Bir haftadır bu köşede Anayasa Mahkemesi kararlarını, Danıştay kararlarını, Meclis’in kabul ettiği anayasa değişikliğinin türbana özgürlük getirmeme ihtimalini boşu boşuna tartışmıyorum.
Çoğu zaman benim de içine düştüğüm bir yanılgı var: Meclis bir yasa veya anayasa değişikliği kabul eder, özgürlükler de sağlanır. Böyle sanıyoruz.
Oysa hiç de öyle değil. En basit örneği ceza kanununun 301. maddesi. Bu maddenin özgürlükleri kısmak için nasıl kullanıldığını kaç kere anlatmaya çalıştım.
Maalesef dindarlarımız da, benim gibi özgürlükçü demokratlarımız da, uzun yıllar boyunca Türkiye’de özgürlüklerin kısıtlanıyor olmasının salt siyasi bir sorun olduğunu düşündük, buna inandık.
Elbette sorun siyasetten de kaynaklanıyor ama özgürlüklerin kısıtlı olmasının ardında yatan temel gerçek, siyaseti de aşan, çok boyutlu bir olgu.
O yüzden, özellikle dindarlar ama en çok da aralarında benim de bulunduğum özgürlükçü demokratlar, üniversitede başörtüsü özgürlüğünü kendi başına bir mesele olarak gördük.
Oysa öyle değil. Sorun, topyekun bir özgürlük eksikliği sorunu ve başörtüsü bunun unsurlarından sadece birisi.
Bu sorunu çözmek, yani özgürlüklerin önündeki kısıtları kaldırmak istiyorsak, nokta atışlarla başarılı olamayız. Yaklaşımımız topyekun olmak zorunda, düşüncelerimizi ve onları ifade etmememizi engelleyen her şeyle aynı anda mücadele etmeliyiz.
Bakın bu köşede Anayasa Mahkemesi kararlarını, Danıştay kararlarını boşu boşuna yayımlamadım. Daha dün bu köşede türbanla ilgili Danıştay’ın kilit kararlarından birini okudunuz. O kararda salt laiklik ilkesine gönderme yapılmıyordu, soyut ve tanımsız kavramlar olan ‘Atatürk inkılap ve ilkeleri’ ile ‘Atatürk milliyetçiliği’ne ve ‘çağdaşlık’a da atıf yapılıyordu.
Bunlar bizim yasalarımızda, Anayasamızda yer alan kavramlar. Bu kavramları yerli yerine oturtmadan, onların tanımları üzerinde gerçek bir uzlaşma sağlamadan bu ülkeye özgürlük falan gelemez. Ne türban serbest kalır ne de ifade özgürlüğü tam olarak gerçekleşebilir.
Bunu inanarak söylüyorum: İki haftadır boşu boşuna birbirimize giriyoruz, boşu boşuna ülkemizi geriyor, siyasi istikrarı tehlikeye atıyor, en önemlisi de çok kıymetli zamanımızı ve enerjimizi boşu boşuna boş bir kavgada harcıyoruz; ne yapılan anayasa değişikliği ne de yapılması söz konusu yasa değişikliği başörtüsünü serbest bırakabilir.(...)
Bu noktada olabilecek en kötü sonucun, anayasa değişikliklerinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilse de edilmese de esastan incelenmesinin mahkemede kabul görmesi olduğunu düşünüyorum.
Çünkü bu durumda, özgürlükler sorununa topyekun bir yaklaşımın gerçekleştirilebileceği yeni anayasa süreci çıkmaza girebilir; eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun dile getirdiği ‘Meclis anayasa yapamaz’ görüşü bir anda geçerlik kazanabilir.
Ve son olarak bir temel ilkeyi hatırlatmadan yapamayacağım: Bir ülkede yargıçlar demokrat ve özgürlükçü olmadan o ülkede demokrasi ve özgürlükler düzeni yaşanamaz.
Radikal, 15 Şubat 2008
|