Eğer AK Parti ve MHP’nin anlaştığı Anayasa maddeleriyle ilgili değişiklik gerçekleşecek olursa başörtüsü sadece üniversitelerde serbest olacak; ortaöğrenimde ve kamu hizmetlerinin verilmesinde yasaklanmış olacak.
Bu, yasağın anayasal bir hüviyet kazanması ve yaygınlaşması anlamına gelecektir. Bunun nasıl yeni huzursuzluklara ve can yakıcı haksızlıklara yol açacağını göreceğiz. Biz bugün başörtülü kadınların niçin hizmet veremeyeceği konusu üzerinde durmaya çalışalım.
TESEV’in 2000 yılında açıklanan kamuoyu araştırmasına göre Türkiye’de başını örtenlerin oranı yüzde 73. Eylül 2006’da bu oranın yüzde 63’e indiği söylendi. Şu veya bu, her iki rakam, kadınlardan dörtte üçünün veya üçte ikisinin örtündüğünü gösteriyor. Yeri değilse de, ben bu oranın daha yüksek olduğunu zannediyorum.
Rakamın yüksek veya düşük olması, temel bir hak ve özgürlüğün kullanımının meşru gerekçesi olamaz, başını örtenler veya açanlar yüzde 1 dahi olsa, sahip oldukları ve olması gereken hak ve özgürlüklerinin kullanımına saygı göstermelidir. Ama, başları örtülü olduğu için -ve sadece tek bu gerekçe ile- kadınların tek kalemde memur olamayacaklarını hükme bağlamak, bir anda milyonlarca kadını “liyakatsiz ve ehliyetsiz” ilan edip “noksan ve özürlüler” kategorisine sokmak demektir. Evet, denmek istenen şudur: Söz konusu kadınlar “özürlüdürler”, özürleri “başörtüleri”dir, dolayısıyla liyakatsiz ve ehliyetsizdirler. Burada memuriyet için gerekli olan liyakat (meslekî formasyon, bilgi, eğitim, tecrübe) ve ehliyetin (yeterli sıfatlar, ahlaki olgunluk, birikim, maharet vs.) hiçbir şekilde başörtüsüyle ilişkilendirilmemesi, liyakat ve ehliyetin ancak baş açıklıkla aynileştirilmesi son derece vahim bir hükümdür. Bunun mantıki/akli, hukuki ve ahlaki bir izahı yoktur.
Hizmet vermek durumunda olan insanlar tabii ki kendilerine müracaat eden yurttaşlara karşı “tarafsız” davranmak durumundadırlar. Bir maliye memurunun -kadın olsun erkek olsun-, vergisini yatırmaya gelen bir insanla ilişkisi, mahsup edilen rakama bakması ve o kadar parayı alıp devletin kasasına işlemesidir. Bunun cinsiyet, başörtüsü, kılık kıyafet, dinî görüş, inanç veya felsefi kanaatle uzaktan yakından ilgisi yoktur. “Tarafsızlık” kamu hizmetiyle ilgilidir, hizmeti yürüten kişinin varoluş tarzı veya görünüşüyle ilgili değildir, yani doğrudan kurallarla ilgilidir (Bekir Berat Özipek, Zaman, 2 Kasım 2007). Eğer başın örtülü olmasının kurallara uyup uymamasıyla ilgisi varsa, hiç kuşkusuz mefhum-u muhalifinden başın açık olması durumuyla da ilgisi vardır. Bu her iki sakınca yarı yarıya söz konusudur. Yani bir başörtülü kadın kurallara uymayabileceği gibi başı açık bir kadın da kurallara uymayabilir, tarafsız davranmış olmaz. Oysa bu her iki önerme de saçmadır, sadece temelsiz birer faraziyedir. Başörtüsüyle ilgili önermenin saçmalığı kadar baş açıklıkla ilgili önerme de saçmadır.
Bu önermenin saçmalığı, başörtüsünü şu veya bu “sembol”le ilişkilendiren önermenin saçmalığına da işaret etmektedir. Zira başın örtülmesi bir sembol ise, başın açık olması da bir semboldür. Her iki varoluşun sembol olma durumu yarı yarıyadır. Baş açıklığın bir sembol değeri yoksa, başörtüsünün de bir sembol değeri yoktur.
Bir başka saçmalık, başörtülü kadınla aynı inancı, dünya görüşünü paylaşan bir erkeğin -mesela eşi, erkek kardeşi, babası, çocuğu veya yakını, birlikte oy verdikleri siyasi parti, devam ettikleri sivil toplum kuruluşu vs.- kamu hizmeti verebiliyorken, kadının sadece başındaki örtü dolayısıyla “tarafsız” olamayacağını öne sürüp bu temel hakkından mahrum bırakılmasıdır.
Başörtülülerin kamu hizmeti vermelerinden mahrum bırakılmalarının bu önermelere dayandırılması, büyük ayırımcılıklara yol açar. Anayasa’nın ve hukukun eşitlik ilkesine aykırı bir duruma sebebiyet verir. Bu yasak önce erkekler ve kadınlar arasında -erkekler lehine-, sonra kadınlar arasında -başı açıklar lehine- ayırımcılıklar içermektedir.
Zaman, 2.2.2008
|