İnsan, Allah’tan sonra hukuk ve adalete güvenir. Tarafsız ve bağımsız mahkemeler, âdil hukuk adamları en büyük teminattır. Politikacılar hatâlar işleyebilirler, idareciler yanlış yapabilirler ama adalet terazisi doğru tartmaya devam ederse, devlet de varlığını koruyabilir. Adalet sistemi çökerse, mülkün temeli de yıkılır.
Türkiye’de, 27 Mayıs’tan sonra özellikle Yassıada Mahkemesi’nin yüz kızartıcı kararıyla yargı siyasallaşmaya başlamış ve özellikle kamu hukuku alanında tarafsızlığını tamamen kaybetmiştir. Ara rejimlerde darbeciler, savcıları, hâkimleri tank, top gibi kullanmışlardır. Türkiye’de hukuk adamları, ne yazık ki darbecilerin dayatmalarına karşı koyamamışlardır.
Özellikle, Anayasa hukuku, siyasî yargılamalar ve fikir hürriyeti konularında, hukuk adamları kendi peşin siyasî ve ideolojik değer hükümlerinden sıyrılıp objektif ve tarafsız karar verememişler; pozitif hukuku tatbik görevlerini bir tarafa bırakarak jakoben ön yargılarla vatan kurtarmaya girişmişlerdir.
Kısaca, Türkiye’de yargı iflâs etmiş ve tuz kokmuştur.
* * *
Niyetimiz, TCK’nın meşhur 301. maddesinde belirtilen ‘Devletin yargı organlarını aşağılamak’ değildir. Bilâkis, yargı organının, bu tahripkâr tutum neticesinde zarar görmesinden şikâyetçiyiz. Yargının, Yargıtay’ın, Danıştay’ın ve Anayasa Mahkemesi’nin tüzel kişiliğine elbette saygılıyız. Ancak bu organlardaki bir kısım hukuk adamının, elindeki adalet terazisini eğip bükmesini eleştiriyoruz.
Çok değil, sadece son on yıllık dönemde olup bitenleri değerlendirecek olursanız, yazdıklarımın doğruluğunu görürsünüz. 28 Şubat Dönemi’nde, bir siyasî parti genel başkanı olarak sadece düşüncelerimi ifade ettiğim ve siyasî eleştirilerde bulunduğum için hakkımda 100’den fazla dâva açılmıştı. Bu dâvaların çoğu, illegal Batı Çalışma Grubu Cuntası’nın ileri gelenlerinden zamanın Genelkurmay II. Başkanı Org. Çevik Bir’in savcılara talimatıyla açıldı. Bu gerekçeyle başvurduğum AİHM’ de bugüne kadar üç dâva kazandım.
Aynı dönemde, TBMM’de en fazla temsilcisi bulunan RP, sudan sebeplerle kapatıldı. Daha sonra yerine kurulan FP de aynı âkıbete uğratıldı. Her iki kapatılma dâvasında da, Anayasa Mahkemesi, önce bu partilerin kapatılmasına engel teşkil eden Siyasî Partiler Kanunu’nun 101. ve 103. maddelerini iptal etmiş, sonra bu iptal kararına dayanarak partileri kapatma kararı vermişti. Yani, kendi pişirmiş, kendi yemişti.
Geçen yıl, Cumhurbaşkanı seçimi esnasında ‘367 utancı’nı yaşamıştık. Anayasa Mahkemesi, hukuku bir tarafa bırakarak tümüyle siyasî bir karar verdi ve daha önce gazetelerin ilân ettiği gibi, bu kararı 9-2 aldı.
* * *
Anayasa Mahkemesi’nin Başsavcı’nın mahut iddianamesini kabul etmesine hiç mi hiç şaşırmadım. Bir kısım ayağı yerden kesik saf aydıncıklar dışında, halkımız da benim gibi bu neticeyi bekliyordu. Zira, bu hukukî bir karar değil, siyasî bir karar olacaktı. Ne yazık ki, tahminim aynen çıktı.
Aslında, İddianamenin reddi için gereken bütün sebepler mevcuttu:
- Raportör, İddianamenin reddi gerektiğini gerekçeli bir şekilde raporuna yazmıştı.
- İddianamenin içeriğinde, lâikliğe karşı odak oluşturduğu ileri sürülen hiçbir fiil ve odaklaşma yoktu.
- Fiil diye iddia edilen beyanlar delillendirilmemişlerdi.
- Cumhurbaşkanı’nın önceki beyanlarının suç isnadı olarak değerlendirilmesi, başlıbaşına bir skandaldı.
Cumhurbaşkanı gibi devletin ve milletin başı olan bir kişi hakkında suç isnadında bulunulması dahi, iddianameyi hazırlayanların ne derece taraflı ve suiniyetli olduklarını ortaya koyuyordu. Cumhurbaşkanı, Anayasa’nın 105. maddesine göre, ancak vatana ihanetten dolayı TBMM üye tamsayısının dörtte üçünün vereceği kararla suçlanabilirdi. Ancak, Başsavcı, görevini kötüye kullanarak Cumhurbaşkanı’na suç isnadında bulunmuş ve Anayasa’nın 101. maddesine göre siyasetle ilişiği olmayan Cumhurbaşkanı için 5 yıl süreyle siyaset yasağı istemişti.
Anayasa Mahkemesi üyelerinin beşte üç çoğunluğu, bu peşin hükümlü iddianameyi kabul ederek, ne derece taraflı olduklarını gösterdiler.
* * *
Bundan sonra cereyan edecek ‘hukukî’ (!) olayları tahmin etmek zor değildir. Anayasa Mahkemesi, AK Parti’yi kapatma kararı verecektir. Bu arada TBMM, Siyasî Partiler Kanunu’nu değiştirecek ve Anayasa tâdiline gidecektir. Ancak, aynı peşin hükümlü üyeler, önce CHP’nin SPK’da değişiklik itirazını haklı görerek ya da kendiliğinden bu değişikliği iptal edecektir. Anayasa değişiklik kanunu da, başörtüsü yasağında olduğu gibi, yetki gaspıyla esastan ele alınacaktır.
(...)
* * *
Millî iradeye dayatmada bulunanlar şu hakikati unutmasınlar:
Millî egemenlik önünde sonunda mutlaka gerçekleşecektir.
Lâkin, bütün bu zorbalıklar milletimizin ve devletimizin sıkıntıya düşmesine sebep olacaktır.
Radikal, 1.4.2008
|