokolu’nu imzaladıklarını açıkladı.

Ardından, Avustralya’nın ‘Aborijin halkından’ geçmişte yapılan haksızlıklar nedeniyle resmen özür diledi.

***

Geçtiğimiz hafta sonu da Rudd, ‘Avustralya 2020 zirvesi’ günleri için sivil toplum örgütlerinden seçilmiş bin kişiyi topladı.

Avustralya Başbakanı amacını, ‘demokrasi penceresinden içeriye taze hava püskürtmek’ olarak tanımladı. 2020 ufkunda Avustralya’nın hangi yönde ‘ilerleme’si gerektiği hakkında düşüncelerin tartışıldığı toplantılardan İşçi Partisi kendisine bir yol çizdi.

‘Ekonomi, Çevre, Kırsal Avustralya, Üretim, Sağlık, Aile, Avustralya yerlileri Aborijin’ler, Yaratıcılık, Hükümet Etme, Dünya’ başlıklı konular konuşuldu, tartışıldı...

Avustralya’yı sol dönüştürmekte...

***

Fransa’da ise...

Yerel seçimlerden zaferle çıkan Sosyalist Parti’de büyük bir atak var...

Sosyalist Parti, ideolojik programını 5. defa değiştiriyor.

Ve partinin farklı tüm akımlarının birlikte hazırlayarak önümüzdeki Kasım ayında yapılacak Kongre’nin onayına sunacağı 21 maddelik ‘İlkeler Bildirgesi’ bir iki gün önce açıklandı.

1905’de farklı sosyalist akımların birleştirilmesi... 1946’da hümanist sosyalizme doğru bir hareket... 1969’da komünist olmayan solun birleştirilmesi...

Ve nihayet 1990’da, ‘devrimci parti’den ‘toplumsal dönüşüm partisi’ne dönüşmek amaçlanıyordu.

(...)

Kısacası, bugün Kurultay toplayan CHP ne ise Fransız Sosyalist Partisi o değil.

***

Avustralya’dan Fransa’ya sol da dáhil her şey derinden değişiyor, CHP ise 1930’lu yılların Ankara’sında...

Oradan kımıldamak istemiyor.

Çünkü CHP sol değil. Tutucu bir devlet partisi... Bizim sorunumuz, sol olmayan bir partiyi sol olarak tanımlamakta direnmek.

Ve o parti, dünyanın sol partilerinin yaptıklarının tersine davrandıkça şaşırmak.

Belki de CHP’yi anlamak ve bu partinin benzerlerini bulmak için dünyadaki ‘sol’ hareketlere değil...

Dünyanın sağına...

Sağın da en ucuna bakmak gerekiyor.

Star, 26.4.2008

Mehmet Altan

27.04.2008


 

Anzakların yaptığı, Türklerin yapmadığı ya da yapamadığı!

Bu Anzaklar neden her yıl gelir ve bize karşı savaştıkları topraklarda, bizim topraklarımızda şafak ayini yapar? Ne işleri var burada ve bu hakkı nereden alıyorlar?

Anzak kelimesi Avustralya ve Yeni Zelandalı askerlerden oluşan birliklere verilen addır. Kuşkusuz bunu bilmeyen yok. Zaten ANZAC kelimesi, yukarıdaki tamlamanın İngilizcesinin baş harflerinden oluşuyor. (Australian and New Zealand Army Corps) Peki Anzakların torunlarının aradan geçen onca yıla rağmen hâlâ Çanakkale’ye niçin geldiğini biliyor muyuz? Torun Anzaklar; İngilizlerin zoruyla bundan 93 yıl önce Çanakkale’de şehit düşen dedeleri için Anzak Koyu’nda şafak ayini düzenledi. Her yıl olduğu gibi...

Kendi topraklarımız dışında yapılan savaşlarda bizim de dedelerimiz şehit düştü. Biz neden onlar için böyle faaliyetler yapmıyoruz ya da yapamıyoruz? Kaçımız onların (varsa) mezarlarının nerede olduğunu biliyor? Kaçımız bunu merak etmiştir ve kaçımız, atalarımızın Anadolu dışındaki cephelerdeki mezarlarını ziyaret etmiştir? Avustralya nere, Türkiye nere...

Uçakla bile 24 saat sürüyor bu iki ülke arasındaki yolculuk. Ama her yıl, Anzak torunları hiç üşenmeden Çanakkale’ye akın ediyorlar! Mesela Galiçya Cephesini bilenimiz var mıdır? Osmanlı ordusuna bağlı 6. Kolordu içindeki üç tümen içinde savaşan Anadolu evlatları, Romanya’daki Galiçya cephesinde şehit düşmüştür. Bu cephede hayatını kaybeden Mehmetçik sayısının 20 bini bulduğu söyleniyor. Geriye Bükreş’teki Türk şehitliği kaldı sadece. Oradaki mezarlarda ise 500 şehidimizin ismi yazılı.

