Mahmut Esat Bozkurt türk hukuk tarihinde çok önemli bir isim, Atatürk dönemi Adalet Bakanı ve bugün hala devletler hukuku derslerinde örnek vaka olarak okutulan uluslararası Lotus davasının altında türk tarafı olarak imzası bulunan kişi.
1920’ler, 30’lar, 40’lar hem Türkiye’nin hem de dünyanın çok farklı siyasi dengeler içinde bulunduğu dönemler ve ciddiyeti elden kaçırmamak için de bu dönemleri kendi kavramsal çerçeveleri içinde ele almak, öyle değerlendirmek belki daha doğru bir tutum.
Cumhuriyet dönemi uzmanları, tarihçiler bu konu etrafında zaten çalışıyorlar ve çalışacaklar ve tarih içinde de insanlar kararlarını verecekler ve muhtemelen insanların bu kararları da birbirlerinden çok farklı olacak ama bu farklılıklar da günümüzü ancak marjda ilgilendirecek.
İnternet ortamında Mahmut Esat Bozkurt ismini yazdığınızda karşınıza gelen bilgilerden rahmetli Bozkurt hakkında çok farklı kanaatlere ulaşabilirsiniz.
Meseleye daha iyimser bir gözlükle bakıyorsanız Türkiye’nin ilk uluslararası hukuk davası olan ve Türkiye’nin kazandığı Lotus davası üzerinden Mahmut Esat Bozkurt’u hatırlayabilirsiniz; o tarihlerde Lahey Adalet Divanı’na gitme konusunda ısrarcı olmak, bu konuda Atatürk’ü ikna etmek çok kolay şeyler değil.
Bugün dahi hala devletlü zihniyetin bir dizi konuda Lahey Adalet Divanı’na gitmede saçma sapan ulusalcı korkular nedeniyle ne kadar çekingen davrandığını da hatırlayalım.
1943 senesinde vefat eden Mahmut Esat Bozkurt’u başka türlü hatırlamak da mümkün.
İnternet ortamlarında genellikle ‘türkçü Bozkurt’ diye adı geçen eski Adalet Bakanı’nı 7 Nisan tarihli Star gazetesinde Ahmet Kekeç’in köşesinde yazdığı ve Ağrı kürt isyanından sonra söylediği ‘Türk bu ülkenin yegane efendisi, yegane sahibidir. Saf türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman hatta dağlar bu hakikatı böyle bilsin.’
Bu ifade de Mahmut Esat Bozkurt’a ait ve bugün dinlediğiniz zaman, şayet aklınızı peynir ekmekle yememişseniz, tüyleriniz diken diken oluyor.
Mahmut Esat Bozkurt’un Ağrı kürt isyanı sonrası verdiği bu demeçle dağlara yani kürtlere, yani saf türk soyundan olmayan bu insanlara bu ülkedeki gelecekteki konumları çok net bir biçimde hatırlatılıyor, gösteriliyor.
Mesele 1930’larla da sınırlı değil; Mahmut Esat Bozkurt’un demeci üzerinden çok net bir biçimde yine saf türk soyundan olmayan başka bir yurttaşımızın, Hrant Dink’in de macerasını okuyabilirsiniz.
Yazının başında da vurgulamaya çalıştığım gibi Mahmut Esat Bozkurt’u çağı içinde ele alalım, eleştirelim, beğenelim ama bugüne yönelik örnekleri, dersleri Bozkurt üzerinden üretmeyelim, ancak meselelere 2008 senesinde başka türlü bakmanın da artık çağdaşlığın, hukukçu olmanın bir gereği olduğunu unutmayalım.
Geçtiğimiz Cumartesi günü İstanbul Barosu Yönetim Kurulu her sene çağdaşlaşmayı savunan bir hukukçuya verdiği ‘Mahmut Esat Bozkurt Hukuk Ödülü’nü bu sene Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’na düzenlenen bir törenle verildi.
İstanbul Barosu’nun bu ödülü neden Sayın Eminağaoğlu’na verdiğini bilemem, mutlaka anlamlı bir nedeni vardır ama benim aklıma takılan konu 2008 senesinde bir hukuk ödülünün yukarıdaki demecinde görüldüğü gibi yurttaşları saf kanları üzerinden değerlendiren, bu saf kana sahip olmayanlara da hizmetçiliği, köleliği uygun gören bir tarihi şahsiyetin adıyla verilmesinin tuhaflığı.
Çağdaşlık için hukuk ödülünü Bozkurt anısına ve adına vermeyi sürdürdüğünüz sürece bu ülkede anayasal yurttaşlık kavramına, hatta mevcut kötü Anayasa’nın yine çok kötü formüle edilmiş 66. maddesine bile inanmadığımız biraz da fazla açık bir biçimde herkesin, özellikle de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kürtlerin, ermenilerin, rumların, süryanilerin vs. yüzüne vurulmuş oluyor.
2008 senesinde tenkit edilmesi gereken Mahmut Esat Bozkurt’un 1930 senesinde söylediği değil de, bugün hala bu isimde ödül verme zihniyeti olmalıdır.
Yargıtay’ın girişinde hala Bozkurt’un sözleri, İstanbul Barosu’nda ise adına ödüller varsa hukuk süreci içinde AKP davasına da, Hrant Dink davasına da, Vakıflar Yasası davasına da insanların kuşkulu bakmaları çok doğaldır.
Benim kaygım Bozkurt’un 1930 tarihli değerlendirmesinin bugün hala yüksek yargı organlarının bilinçaltında mevcut olduğu ihtimalidir.
Bu ihtimal ise çağdaş, laik, demokratik, hukuk devleti esaslarına dayalı Cumhuriyet için en büyük tehlikedir.
Star, 8.4.2008
|