|
|
|
AB ve anayasa değişiklikleri |
Hem Türkiye, hem AKP zor ama ilginç bir dönemden geçiyor. İşin zorluğunu bir kez daha tanımlamaya gerek yok. Radikal Gazetesi’nde İsmet Berkan’ın cuma ve cumartesi (4-5 Nisan) günkü yazılarına (bugün de devam edecek) bir göz atma olanağınız olursa zorluk kelimesiyle neleri ima etmek istediğim çok net anlaşılır.
İlginç bir dönemden de geçiyoruz aynı zamanda zira bu olağanüstü dönem, şayet AKP olan biteni iyi algılar ve demokratikleşmenin, AB sürecinin, normalleşmenin her şeyden önce Türkiye ve kendisi için bir beka meselesi olduğunu nihayet çok sarih bir şekilde anlarsa, bir fırsatlar bütününe de kolayca dönüşebilir.
Mehmet Altan’ın Mehtap televizyonunda Şahin Alpay ile beraber yaptığımız Akıl Defteri programında ısrarla vurguladığı gibi bu ülkede kötümserlik ve iyimserlik, umutsuzluk ve umut, kötü ve iyi çoğu kez beraber gidiyor, biri diğerinin hemen arkasından üstelik hiç beklenmedik bir aceleyle de gelebiliyor. Tekrar ediyorum, şayet AKP demokratikleşmenin, evrensel hukuk devleti kavramlarını yerleştirmenin, AB sürecinin hem daha çağdaş bir Türkiye’nin hem de kendisinin beka meselesi olduğunu bu kriz nedeniyle net bir biçimde görürse muazzam bir fırsatlar dünyasına da adım atmış olacağız. Üstelik yapılması gerekenler hiç de sır niteliğinde değil, neyin nasıl yapılması gerektiği resmi belgelerde mevcut.
Her şeyi bir kenara bırakıp TBMM’nin yeni bir Anayasa’yı hemen yaşama geçirmesi ve AB sürecini patinaj yapmadan hızlandırması şart.
Bu öncelikler kanımca ekonomik kriz önlemlerinden de ayrıcalıklı zira demokratikleşme, evrensel hukuk devleti ve AB olmaksızın zaten ekonomik krize kalıcı çözüm üretmek olanaksız.
Ünlü haftalık The Economist dergisinin 15 Mart tarihli sayısında 83. sahifede göreceğiniz ‘Ekonomi ve hukuk devleti’ yazısı mutlaka okunmalı, türkçeye çevrilerek gazetelerimizde yayınlanmalı. Demokratikleşme, hukuk devleti ve AB girişimleri yapılırken de ekonomik önlemler, üstelik daha bir evrensel çapta ve özgüvenle devreye sokulabilir, buna engel yok. AB konusunda işler, şayet siyasi irade varsa, çok kolay zira AB Komisyonu’nun 6 Kasım 2007 tarihli belgesi neyin yapılacağını son derece sarih bir biçimde madde madde ortaya koyuyor. Önemli, hatta belirleyici olan AB yolundan sapan bir Türkiye’de Türkiye ve AKP’nin birlikte şamar yiyeceğinin (şekilde görüldüğü gibi) anlaşılması ama bu konjonktürde bu gerçeği anlamamak da özel bir gayret ister doğrusu.
Anayasa konusunda ise parti kapatmaları zorlaştıracak spesifik ve ayrık önlemler yerine öncelikli bir paketi, içinde 69. madde ve türban meselesi de olmak üzere, hemen devreye sokmak.
İlk üç madde dışında tüm maddeleri ele almak da mümkün, en sıcak, 12 Eylül ruhunu en iyi yansıtan otuz küsur madde ile de işe başlamak mümkün. Vatandaşlık, sivil asker ilişkileri, çift başlı yargı, o çok ama çok ilginç dibace, geçici 15. madde, YAŞ ve HSYK kararlarının yargısal denetime açılması, vs. buralardan başlanacak bir anayasal değişim süreci hem Türkiye’yi çok rahatlatır, hem de AKP’ye meşru gözlerde daha fazla meşruiyet kazandırır. ‘Meşru gözlerde’ ifadesini kullanıyorum zira artık meşruiyetini fena halde kaybeden bir kesim var ve bu kesim için zaten yapılacak şey pek yok. Türkiye gerçekten ilginç bir ülke; bu krizden büyük bir fırsat penceresi açmak gündemimiz olmalı.
