Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinde oldukça geciktiği ortada. Bu sıralarda iki yeni başlık açılacaktı, ancak ‘teknik nedenler’le bir iki aylık daha gecikme oldu. Aslında 1999’dan beri bir gecikme hali söz konusu. Arada bir önemli hamleler yapan Türkiye, sonra bu hamlelerini uzun nadas dönemlerine yatırmayı alışkanlık edinmiş gibi.
Türkiye’nin Rum bandıralı gemi ve uçaklara liman ve havaalanlarını açmaması nedeniyle 8 başlık askıda. Bu maddelerin arasında tarım gibi gümrük birliği konusuna girmeyen başlıklar var ve bir kısmı tamamen siyaseten askıya alınmış başlıklar bunlar. 5 başlığa ise, tam üyeliğe yol açacağı gerekçesiyle Fransa karşı çıkıyor, yani bunlar da askıda ve değerlendirme yine siyasi.
Bugüne kadar 35 başlıktan sadece Bilim ve Araştırma başlığı geçici olarak kapandı, 5 başlık müzakereye açıldı. Askıya alınanları da düşersek, müzakereye başlanması beklenen 16 başlık var. Bunların içinde, örneğin ‘Eğitim ve Kültür’ gibi, daha açılış kriterleri bile saptanmamış olan başlıklar var. Bu başlıkla ilgili en ciddi direnç, Kıbrıs Rum yönetiminden geliyor. Rumlar, adanın kuzeyindeki üniversitelerin hukuksal durumunun aydınlatılması gerektiğini ve bunlardan bazılarının Türkiye’deki YÖK’e bağlı olmalarının anlaşılmaz olduğunu savunuyor. Türkiye, bunun sorun olacağını düşünüp KKTC YÖK’ünün açılmasını neden desteklemedi bilinmez, ama bugün sorun ortada. Önümüzdeki aylarda, ‘teknik sorunlar’ aşılır ve partileri kapatıyoruz diye süreç tümüyle uzunca bir tatile çıkartılmaz ise, Fikri ve Sınaî Haklar ile İşletmeler Hukuku başlıkları açılacak.
Türkiye gecikti, AB de hevesli davranmadı. Türkiye, bir yandan teknik hazırlıklarında ağır davrandı, bir yandan sürecin kendisini siyasete indirgedi. AB, tüm müzakereyi siyasete indirgemediyse de, bazı başlıkları bazı üyelerinin siyasi beklentilerine kurban etti. Bu durumda, Türkiye ile AB’nin siyaseten uzaklaşma eğilimine girdikleri ve gecikmenin tam da bu uzaklaşmadan kaynaklandığı söylenebilir.
Türkiye-AB ilişkilerinin hali, Hırvatistan’a bakınca daha iyi anlaşılıyor. 1991’de bağımsız ülke haline gelen Hırvatistan, AB’ne 2003’te başvuruyor ve iki yıl sonra da müzakerelerin başlaması öngörülüyor. Ancak, müzakerelerin başlamasını kutlamaya birkaç saat kala AB, General Ante Godovina’yı eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne teslim etmeyen Hırvatistan’la giriş müzakerelerinin başlayamayacağını bildiriyor. Hırvatlar kıyameti koparıyor, bir generalin Hırvatların geleceğini ipotek altına alamayacağını savunanlar ile AB’nin ikiyüzlü ve müdahaleci olduğunu savunanlar arasında ciddi görüş ayrılıkları ortaya çıkıyor. Hırvat milliyetçileriyle Avrupacılar arasında mücadele sürerken hükmet temsilcileri, sivil toplum kuruluşları, uzman kişiler her dakika Brüksel’e gidip geliyorlar, AB üye ülkelerine ikna turları yapıyor ve hatta Komisyon bürolarının önünde yatıp kalkıyorlar. Bu arada, Godovina’nın yakalanmasına yardım eden Hırvatlar, Generali Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne teslim edip AB ile müzakerelere başlamaya hak kazanıyorlar.
2005’te Türkiye ile birlikte müzakerelere başlayan Hırvatistan, 16 müzakere başlığının açılmasını ve iki yıl içinde iki müzakere başlığını geçici olarak kapanmasını başardı. Gecikmesi sadece altı ay olan Hırvatistan’ın önümüzdeki aylarda iki başlığı daha açarak süreci yarılayacağı ve muhtemelen 2010’da tam üye olabileceği öngörülüyor. Hırvatlar bu konuda Türkiye’den daha mı becerikli? Belki. Daha mı çalışkan? Belki. Daha küçük ülke olduklarından daha mı az sorunları var? Yine belki. Ama belli olan bir şey varsa, o da Hırvatistan’ın AB konusundaki siyasal irade ve kararlılığının Türkiye’den çok daha güçlü olduğu.
Star, 25 Nisan 2008
|