AKP konusunda şayet anayasa değişikliği çözümü gerçekleştirilemezse iyimser şeyler söylemek zor. Yedi seneye yakın zamandan beri iktidarda olan AKP lafta demokrasiyi ağzından düşürmeyip fiiliyatta bunu belli meselelere sınırlı önemsemenin, bütün olarak savsaksamanın bedelini ödüyor. Sorun çıktığında ayaküstü müzakere ve her
defasında heybeden o anlık sıkıntıya çözüm olacak formül çıkarma anlayışının sıkıntıya çare olup olmayacağını göreceğiz.
Anayasa hazırlığı geçtiğimiz sene gündeme taşındıktan sonra sürüncemeye terk edilmeseydi bugün pekâlâ başka şeyleri tartışıyor olabilirdik.
Türkiye’nin iç kanamasının kaynağı belli. Üç temel yasa ve bir tüzük. Anayasa, Siyasi Partiler Kanunu, Seçim Kanunu, TBMM İç Tüzüğü. Derdin çaresi de sır değil, değiştirmek! Ve bunlarda yapılacak değişikliği mümkün olan en kısa sürede sistemin bütününe hâkim kılmak.
Elbette kolay değil bunu yapmak, farkındayım; ama bunlar yapılmadan gerçek manada demokrasiden söz etmenin mümkün olmayacağını, çözümü keşfetmek için daha kaç kez badire durağındaki çukura düşmemiz gerekeceğini de merak ediyorum. Ertelemek bizi sürekli aynı noktaya getirip elimizi böğrümüzde bırakıyor. Her defasında hayal kırıklığı, acı, yılgınlık. İnsanı bezdiren, bıktıran, sürekli umut öğüten kısır bir döngü, bir tür toplumsal işkence bu.
AKP başına gelenlere müstahak aslında... üslubuyla, tavrıyla, pervasızlığıyla. Ama şu an mesele bu değil. AKP davasının esası ‘Layıklarını buldular’ kıraathane sohbeti hükmünün ötesinde ‘hâkimiyet kimin’ sorusunun cevabı. Bu kazanın sebebini bilmez değilim. Sistem 22 Temmuz sonrası, gerek cumhurbaşkanlığı seçimi ve YÖK atamasıyla; gerekse türban konusunda yapılmak istenen düzenlemeyle, kontrolü bütünüyle kaybedeceği sürecin son dönemecine girildiği hissine kapıldı.
Bunun üstüne askerin siyasete açıktan müdahale konusunda isteksizleşmesi, ana muhalefet partisi CHP’nin öngörülür bir zaman içinde seçimle iktidara gelebileceği ümidini vermeyişi eklenince, bürokratik refleksin direnme gücüne kaldı engelleme işi.
Radikal, 26.3.2008
|