Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Şubat 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

Sorumlu, 12 Eylül

Çok önemli ve yanıtlaması, hem çok güç ve hem de çok anlamlı bir soru var: “Üniversite ve yüksek okullara başörtülü kız öğrencilerin girmesine izin vermek, Türkiye’de laik devlet düzeninin sonu olur mu?”

Eğer böyle bir edimi, laiklikten uzaklaşmanın “ilk adımı”, ya da bir “aşaması” olarak değerlendirmezsek; laikliği nasıl tanımlarsak tanımlayalım, bazı kız öğrencilerin üniversite ve yüksek okullara başörtüsüyle girmeleri, laiklikten çıkma olarak değerlendirilemez. Olsa, olsa; “İslami duyarlılıkları fazla olan çevrelerin, laik çevrelere karşı bir zaferi”, olarak değerlendirilebilir ki; bu da her iki taraf açısından, çok önemlidir.

Aslında; bence doğruluğu tartışmalı olan, fakat ne denli tartışmalı olursa olsun; “öyle düşünenler” açısından, yaşamsal önemi olan iki olgu var. Bir kısım insanlarımız; başörtüsünü, İslamiyetin vazgeçilmez koşulları arasında görüyor. Bence, İslamiyette “örtünme” olmasına karşın; bunun nasıl yapılacağı konusu pek belirli olmasa da, eğer birileri buna samimiyetle inanıyorsa, yapılacak bir şey yok. Bir kısım insanlarımız da; üniversite ve yüksek okullara başörtüsüyle girilirse, bunun arkasının geleceğini ve tüm eğitim kurumlarıyla kamu kurumlarında, başörtüsünün başlayacağını ve bunun da laikliğin sonu olacağını düşünüyorlar.

Bence, bu düşünce de doğru değil. Ama eğer biri buna samimiyetle inanıyorsa, söyleyecek fazla bir şeyimiz yok. İşin bu aşamasında yapılması gereken şey; biribiriyle uzlaşmaz görünen bu iki yaklaşımı, hangi ortak payda çerçevesinde uzlaştıracağımız ve birlikte yaşamayı mümkün kılacağımız. Zira, başka çaremiz yok. Sayı ve oranları bir yana; ne örtünmek isteyenleri başka yerlere sürme olanağı var, ne de laiklik konusunda endişe duyanları ortadan kaldırmanın yolu var. Eninde sonunda, bir anlaşma noktası bulunacak.

Binlerce kez yazdım ve söyledim: “Türkiye’nin, toplumsal ve siyasal yaşamındaki sorunların çok önemli bir bölümü, 12 Eylül’ün ve 12 Eylül düzenlemelerinin bir sonucudur.” Şimdilerde, “türban sorunu” olarak ortaya çıkmış olan sorun da, 12 Eylül uygulamalarının bir sonucudur. 12 Eylül öncesindeki kanlı dönemin sorumluları arasında saydıkları üniversiteleri; akılları sıra, “zabt-ı rapt” altına almak isteyen süper zekalılardan oluşan “cunta” 2547 Sayılı Yüksek Öğrenim Yasası’yla, merkezi bir yapı oluşturdu. Daha sonra; değişik üniversitelere, merkezden rektörler atandı.

Rektörler dekanları; dekanlar, bölüm başkanlarını atadı. Ve, dikensiz bir gül bahçesi yarattılar! 2547 sayılı yasaya kadar, üniversitelerde bir başörtüsü sorunu yoktu. Bir yandan, “sol tehlikeye” karşı, İslamiyeti kullanmaya çabalayan 12 Eylül yöneticileri, bazı üniversitelere öyle rektörler atadılar ki; bu işe, atananlar da şaştı. Hayatında hiçbir biçimde yöneticilik yapmayan kimi meslektaşlarımız, üniversitelerin başına getirildi.

Toplumlar, bu denli unutkan olmamalı. Kimi arkadaşlarımı çıldırtacak kadar önem verdiğim ve değerli bulduğum Sayın Deniz Baykal, geçenlerde, “Nerden çıktı bu türban?”, diye soruyordu. “Daha önce halkımız, Müslüman değil miydi?”. Deniz Baykal bu konuda unutkanlık girdabına düşmüşse, varın ötesini siz tahmin edin...

Türban, YÖK’ün atanmış başkanı Sayın İhsan Doğramacı’nın, “kıvırtmasının”, sonucunda ortaya çıkan bir kavramdır. Geçen haftaki bir yazımda da değinmiştim. Bir üniversite rektörünün YÖK’e, “öğrencilerin başları örtülü olarak okullarına gelip gelemeyeceğini”, sorması üzerine; Sayın Doğramacı’nın, meseleyi dejenere etmesinin bir sonucudur. “Başörtüsü yasaktır”, demişti Sayın Doğramacı, “Fakat modern bir örtünme şekli olan türban, serbesttir.”

Bir gün sonra, başörtüsünün adı türban oldu. Türbanı, herkes kendince tarif ediyor. Hepsi yanlış. Türban; kalın kumaş, ya da ince deriden yapılan ve etrafı lastikli bir tür şapkadır. Bizim çocukluğumuzda, kimi yaşlılar kullanırlardı. Günümüzde eşarpla örtünenler, eşarbı nasıl bağlarlarsa bağlasınlar, bunun adı, “başörtüsüdür”.

Ben, laik düzenimizi tehdit altında görmeyenlerdenim. Yeter ki; halkımızı, “duygusal tepkilere” itecek davranışlardan kaçınılsın, işler “inatlaşmaya” taşınmasın. Farklı düşüncelerin birlikte yaşaması da çok zor, bazı şeylere alışmak da...

Bugün, 2.2.2008

Toktamış Ateş

03.02.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  28 Şubat’ın kötü kopyası

  Darbe sevdalısını aday yap, mahkûm olana sessiz kal!

  Sorumlu, 12 Eylül

  Sadece türbana değil, herşeye karşı onlar

  Kamu hizmeti yasağı


 Son Dakika Haberleri