BAZI şeyleri tekrar tekrar hatırlatmak gerekiyor. Gazeteciliğin özünde “fikri takip” var zaten.
Ama “araştırma” sadece gazeteciliğe has bir şey değil.
Emniyet ile Adalet de, başka kavramlarla ifade edilse ve yöntemleri, yükümlülükleri, araçları, amaçları çok farklı da olsa,benzer bir şey yapıyor.
Ya da, aynen kimi gazeteciler gibi yapamıyor veya yapmıyor!
Tekrar yazıyorum:
Ergenekon meselesinde kilit unsur el bombaları ise;
Bombaların nereden nasıl çıktığı da kilit önem taşır.
Şu ana kadar, buz dağının görünen kısmında, bombaların “gökten bir elma düştü, bir daha” şeklinde aramıza karışmış olduğu ve çeşitli yerlerde çeşitli girişimlerde bulunduğu manzarası mevcut.
Oysa, Cumhuriyet Gazetesi avukatları, gazeteye atılan bombalar konusunda mahkemeye net bir başvuru yapmıştı.
1. Bombaların kaynağı neresi?
2. Oradan nasıl çıktı?
Makine Kimya Endüstrisi (ki MKE olarak Ankaragücü ile Kırıkkalespor’a da isim vermektedir!) çok açık bir cevap verdi:
Tek tek numaraları belirli bombaların MKE tarafından Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na verildiğini mahkemeye bildirdi. (Daha önce ayrıntılarıyla yazmıştım.)
Bundan sonrası ibretliktir:
Cumhuriyet’e bomba atanlardan biri kısa süre sonra “Danıştay cinayeti”ni işledi.
Cumhuriyet’e atılan bombaların tertibinden bol miktarda bir evde bulundu ve ilişkili kişiler tutuklandı.
Fakat;
Gazetenin bombalara şaşı bakan tavrının yanında, Sezar’ın hakkı avukatlara, gazete avukatları ısrarla mahkemeden talepte bulundu:
MKE’nin Kara Kuvvetleri’ne verdiği bu bombaların oradan ne şekilde çıktığının belirlenmesi...
Ve mahkeme bu talebi reddetti! Yani, bombaların nereden nasıl yola çıktığının belirlenmesi lüzumlu görülmedi!
İlgili kurumlar net bir açıklama yapmadı, zaten yapmaları da istenmedi.
Şu sıra, “bombaları ona şu verdi, şuna bu verdi” diye iddialar çıkıyor.
Ama hepsi sonraki aşamayı temsil eden isimler.
MKE’nin teslim ettiği birimler değil.
Şu anda, hem soruşturmayı yürüten savcıların hem Genelkurmay’ın bu konuda ne yaptığını bilmiyorum.
Belki de, Cumhuriyet avukatlarının da cevapsız kalan o sorusunun cevabı aranıyordur şimdi... belki de...
Lakin, yanlış biçimde “çete” dediğimiz, Sauna, Atabeyler, Ergenekon gibi oluşumlarda ortaya çıkan özel kuvvet belgesi, muvazzaf kişi, bomba vesaire gibi “resmi” unsurlar, muhalefet de dahil Meclis’in, elbette hukukun ve Genelkurmay’ın özel ilgisini, bilgisini ve bilgilendirmesini hak eder.
Gazeteciliğin de ısrarlı takibini.
Ama ile karanın ortaya çıkabilmesi, hakikat ile manipülasyonun birbirinden ayrılması, örtülü savaşlar ile hakiki hukukun ayırt edilebilmesi biraz da öyle mümkün olur.
Hukuk ve yönetim krizi
Ortada iki önemli hukuk olayı (Kapatma davası ve Ergenekon) ile bunların ayrı ayrı “komplo” olduğunu iddia eden cepheler var.
Demek ki kimsenin hukuku sonsuz saygısı filan yok.
Ama hukuk insanlarının da, birikmiş onca deneyimimiz sonucunda, buna kızıp gücenmeye çok hakkı yok.
“Yargı bağımsızlığı” öncelikle yargı ve hukuk insanlarının üstüne titizlenebileceği bir şeydi.
Çok titizlenmediler.
Hoşlanmadıklarına karşı bağımsızlığı öne çıkarıp hoşlandıklarına, yakın olduklarına bağımlı duygu ve düşünceler ifade etmeyi normal saydılar. Emekli olmayı dahi beklemeden. Ve çoğunun sübjektifliğini belirleyen; özgürlükçü, hukukun üstünlüğüne inanan bir hukuk felsefesi değildi.
Bu zaten “hukuk krizi”.
Bir de “yönetim krizi” var.
Ülkeyi, tek başına iktidara gelmiş bir parti yönetiyor.
Her krizin siyasi sorumlusu sonuçta odur.
Kendisini sadece bir bilek güreşinin, bir düellonun, örtülü bir (iç) savaşın tarafı göremez.
Ne sorun varsa baş siyasi sorumlu, ne çözülemiyorsa baş sorunlu odur.
Başına gelenin de sorumlusudur, başımıza gelenlerin, getirdiklerinin de.
Cheney ile çene
Sanırsın turist olarak gelmiş, sadece “bizim öncelikli meselemiz PKK” konusunda sohbet etmiştir.
Açıklama(ma)lar öyle.
Sanırsın barış elçisidir; ne İran demiştir, ne Afganistan.
Açıklana(maya)nlar öyle.
Bush da öyleydi. Anlık istihbarat, operasyon vizesi vermiş ama mahcubiyetten bizden hiçbir şey isteyememişti.
İstedikleri hiçbir şey yok; ama muhabbetleri şahane.
Sabah, 26.3.2008
|