Star, 6.4.2008
|
Eser KARAKAŞ
07.04.2008
|
|
|
Bombacı-istihbaratçı samimiyeti |
Eski bir gazeteci olmana rağmen, Ergenekon yazılarından sonra dikkat çekmeye başladın. Mücadele ettiğin çetenin sana şöhret getirmesi ne ironik değil mi? Bazen insanların keşfi Deniz Akkaya gibi 20’sinde, Mustafa Keser gibi 40’ında ya da Abraham Lincoln gibi 60’ında olur.
Bize Keser modeli düştü! Çeteler, ta ilk gençlik yıllarımdan bu yana içimde ukde kalan bir konu. Ergenekon soruşturması o protest duyguyu ön plana çıkardı. Protest kelimesi sol jargona ait. Oysa senin geçmişinde ülkücülük var. Ne iş?
Doğru. 12 Eylül’den önce Ülkü Ocakları rahle-i tedrisinde yetiştim. Babam da MHP’ye çok emeği geçmiş birisiydi. İhtilal olunca 15 gün hapis yattım. Lise son sınıftaydım. 1982’de üniversite için Ankara’ya geldim. Geçmişi sorgulama ve daha çok okuma fırsatı buldum. Hayatımın dönüm noktası bir olayı anlatayım. Gaziantep’in İslahiye ilçesi, doğup büyüdüğüm yer. Babam kasaptır. İslahiye’deki subay ve astsubay gazinosunun et ihtiyacını biz karşılıyorduk. 12 Eylül’den kısa bir süre sonra, bir gün alaya et götürmüştüm. Dönerken Naci binbaşı diye çok meşhur bir istihbaratçı vardı. Naci binbaşı bir gencin omuzlarına elini atmış, çok samimi bir şekilde yolda yürüyorlardı. İşte aydınlanma anı! O genç, bizim ağabey diye hitap ettiğimiz ve ülkücü hareket içerisinde son derece önemli isimlerden biriydi. İslahiye’de eğer on bombalama eylemi olmuşsa dokuzunu o gerçekleştirmiştir. O tırmanan eylemlerin baş aktörlerinden birisini, o istihbaratçı subayla sarmaş dolaş görmek bende bir travma yarattı. Ondan sonra bunları sorgulamaya başladım. MHP davasında ortaya çıkan bazı gerçekler de sorgulayıcı yanımı tetikledi. Açıkçası kandırıldığımızı düşündüm.
Zaman, 6.4.2008
|
Konuşan: Nuriye AKMAN
07.04.2008
|
|
|
Yahudi lobisinden davet bekleyen komutan kimdi? |
2003-2004 yıllarında olanlara ilişkin bazı gelişmeleri hatırlamakta yarar var.
Daha sonra dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’e ait olduğu öne sürülen günlüklerde Sarıkız operasyonu adı verildiği yazılan girişim nedeniyle, dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur suçlanmaktadır. (Bu konuda 29 Ağustos 2004 tarihinde benim ve Berkan’ın iki yazısı hatırlanabilir.)
Özden günlüklerinden, dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün (Bizdeki bilgilere göre Orgeneral Yaşar Büyükanıt ve Orgeneral İlker Başbuğ’un emir komutaya bağlı tutumu bozmamasından da gelen güçle) sağlam durması sonucu, o girişimin de başarısız kaldığı okunabiliyor. Yani o darbe girişimi, emir-komuta zinciri içinde değil, bir cunta hareketi oluşumu niteliğindeydi. Tıpkı 2001’de olduğu gibi.
Bunu söylerken kanıtlarımdan biri 2004 yılının bahar aylarında Vaşington’da yaptığım bir görüşme oldu. hem Amerikan Kongresi’nde, hem de Yahudi lobisi içinde etkin bir tanıdığım bana önemli bir konuyu açmak istediğini söyledi; buluştuk. Bir kuvvet komutanı, resmi kanallarla değil, ama bir şekilde kendilerine ulaşarak Vaşington’a davet edilme isteğini bildirmişti. Kaynağım ve birlikte çalıştığı kurumlar bunu garipsemişti. Acaba olağandışı bir şeyler yapılmak isteniyor ve bunun arkasında ABD ve ayrıca Yahudi lobisi desteği var gibi gösterilmek mi isteniyordu?
