Kasım 2005'de peş peşe üç yazı yayımlamışım. Başlıkları aynı: "Biri kuyuya bir taş atmış".
Eylül 2007'de bu yazılara atıfta bulunan bir yazı yayımlamışım. Başlığı: "'Birinin kuyuya attığı taşı' Anayasa ile çıkarmak".
Bu yazılarda ilk olarak şunu vurgulamaya çalışmışım:
ANAP'ın kısaca YÖK Kanununu denilen kanuna yönelik yaptığı iki harekata kadar ülkenin üniversitelerine başörtüsü ile devam edilip edilemeyeceğine dair ortada hiçbir "hukuksal" engel yoktu. Ne bir kanun maddesi, ne de sonradan neredeyse birer kanuna dönüştürülen Anayasa Mahkemesi kararı. Danıştay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarının sonradan geldiğini de unutmayalım.
Yani özetle "biri kuyuya bir taş atmış" ve bu taş başörtüsü yasağına ilişkin bugün hâlâ konuşulan mahkeme kararlarını beraberinde getirmişti. Taşı atanların bunu kötü niyetle yaptıkları söylenemez; ama doğrusu, Meclis'ten söz konusu kanunlar geçirilirken bu ülkenin adının Türkiye olduğu hiç mi akla gelmemişti...
Yani özetin özeti, bugün AKP ve MHP'nin anayasa ve yasa değişikliğiyle aşmak istediği söz konusu yasağın "hukuksal" zemini bizzat bu yasağın kalkmasını isteyenler tarafından -tabii ki istemeyerek- hazırlanmıştı.
İnsan sormadan edemiyor doğrusu: Feraset sahibi olmak bu kadar mı zordu?
İsterseniz kısa bir iki hatırlatma da yapalım:
1988'de YÖK Kanunu'na eklenen ek 17. madde şöyle idi: "Yüksek Öğretim Kurumlarında, dini inanç nedeniyle boyun ve saçların örtü ya da türbanla kapatılması serbesttir."
Anayasa Mahkemesi Kenan Evren'in başvurusu sonucunda bu maddeyi -tabii ki- iptal etti. Çünkü, "bir din kuralını, hukuk kuralına dönüştürmek laiklik ilkesine aykırıdır." (Sami Selçuk, Star gazetesi, 29 Ocak)
Madde iptal edilince, ek 17, madde şu hale getirilerek ikinci bir harekat başlatıldı:
"Yürürlükteki yasalara aykırı olmamak koşulu ile yüksek öğretim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir."
Bunun "manâsız" bir madde olduğunu önceden de yazmıştım. Yasalara aykırı olan şeyin serbest, yani yasak olmadığını söylemenin ne gibi bir manâsı olabilir? "Yasaklanmayanlar yasak değildir" gibi (bir "totoloji") bir şeydi bu.
Anayasa Mahkemesi -bu sefer Erdal İnönü'nün başvurusu üzerine- bu maddeyi iptal etmedi. Nasıl etsin? Kanunla yasaklanmayan bir şeyin yasak olmadığını söyleyen bir madde nasıl iptal edilebilir ki!..
Ama, herkesin bildiği gibi, Anayasa Mahkemesi'nin bu maddeyi iptal etmemiş olması, üniversitelerde kılık kıyafetin yasak olmaması sonucunu doğurmadı. Mahkeme,"Dolayısıyla maddedeki 'yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak' koşulu Anayasa'ya aykırılığı saptanmış olan dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü ve türbanla kapatılması durumunu kılık-kıyafet serbestisi kapsamı dışında tutmaktadır" diyerek, - "Mahkemelerin kararlarının gerekçeleri bağlayıcı değildir. Sadece hüküm fıkraları bağlayıcıdır" (Sami Selçuk) kuralına rağmen- ortaya yeni bir "kanun" koydu.
Şimdi de -fazla uzatmadan- gelelim AKP-MHP işbirliğinin önümüze koyduğu anayasanın bazı maddeleri ve de meşhur ek 17. maddeye yaptığı ilavelerin üniversitelerdeki başörtüsü yasağının kaldırılması yönünde ne derece çare olacağı sorusunu cevaplamaya:
10. madde'de (4.fıkra) yapılan değişikliğin maddeye bir yenilik getirdiğini kabul etmek mümkün değil. Çünkü söz konusu madde mevcut haliyle "Devlet organları ve idari makamların bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek" zorunda olduğunu söylerken, yapılan işlem buna bunun içine "ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında" ifadesinin yerleştirmesinden ibaret. Dolayısıyla siz karar verin: Ne değişti, maddenin ruhunda bir değişiklik var mı? Yok tabii ki...
42. madde'ye gelince: Maddenin 1. fıkrası -zaten- "kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz" demiyor mu? O halde bu fıkraya eklenen "kanunda açıkça yazılı olmayan hiçbir sebeple" ve "Öğretim hakkının kapsamı ve kullanılmasının sınırları kanunla tespit edilir ve düzenlenir" ifadelerinin fıkraya bir yenilik kattığı ileri sürülebilir mi? Fıkranın mevcut hali "yoksun bırakılamaz" derken zaten -tabii olarak- sınırların "kanunda açıkça yazılı" olan sebeplerle çizildiğini kabul etmiyor mu?
Gelelim "kanun"a, yani YÖK Kanunu'nun ek 17. maddesine:
Bu madde (önceden söylediğim gibi) 88'de Meclis'ten çıktığı biçimiyle yürürlükte olan bir madde. Yani, "Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak koşulu ile yüksek öğretim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir."
Görüyorsunuz; "kanun" istiyorsanız işte size kanun... Bundan iyi kanun mu olur...
Yürürlükteki hiçbir kanun buna engel olmadığına göre, üniversiteye başörtüsü ile devam etmek serbest zaten...
Ama bakın AKP-MHP işbirliği bu ek maddeye neyi eklemiş:
"...Hiç kimse başının örtülü olması sebebiyle yüksek öğretim hakkından yoksun bırakılamaz ve bu yönde uygulama ve düzenleme yapılamaz. Ancak başın örtülmesi, kişinin yüzü açık ve kimliğinin tanınmasına imkan verecek ve çene altından bağlanacak şekilde olması gerekir."
Bu ilavenin getirdiği "çene altından bağlanan başörtüsü" seçiminin, tahmin ettiğiniz gibi, ülkemizde yepyeni bir tartışmaya neden olacağı muhakkak. Tartışmalarımızda bir bu eksikti, o da tamam olacak... Bakalım "bağlamak" fiili üzerinde ne çılgınca yorumlar yapılacak...
Ancak AKP ve MHP'nin üzerinde uzlaştığı ek 17. maddenin barındırdığı asıl problem bu değil. Asıl problem, bu maddenin, yeni haliyle tabii ki, bir iptal başvurusu sonunda Anayasa Mahkemesi'nden dönecek olması. Yeni haliyle ek 17. maddenin başına, bu maddenin 88'de formüle edilmiş halinin başına gelenler gelecek... Maddenin üzerinde uzlaşılan halinde "başın örtülmesi"nden söz edilirken söze (88'de olduğu gibi) "dini inanç nedeniyle" diyerek başlanmamış olmasının, maddeyi iptalden koruyacağını mı sanıyorsunuz? Ben sanmıyorum.
Ve bütün bu gayret dönüp dolaşıp sonunda neye-kime yaracaktır biliyor musunuz? Tabii ki MHP'nin bu soruna ilişkin ciddi biçimde "rol çalmış" olmasına.
O zaman durmayın, buyurun...
Yeni Şafak, 30.1.2008
|