Prof. Dr. Atilla Yayla’nın Kemalizmden söz ederken kullandığı bir ifadeden dolayı 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılması dikkatleri tekrar Türkiye’nin düşünce özgürlüğü alanında yaşadığı sorunlara çevirdi.
AB kriterlerine bağlı olduğunu sık sık söyleyen hükümetin, bu sorunun odağında yatan 301’inci maddeyi bir türlü bu kriterlerle uyumlu hale getirememesi de bu ortamda ayrıca dikkat çekiyor.
Bu da kaçınılmaz olarak, Erdoğan hükümetinin AB konusundaki samimiyetinin sorgulanmasına yol açıyor. Hükümetin bu konuda ortaya attığı argümanlar ise AB çevrelerinde fazla ikna edici bulunmuyor.
Aslında yapılması gereken değişiklik çok basit. Hükümetin bunu sağlayacak siyasi gücü de var. Bu yüzden 301’de niçin sürekli ertelemeye gidiliyor belli değil. Türban meselesi de bahane olamaz. AKP’nin içinde bu konuda sorunların olduğu anlaşılıyor.
AKP’nin ciddiyeti
Oysa bu madde AKP hükümetinin AB konusundaki ciddiyetinin bir göstergesi haline geldi. Sembolik bir anlam kazandı.
Öte yandan, AB Komisyonu yetkililerine göre, Türkiye’deki sorun zaten sadece bir 301’inci madde sorunu değil. Genel bir düşünce özgürlüğü sorunu. 301 iptal edilse bile, temel sorun ortadan kalkmıyor. Savcılara insanları düşüncelerinden dolayı yargılayabilmeleri için gene de çok geniş bir hareket alanı kalıyor.
Komisyon yetkililerine göre, konuya “düşünce özgürlüğü” açısından bakıldığında, değişmesi gereken 12’ye yakın madde veya paragraf var. Hal böyleyken, hükümetin sembolik nitelik kazanmış olan 301’i dahi AB müktesebatıyla uyumlu hale getirememesi dikkat çekiyor.
Bu arada bazı savcıların, milyonlarca klibin yer aldığı YouTube’u Atatürk’e hakaret gerekçesiyle yasaklamaya çalışmaları da Türkiye’yi gerçekten gülünç duruma düşürüyor. Elleriyle gözlerini kapatıp etrafındakilere “Beni göremiyorsunuz” diyen bir çocuğa benziyoruz.
Tüm yollar özgürlüğe
Sonuçta, Orhan Pamuk ve Hrant Dink’ten, Prof. Yaylalı ve YouTube’a kadar tüm yolların düşünce özgürlüğü sorununa çıktığı görülüyor. (...)
Ancak modern hukuk tercihini her zaman “düşünce özgürlüğü” gibi pozitif değerlerden yana kullanmak gibi bir sorumlulukla da karşı karşıyadır. Bunun için de sofistike bir hukuk anlayışı gerekiyor. Hele hele asayiş sorunu yaratacak bir durum söz konusu değilse.
Bu durumda “engizisyon zihniyeti”ne kapılmanın ne gereği, ne de anlamı olabilir. Bu yoldan amacın hasıl olduğu da kuşku götürür. Türk milletinin itibarına bu yoldan daha fazla zarar verildiği ise aşikâr.
Milliyet, 31.1.2008
|