Geçen yıla Çankaya savaşları damgasını vurdu denebilir. AKP'nin Çankaya'ya çıkışını ve tek başına hükümet olmasını önlemek için asker-sivil muhalefet odakları 2007 yılı boyunca büyük bir siyasal mücadele verdiler.
Belden aşağı vuruldu.
Kurallar zorlandı.
Bazen kurallar bile bile çiğnendi. Asker muhtıra verdi, 367 gibi büyük bir hukuk skandalı yaşandı.
Daha kötüsü, toplum ve siyaset çok uzun yıllardır görülmemiş biçimde kutuplaştı. Son kale ve gizli gündem söylem ve edebiyatıyla siyaset meydanını cephelere bölmek için bazı odaklar ellerinden geleni yaptılar.
Peki, sonuç ne oldu?
AKP yine tek başına kazandı.
Her iki oydan birini aldı.
"Hiç olmazsa koalisyon!" isteyenler hayal kırıklığına uğradılar. Sonunda Çankaya'ya eşi türbanlı Abdullah Gül çıktı.
Dünyanın sonu mu geldi?
Laiklik sona mı eriyordu?
Hayır.
Sancılı da olsa, demokratik bir süreç işliyordu. Ya da demokrasinin olgunlaşma süreci idi yaşananlar. Biraz daha sabır ve kararlılık gösterilirse, biraz daha özenle davranılırsa, Türkiye'de de demokrasinin taşları er geç yerli yerine oturacaktı.
Demokrasi son tahlilde seçim sandığında halkın oylarıyla gerçekleşir. "Ben sandıktan çıkanı kabullenmiyorum" dediğin anda perde iner, oyun paydos olur.
Demokrasi, namlunun ucunda oynanan bir oyun değildir. Yakın tarihimizdeki darbe ve muhtıralar, demokrasiyi geciktirmiş, rejimi rayından saptırmıştır.
Bir başka deyişle:
Kökleri çok eskilere, hatta Osmanlı dönemine giden asker-sivil bürokratik vesayet anlayışı, rejimle ilgili olarak vazgeçilmek istenmeyen bazı ayrıcalık ve iktidar tekelleri, siyasette taşların yerli yerine oturmasını geciktirmiş, demokrasinin olgunlaşmasını önlemiştir.
Bu yüzden, geçen yılın Çankaya savaşları bir yerde demokrasi mücadelesi diye nitelenebilir.
Peki ya laiklik...
Kaygı ve tedirginlikler tümüyle yersiz mi? Hayır değil. Türkiye'nin giderek İran'laşması ya da Malezya'laşması, zamanla laikliğe veda etmesi ihtimalini ciddi ciddi düşünenler var ülkemizde.
Bu rahatsızlık görmezlikten gelinemez.
Gelinmemeli de...
Bu konuda AKP hükümetinin yapması gerekenler elbette var. Bazı açılardan duyarlı olmaları gerekiyor.
AKP'li bazı çevrelerde uç veren iktidar şımarıklığı eğer yaygınlaşmaya yüz tutarsa, bizden-onlardan zihniyeti ve ayrımı uygulamada daha çok su yüzüne vurursa, bu ülkede siyasetin normalleşmesiyle demokrasinin olgunlaşması yine bir başka bahara kalabilir.
Bazı odaklar bunu bekliyor.
Demokrasiyi ve hukuk devletini günahları kadar sevmeyen bu odaklar,(içinde askeri de var, sivili de) siyaseti kutuplaştırıcı, toplumu cephelere bölücü her türlü fırsattan yararlanmak isteyeceklerdir.
Uzlaşma, toplumsal mutabakat gibi kavramlar bu odakları korkutur. Herşeyi siyah-beyaz görmek ve düşman kamplara ayırmaktır onların bütün sevdası...
Yine bu odakların Türkiye'de en son duymak istedikleri sözcükler 'reform'dur, 'değişim'dir. Reform ve değişimden yoksun bir Türkiye'nin demokrasiden uzaklaşacağını, içine kapanacağını bilirler çünkü...
AKP hükümeti 2007'de 'reform ve değişim bayrağı'nı yükseltmedi. Bu bakımdan geçen yılın AKP karnesinde ciddi kırıklar var.
Avrupa Birliği konusunda işin sihri kaçtı, heyecanı kalmadı. Hükümet, 2006'da olduğu gibi 2007'de de AB reformları alanında ipe un serdi. Gerekli birçok adımı atmadı.
301 bunlardan biri...
Geçen yıl bıçak sırtı durumunun belirginleştiği ekonomide de birçok önemli hedef tutmadı. Mali disiplin gevşedi. Bütçe açığı büyüdü. Ekonomik büyüme yavaşladı. Enflasyon yeniden yükseldi. Ekonominin yapısı daha kırılgan hale geldi.
AKP'nin eksileridir bunlar.
Kısacası:
AKP'nin silkinip kendine gelmesi lazım!
Buna ihtiyacı var.
Reform ve değişim bayrağını sallamayan bir AKP'yi zamanla kimse sallamaz.
Demokrasi, hukuk, insan hakları ve ekonomi alanlarında, (yeni anayasa dahil) reform ve değişim yapamayan, 'Kürt sorunu'nda ciddi olarak çözüm aramayan bir iktidar partisi, hem kendisinin hem de Türkiye'nin yolunu tıkar, geleceğini karartır.
Milliyet, 3.1.2008
|