Çünkü aynı tarihlerde, dün Berkan’ın da yazdığı gibi, bir Türk siyasetçi Vaşington’da özellikle sağcı Yahudi lobi kuruluşlarını dolaşıyor, Türkiye’de yakında İslamcıların devrileceğini ve muhtemelen kendisinin başbakan olacağını konuşuyordu. Ne o politikacı Vaşington’da ciddiye alındı, ne de emir-komuta zinciri dışında bir komutan ziyareti gerçekleşti ABD’ye. O dönemki tartışmalar, Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman ve Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un emekliye ayrılmaları ile duruldu. Şimdi günlük adı verilen metinlerden bunun izini sürebiliyoruz.
Radikal, 6.4.2008
|
Murat YETKİN
07.04.2008
|
|
|
Son darbe! |
Gazetelerde 68’liler Vakfı Başkanı Merdan Aslan ile, Doğu Perinçek’in bir telefon konuşması yayınlandı. (28 Mart 2008) Kayıtlara göre, Merdan Aslan, Anayasa Mahkemesi’ne ve Yargıtay’a yaptığı ziyareti anlatıyor ve Perinçek’e şöyle diyordu:
“Yargıtay Başsavcısı’yla, Yargıtay Başkanı’yla görüştük. Cumhuriyet meselesinde hiç tavizleri yok; son derece kararlılar; olumlu yanıtlar verdiler. ‘Hukuk çerçevesinde, yargı olarak sonuna kadar direneceğiz; kimse merak etmesin bu işleri çözeceğiz’ dediler. Burası çok önemli, ‘Bize kitle desteğini, halk desteğini, toplum desteğini vereceksiniz’ diye konuştular.” (Telefon görüşmesi, 13 Şubat 2008’de, kapatma dava açılmadan önce yapılmıştı.) Bu konuşmayı, gözaltında bulunan Perinçek’e sorduklarında, Perinçek, görüşmenin varlığını kabul etti: “Böyle bir konuşma telefonda oldu; içeriği esas olarak doğru. Bu konuşma, bütün Atatürkçü aydınlar arasında yapılan görüş alışverişlerine bir örnektir. Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Atatürk devrimlerini korumak, devletin bütün organlarının ve halkın görevidir. Telefon kayıt metninde belirtildiği gibi, yargı organı mensupları, hukuk çerçevesi içinde sonuna kadar direneceklerini belirtmişlerdir.” Telefon görüşmelerinin, Perinçek’in açıklamalarının ve her seferinde farklı bir biçimde önümüze çıkan darbelerin ışığı altında, hukuka güvenmeye devam edebilir miyiz?
Sabah, 6.4.2008
|
Nazlı ILICAK
07.04.2008
|
|
|
Ergenekon da Susurluk gibi olmasın |
Bugün AKP hakkında açılan kapatma davasıyla Ergenekon soruşturması arasında bir ilişki kuruluyor, hatta ilk günlerde bu ilişkiyi hükümetin bazı üyeleri açıkça telaffuz da etti.
Etti ama gerçekte bizim bildiğimiz kadarıyla Ergenekon soruşturması hâlâ daha mesela 2004’teki hareketli günlerin sorumlularına uzanmış değil. O günlerle ilgili olarak dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’e ait olduğu öne sürülen ve önce bir internet sitesinde, sonra gazetelerde ve son olarak da ayrıntılarıyla Nokta dergisinde yayımlanan günlüklerin gerçek olduğunun Ergenekon savcısı tarafından saptandığı söyleniyor. Yani savcı en azından günlüklere sahip ama o dönem bana bilgi veren önemli bakanın bilgilerine hâlâ sahip değil, o yüzden soruşturmanın gerçek darbe girişimine uzanması ihtimali çok yüksek değil. Kaldı ki (...) başka şeyler de oldu Türkiye’de ama hükümet elindeki soruşturma gücünü bu olanlar için hiç kullanmadı bildiğimiz kadarıyla, resmi kurumların kapısından hiç girilmedi. Öyle olunca da Ergenekon soruşturması bir vatansever görünümlü mafya ve kenardaki bazı hevesli aktörler soruşturması olmanın ötesinde bir şey vaat etmiyor şimdilik. Yani, benim adlandırmamla ‘Küçük’ Ergenekon soruşturuluyor ama ‘Büyük’ Ergenekon’a dokunulup dokunulmayacağı hâlâ büyük bir meçhul. Susurluk’u hatırlayın, bazı tetikçi ve hırsızlar yargılandı, ceza da aldı ama ‘büyük plan’ı hazırlayan ve uygulayan, uygulatanlara kimse dokunmadı, dokunmaya teşebbüs dahi edilmedi. Korkarım Ergenekon’da da aynı yoldayız.
Radikal, 6.4.2008
|
İsmet BERKAN
07.04.2008
|
|
|
|