Birkaç haftadır Genç Siviller’in ofisinde 50’ye yakın Türk, “Kürtler çok Türkleşti biraz da biz Kürtleşelim” sloganıyla hızlandırılmış Kürt kültürü dersleri alıyoruz. Son dersimiz müzikti ve hocamız da hepimize “bu ses bu dünyaya ait değil” hissini veren Rojin’di. Şimdi bir taraftan bu yazıyı yazarken diğer taraftan önümüzdeki haftaya kadar ezberleyeceğimiz Kürtçe şarkıya çalışıyorum.
Biz dengeyi sağlamaya çalışmak için Kürtleşirken, dağlarda ve ovalardaki bazı Kürtler ise öyle anlaşılıyor ki geçen hafta sonunu hızla Türkleşerek geçirmişler.
Ahmet Altan ve Yasemin Çongar’ın Kandil Dağı izlenimlerinden öğrendik ki söz konusu başörtüsü olduğunda “CHP kongresinde söylense ortalığı alkıştan yıkacak” laflar edebilen “Kemalist bir PKK” var. Tam bu şoku atlatmaya çalışıyorken daha önce de ucundan kenarından benzer mesajlar veren DTP’li Aysel Tuğluk’un Radikal İki’de bu kez açıkça kaleme aldığı” Kürtleri dövmeyin, gelin hep birlikte dindarları dövelim” yazısı çıkageldi.
“Bir sürü sorunumuz var, başörtüsünü mü tartışacağız, ekonomi var, işsizlik var, yoksulluk var,” diyenler ya fena halde yanılıyor ya da meselenin ağırlığının farkındalar, yan çiziyorlar. Bu memlekette sahici siyasallaşmaları yaratan ana fay hatlarından birini temsil ediyor başörtüsü. O yüzden bunca yıldır tartışılıyor, o yüzden konu açılınca herkes bir şeyler söylüyor ve o yüzden de çözülmüyor ve çözülmesi de zor görünüyor.
Ve kırılınca o fay, herkes bu yüzden bir yerlere savruluyor. Mevcut tüm siyasallaşmalar, solculuk, sağcılık, Kürtlük, Türklük yerle yeksan oluyor, Kandil Dağı’ndan, Ergenekon ovasına uzanan yeni bir siyasi çatlakta Kandil Dağı’ndaki Mizgin Amed ile Ergenekon davasından tutuklu olarak F tipinde kalan Veli Küçük arasında görünmez bir dil birliği oluşuyor, Yılmaz Özdil’le, Aysel Tuğluk, İlhan Selçuk ile Ahmet İnsel yan yana saf tutuyor, Birgün gazetesi solun başörtüsü yasağı ile ilgili tavrını eleştiren bir yazıyı sansürleyiveriyor ve Radikal İki, Cumhuriyet iki gibi çıkıyor, yan yana gelmez denilenler arasında ortak bir frekans, söylem birliği oluşuyor, söz konusu olan başöıtüsüyse bugüne dek edilmiş tüm özgürlük sözleri teferruat hükmüne düşüveriyor.
Çünkü söz konusu olan başörtüsü olduğunda, bu ülkenin okullarında okumuş Türk, Kürt her mürekkep yalamış vatan evladının içine serpiştirilmiş Kemalizm tohumu aniden çiçekleniyor, rejimin kriz anında açılsın diye torpidolarımıza sakladığı hava yastıkları kafamıza mukayyet olmak için ortaya çıkıveriyor.
Bu o kadar acayip bir ittifak ki “İddia ediyorum, birkaç kıyı şeridi hariç önümüzdeki birkaç yılda Anadolu’nun şehir ve kasabalarına dinciler hâkim olacak, birleşelim ey Kemalistler” çağrısı yapan Aysel Tuğluk’un dili ile “Önümüzdeki birkaç yıl içinde tüm Türk şehirleri Kürtleşecek, uyan ey Türk” yazıları çıkan Türk Solu dergisi aynı korku siyasetine başvuruyor, dilleri, analojileri benzeşiyor.
Peki, nedir başörtüsü tartışması depremleriyle yeraltından çıkan bu gizli siyasal zemin, önceden birlikte yaşanmış antik şehirler? Nedir Aysel Tuğluk’u bu kadar aşağılanmadan, yok farz edilmeden sonra hâlâ “sol demokrat karakterlerle güncelleşebileceğine” inandığı Kemalist güçlere ittifak çağrısı yaptıran, silinmeyen o ortaklık? Nedir bugünlerde tek siyasal açıklamaları “AKP-ordu ittifak yaptı” olan sol demokratların AKP’ye karşı ulusalcıları ittifaka çağırmalarının sırrı? Ve nedir 301’in kalkmasına hazır değiliz diyenlerle “başörtülülerin kamuda hizmet vermesine hazır değiliz” diyenleri birleştiren o ortak özgürlük korkusu?
Herkesin bu kadar gözünü karartan ancak bir tür milliyetçilik olabilir. Türkü ve Kürdü, sosyalisti, liberali yan yana getiren kapsayıcı, kucaklayıcı, gözleri kör edici bir milliyetçilik. Milliyetçiliklerin her türlüsünü araştırmışların gözünden kaçmış, gizlenmiş, en tehlikeli çelme takan, en sinsi milliyetçilik türü. Diğer tüm milliyetçiliklerin de anası, tahrik edicisi.
Ayhan Akman, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce serisinin Milliyetçilik cildinde, herkesin okumasını hararetle önerdiğim, “Milliyetçilik Kuramında Etnik/Sivil Milliyetçilik Karşıtlığı” makalesinde bu milliyetçiliği “Modernist Milliyetçilik” olarak adlandırıyor. Hali hazırda mevcut olmayan ama modernleşme projesini inşa etmeyi planladığı hayalî bir modern toplumun ve hayalî Batılı bir bireyin milliyetçiliğini yapmak demek modernist milliyetçilik.
Milliyetçisiniz ama milliyetçiliğini yaptığınız toplum sizin hayalinizde, aklınızda. En normal, en üstün, en iyi onların olduğunu düşünüyorsunuz. Ama onlar yoklar. Onlara ulaşmak için ise “eğitim şart”, toplumsal mühendislik şart, bazen mevcut geri, irrasyonel toplumun özgürlüklerini kısmak da meşru. Zaten bu onların da yararına, “halka rağmen halk için”.
Cumhuriyet “10 yılda her yaştan 15 milyon genç yaratma” şarkılarıyla bu hayalî asıl ve asil milleti yetiştirmeye çalıştı. Kandil’den Ergenekon’a modernist milliyetçiler aslında bu hayalî milletin mensupları. Anadilleri oryantalizm. Türklüğü, Kürtlüğü, solculuğu, sağcılığı hükümsüzleştiren resmî ideolojileri de modernleşmeye olan inançları. Bu milliyetçiliğin düşmanı, ötekisi, kavgalısı da “Doğulu kimliğinden kurtulamamış, irrasyonel, geri yerli halk.” Türk, Kürt, Ermeni olmaktan öte pre-modem milletin mensupları olanlar.
“Kurucu dışarısı” içinde yaşadığı toplum olan modernist milliyetçilerden biz Türkler, Kürtler yeterince çektik. Üzgünüm ama yazılıp çizilenlerden anlaşılıyor ki Kürtlerin çilesi henüz dolmamış. Ne diyelim. Kolay gelsin, özellikle de bir gün dağdakiler “evlerine” döndüklerinde.
Taraf, 6.2.2008
|