Arslanla tilki ormanda geziyorlarmış. Arslan ‘Canım birini dövmek istiyor’ deyince tilki yakınlarından geçmekte olan tavşanı işaret etmiş: ‘Al, döv!..’ Arslan kibirli.. ‘İyi de bunu bahanesiz yapmak şanıma yakışmaz... Bana bahane lazım’ deyince tilki ‘Tasalandığın şeye bak, bundan kolay ne var, bana bırak’ deyip tavşanı çağırıp ‘Senin niye şapkan yok’ diye sormuş, sonra tavşanı pata küte dövüp rahatlamışlar. Aradan birkaç gün geçmiş, gezerlerken arslan gene birini dövmek istediğini söylemiş. Bakmışlar aynı tavşan orada. Çağırmışlar, yine ‘Senin niye şapkan yok’ demişler, yine dövmüşler. Uzun zaman devam etmiş bu durum. Bir gün arslanın canı yine birini dövmek istemiş. Her zamanki gibi tavşanı çağırmışlar. Ama arslan bu kez ‘Yahu hep aynı bahaneyle dövmeyelim’ diye hormurdanınca tilki ‘Tamam, ben ayarlarım’ deyip yaklaşmış tavşana: ‘Git bize yoğurt getir!.’ demiş.. Tavşan yanlarından uzaklaşırken arslan ‘Ne yapmak istiyorsun’ dercesine tilkiye bakmaya başlamış. ‘Merak etme sen.. Kaymaklı yoğurt getirirse, niye kaymaksız getirmedin diye; kaymaksız getirirse, niye kaymaklı getirmedin diye döveriz’ demiş tilki. Arslanın hoşuna gitmiş bu fikir. Ama tam o sırada tavşan dönüp ‘Yoğurt kaymaklı mı olsun, kaymaksız mı’ deyince tilki ne yapacağını şaşırmış. Öfkeyle ‘Gel lan buraya!...’ diye bağırıp yanına çağırmış tavşanı: ‘Senin niye şapkan yok!..’ Girişmişler pata küte!..
AKP elbette tavşan masumiyetinde değil. Ama kapatma davasının toplumda uyandırdığı hisse uygun bir hikâye bu..
Zira geçmişte yani 1971’de Milli Nizam Partisi’nin kapatılması davası sürecinde, daha sonra 1998’de Refah Partisi’nin kapatılmasıyla ilgili davada yaşananlar herhalde ‘Senin niye şapkan yok’tan pek farklı olmadı. Dolayısıyla o dönemde Anayasa Mahkemesi’nin izlediği yola, yaşanan sürece bakıp bugün ne olacağını tahmin etmek mümkün. Yasa koyucu ‘Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak’ suçunun subut bulması için bu iddianın partilerin yetkili organları veya yönetim sorumluluğunu üstlenmiş kişilerinin fiil ve beyanlarına dayanılarak yerel mahkemelerde açılmış davalar sonucu ‘Kesinleşmiş mahkeme kararları’na dayanmasını talep ederken, MNP ve RP davalarında Anayasa Mahkemesi buna gerek olmadığı düşüncesiyle Siyasi Partiler Yasası’nın ilgili maddesini iptal ettikten sonra kapatma kararı vermiş; ya da önce kendi kuruluş ve yargılama usullerini belirleyen yasanın bir maddesini iptal edip ardından kapatma kararı almıştı. Bunları unutmak mümkün değil.
Keza Anayasa’nın başlangıç bölümü dahil üç maddesine, Siyasi Partiler Kanunu’nun pek çok maddesine aykırı filleri dolayısıyla, yani son derece ağır bir suçlamayla kapatılan Milli Nizam Partisi’nin yöneticileri hakkında, ne ceza davası açıldığını ne de herhangi bir sorumlusunun siyasetten yasaklaması yoluna gidildiğini, Necmettin Erbakan’ın rahatça yurtdışına çıkıp İsviçre’ye yerleştiğini de unutmamak lazım.
AKP’ye gelince, şayet hakkında kapatma kararı çıkarsa, yasanın aradığı ‘Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak’ fiilinin öznesi ‘eylem’lerinden dolayı değil ‘söylemlerinden’ dolayı, yetkili organlarınca alınmış kararlardan dolayı değil, gazetelerde yer almış beyanlar ve haberlerden dolayı kapatılmış olacak.
Açıkçası ben dava nasıl sonuçlanacak diye merak içinde değilim.. Ancak şundan eminim ki, farkında olmasak da yaşadığımız süreçte muhtemelen sistemin son sıçramasının tanıkları konumundayız. İlk bakışta bu süreçte yargının hırpalandığını görmek üzüntü veriyor elbette; ama bu da değişimin tam o noktada başlanması gerektiğini düşünmeye vesile olur belki.
Anayasa Mahkemesi’nin yetkileri arasında bulunmayıp kendi kendine ihdas ettiği ‘yürütmeyi durdurma’ yetkisinin, yüksek mahkemeye şirin görünme çabasındaki AKP’nin hazırladığı anayasa taslağında yer aldığını bilerek söylüyorum bunu..
Radikal, 9.4.2008
|