Yetti artık, yetti. Hep aynı senaryo, hep aynı film. Senaristler belli, figüranlar değişiyor. Önce “ekonomik istikrar” güme gidiyor, hemen peşinden “siyasi istikrar” kayboluyor.
“Etkili ve yetkili” çevrelerin borusu ötmeye başlıyor. Hele “demokrasi özürlü bir iktidar” iş başındayken, hemen şapkasını alıp kaçabileceği için, bırakın “siyasi istikrarı” ortada siyaset miyaset de kalmıyor. 27 Mayıs1960’’ta da, 12 Mart 1971’de de, 12 Eylül 1980’de de, hep “aynı senaryo” işe başlayan filmlerin sonunda, siyasi iktidarların “iktidarlarına son verildi”, ekonomi içinden çıkılmaz hallere düştü.
Türkiye’de “mafya bozuntusu” çeteler çökertildi ama, “devleti çökertmek üzere örgütlenmiş çeteler” her yerde cirit atıyor. 12- 13 yaşındaki çocukların eline molotof kokteyli tutuşturarak, gazete binalarının bahçelerine fırlattırıyorlar. İşin içinde çocuklar var diye, provokasyonu küçümsemeyin. Şu sıralar, Akdeniz Üniversitesi’nde, silahlı saldırı yapacak hasta beyinliler bile, çocuk zekaları ile hareket ediyorlar.
Gazetelere yansıyan “çete mensuplarının” telefon görüşmelerinde de, belirtildiği gibi, “karanlık güçlerin” ortaya çıkması için, toplumu karşılıklı kamplaşmaya iten gerginlikler körüklendi. Bu gerginliklerden beklenen “siyasi sonuç” gerçekleşmeyince, yeniden “12 Eylül öncesi” olaylar hatırlandı. Son bir kaç aydır, üniversitelerde çeşitli öğrenci olayları ortaya çıktı. Yine 12- 13 yaşındaki çocuklar ellerine verilen “el bombalarını”, Cerrahpaşa Caddesi üzerindeki bir cami önüne, savunma tipi bir el bombası attılar.
Üzerinden iki otomobil geçen, parça tesirli el bombası, Allah’tan pimi çekildiği halde, ateşleme mekanizması yerinden çıktığı için patlamadı. Bomba patlasaydı, bombayı atan çocuklar da bu olayda bombanın etki alanında kalmış olacaklardı. Tezgahladıkları olayları gerçekleştirebilmek için küçük çocukları bile ölüme yollayan gözü dönmüş canilerden bir an önce kurtulmak gerekiyor. Olay, eskiden olduğu gibi bir “sağ- sol olayı” değildir. Olay, halkın oyuyla iktidara gelen bir partiyi, halkın oyuna güvenemedikleri için, demokratik olmayan bir yoldan “al aşağı” etmek isteyenlerin kurguladığı bir olaydır.
Son zamanda tırmanan bu olaylar, Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında, “Meclis’in oturuma başlayabilmesi için 367 milletvekilinin hazır bulunması şarttır” düşüncesinden destek bulanların, daha da ileriye yürümesi için “karanlık çevreler” tarafından tezgahlanan olaylardır. Bu olaylar, yüksek yargı organlarında görevli hukukçuların, 27 Mayıs askeri darbesini ve biri Başbakan olmak üzere, “üç bakanın idam edilmesini” memnuniyetle karşılayanlara gösterdikleri bir çeşit sevgi gösterisidir. Dünya ekonomik krizi yaygınlaşırken, Türkiye’yi güvensizlik ve belirsizlik ortamına sürükleyenler ve ekonomik istikrarı bozarak, siyasi iktidarı “al aşağı” etmek isteyenler sırf “üç kuruşluk çıkarları uğruna” bir ülkeyi ateşe atmayı, ekonomisinin kriz içersinde batmasını bile göze alabiliyor.
“Türkiye’nin demokratik saygınlığına” gölge düşürerek, Türkiye’ye ve Türkiye’nin imajına çok ağır bir darbe vurabiliyorlar. “Biz görevimizin başındayız” diyen hükümetin, görevini yerine getirmesi ve ülkeyi “çetelerden temizlemesi” ilk işi olmalıdır. Eğer bunlar eski alışkanlıklarını sürdürerek ülkeyi “kan gölüne” çevirmeye göze alırlarsa, iş işten geçmiş olur. Onun için, üniversitelerimizi yeniden “silahlı çatışma” ortamına çeken, el bombalarını, molotof kokteyllerini attıranları, Türkiye’yi yeniden bir “darbe ortamına çekmek için tezgah kuranları” bir an önce ortaya çıkarmak gerekir. Bunun için hükümetin elinde hem yetki var, hem yeterli güç.
Bugün, 8.4.2008
|