En hüzünlü destanların yazıldığı yerlerden biri Yemen cephesiydi. 7. Kolordu’nun evlatları Hicaz, San’a ve Hudeybe gibi yerlerde yatıyor. Birçoğunun mezar taşı bile yok. Makedonya cephesinde, Irak cephesinde, Suriye cephesinde kaç yüz bin Mehmetçik aslanlar gibi savaştı ve şehit düştü bilenimiz var mı? Anzaklar kadar olabiliyor muyuz? Adamlar 20 bin kilometrelik mesafeden belki de tarihlerindeki tek kahramanlık sayfasının izlerini görebilmek için Gelibolu’ya geliyorlar. Her karış toprağından destan fışkıran Anadolu’da yaşayan bizler ise geçmişimize karşı ne yazık ki çok nankörüz. Yaz kampları, rock konserler için uğraşan tur organizatörleri, bence Anadolu dışındaki cephelere turlar düzenlemeli...

Evlatlarımız bu sayede bugünlere nasıl gelindiğini, ulusalcı pompalamalarla şişirilmiş hikaye kitaplarından değil, gözleriyle görerek daha iyi anlama fırsatı bulur.

Bugün, 26.4.2008

Nuh Gönültaş

27.04.2008


 

AK Parti Taksim’de kimin haremini koruyor?

Siyasette başa gelebilecek en kötü şeylerden biri rakibine benzemek olsa gerek. Rakibine benzeyenin, rakibinden bir farkı kalmayanın siyasette bir iddiası da kalmaz. Diğerlerinin hizasına yerleşiverir.

Bakmayın siz uzlaşma kavramının bu kadar kutsandığına. Her şeyden önce siyaseti biraz bereketli kılan uzlaşma değil ihtilaftır. Oysa bir yanda kutsanmış bir uzlaşma etrafında söylemler döktürülürken, diğer yandan ihtilafı bir savaşa, kuralsız bir kör dövüşüne, verimsiz veya tahrip edici bir saldırganlığa indirgemiş bir anlayış işlemeye devam ediyor. Üstelik uzlaşma kavramı bile yeri geldiğinde bu kör dövüşünün en kör edici kavramlarından biri olarak da kullanılabiliyor.

Rakibine benzeme tehlikesi ise bir uzlaşma temelinde olmuyor, aksine bu dövüş esnasında rakibe laf yetiştirirken, rakibin ayak oyunlarına cevap verirken giderek rakip gibi düşünmeye, onun gibi davranmaya, onun üslubunu ve düşünme tarzını benimsemeye başlamakla oluyor. İnsanın rakibi onun en büyük imtihanlarından biridir. Kuşkusuz rakibin kalitesizliği daha çetin bir imtihandır. Bu rakibin salvolarına karşılık verirken ona benzemek riskinden sakınmak için tam bir “siyasi takva” gerekiyor.

AK Parti’nin iktidarda bulunduğu sürede kendi kalitesini ortaya koymak için şimdiye kadarki iktidarlarla kendini karşılaştırmaktan artık vazgeçmesi gerekiyor.

(...)

301. maddede bir arpa boyu yol gidilmiş olduğunu göz ardı ederek haksızlık etmeyelim, ama AK Parti’nin bu konuda arkasına almış olduğu destek sayesinde gidebileceği mesafeyle karşılaştırıldığında, bu hiç de iyi bir yol değildir.

Kapatma davası gibi açık bir saldırıya maruz kalmış olan partinin, saldırı odaklarının çok duyarlı oldukları, ama haksızca kurum kurum kurulmuş oldukları mevzilerine bir “harem” muamelesi yapmasını anlamak mümkün değil. 1 Mayıs’ın bayram ilan edilmesi ve Taksim’de kutlanması konusunda sergilenen direnişle tam da o “harem”in korunduğunu görmüyor olması ciddi bir sorundur. Sonradan tashih açıklaması yapılmış olsa da başbakan Erdoğan’ın işçi sendikalarına yönelik “ayaklar-başlar” benzetmesi tam da AK Parti’nin iktidardayken kendisine yapılan muameleyi en olmaması gereken bir biçimde içselleştirmiş olduğunu gösteriyor. Bir tür köle-efendi diyalektiğinin kuralı çalışıyor gibi.

Kendilerini sistemin sahibi gören birileri AK Parti’li tabana nasıl davrandıysa, hatta bugün nasıl davranıyorsa AK Parti’nin sistemin diğer üveylerine böyle davranması gerçekten düşündürücüdür.

Doğrudur, DTP’liler ayıp ettiler. PKK’nın aslında, Kürtlerin sorunlarını çözmekle hiçbir alakası kalmamış olan ve sadece kendi varlığını korumak ve sürdürmek adına tek çare olarak gördüğü terör sürecini tırmandırmasına karşılık DTP’liler bu süreci politik arenada savunmayı üstlendiler. Ama ortada PKK diye bir örgüt kalmasa bile varlığını sürdürecek bir Kürt sorunu var ve bu sorun bugün DTP’lilere teveccüh etmiş bir kamuoyu çıkarmıştır. Başbakan Erdoğan’ın DTP’liler ile arasına göze batırırcasına koyduğu mesafe kendi kişilik ve anlam dünyası içinde bir yere oturmuyor. Kürt sorununu AK Parti mi üretmiştir ki, o sorunun çözümüne en yakın noktadaki konumunu bir savunma hattına dönüştürüyor?

Doğrudur, Taksim’de 1 Mayıs kutlamasında ısrar eden işçi sendikalarının tutumu soğuk savaş yıllarında kalmış bir zihnin takıntılı hallerini yansıtıyor. Taksim’de 1 Mayıs kutlamasında ısrar Taksim’in bugünkü konumundan dolayı kesinlikle haksız, “Taksim’e cami” ısrarından da daha anlamsızdır. Bunu onlar düşünemiyorlar, ama AK Parti konumundaki bir iktidarın bu konuda çok daha geniş düşünceli olması gerekmiyor mu? Bırakınız yürüsünler!

Onların yürüyüşü bırakınız 1977’de o hunharca katliamı gerçekleştiren ve bugün hâlâ aramızda itibarlı ve hatta “sistem sahipleri” gibi elini kolunu sallamaya bile gerek duymadan kurularak yaşayanları rahatsız etsin.

O odaklar değil midir bugün Ak Parti’ye karşı da iktidardaki 5 yılında 10 cuntacı-komplo teşebbüsünde bulunanlar?

AK Parti kimin haremini kimden sakınıyor?

Yeni Şafak, 26.4.2008

Yasin Aktay

27.04.2008


 

Yeşilaycı bakanlardan rakı kulisi

Adı Geleneksel Alkollü İçki Üreticileri Derneği (GİSDER). Sanırsınız ki en eski derneklerimizden biri; oysa daha 2.5 ay önce kurulmuş! Ama bu kısacık geçmişine rağmen Brüksel’de şube bile açmış.

Evet, artık Avrupa Birliği nezdinde rakının, Türkiye’nin milli içkisi olduğunu kanıtlamaya çalışan, nurtopu gibi bir rakı lobimiz var. Anason ve üzümden üretim, şişeleme, kapak, dağıtım, satış ve ihracata, tarladan havaalanlarındaki Duty Free’lere rakıyla ilgili herkes, Sepetçiler Kasrı’ndaki toplantıdaydı:

Mey İçki’nin sahibi, GİSDER Başkanı Galip Yorgancıoğlu, Efe Rakı’nın ikinci kuşak patronu Egemen Demirtaş, Türkiye Bakkallar Federasyonu Başkan Vekili Eyüp Kıldıran, Kapak tedarikçisi Bericap Türkiye’nin Genel Müdürü Özgür Akın, Taskobirlik Üzüm Kooperatifi Genel Müdürü Nevzat Ağıllı, Korkuteli anason yetiştiricileri adına Yeşiloba Muhtarı Ahmet Uysal...

(...)

Yorgancıoğlu konuşmasına Dışişleri Bakanı ve AB Başmüzakerecisi Ali Babacan’a “desteklerinden dolayı teşekkür”le başladı. Ardından Unakıtan’a da GİSDER’den okkalı bir teşekkür geldi. Sonra Babacan’a birkaç teşekkür daha... Son olarak bir teşekkür de Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’e...

Meğer İskoç viski lobisinin rakının vergisinin yükseltilmesi için harekete geçmesi üzerine hükümet yetkilileri, derneğin kurulmasına ve AB nezdinde lobi faaliyetinde bulunmasına destek vermiş. Anlayacağınız Yeşilaycı bakanlarımız, bizim rakıcılarla birlikte Brüksel’de omuz omuza çalışıyorlar.

(...)

Yorgancıoğlu’nun belirttiğine göre Unakıtan da şimdi “Kimse dokunamaz bizim rakımıza!” diyormuş

Milliyet, 26.4.2008

Meral Tamer

27.04.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri