İngiliz The Economist dergisinin Türkiye muhabiri Amberin Zaman, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınır ötesi harekâtını desteklemesi karşılığında Amerika Birleşik Devletleri’ne “Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ni tanıma ve şiddete bulaşmamış PKK militanları için geniş kapsamlı bir af çıkarma” sözlerinin verilmiş olabileceğini yazınca, hükümetin hışmına uğradı.
“Türkiye’de yerleşik bir muhabirin oturduğu yerden ürettiği spekülatif yorum”a çok sinirlenen hükümet, “böyle bir konuda sübjektif bir dille kaleme alınmış mesnetsiz bir yorumu yayınlaması, derginin ciddiyetine ve inandırıcılığına gölge düşürmüştür” diyerek, The Economist’e de verip veriştirdi.
Hükümetin bu tepkisini nasıl okumalıyız?
Tam olarak ne diyor hükümet?
“ABD ile pazarlık sözkonusu değil” diyor, onu anladık…
Peki başka ne diyor?
“Kürt Yönetimi’ni tanımak ve şiddete bulaşmamış PKK’lılara af çıkarmak sözkonusu olamaz” mı diyor, yoksa “Kürt Yönetimi’ni tanımak ve şiddete bulaşmamış PKK’lılara af çıkarmak zaten bizim kendi projemiz; bu projeyi hayata geçirmek için ABD baskısına ihtiyacımız yok” mu diyor?
İnşaallah ikincisi.
Şayet öyle ise, hükümetin The Economist’ten beklediği ciddiyet ve inandırıcılığı bizim de hükümetten beklediğimizi ifade etmeliyim.
Hükümet, Kürt meselesinin sivil usullerle çözümüne dönük CİDDİ bir irade sergileseydi ve bu iradenin ABD veya AB’den filan değil kendi vizyonundan kaynaklandığını İNANDIRICI bir şekilde ortaya koysaydı, kimse yukarıdaki türden yorumlarda bulunmazdı.
Terördeki derin devlet parmağını araştıran bir savcının derin devlete kurban edilmesi, “Kürt Meselesi” söyleminin önce benimsenip sonra lanetlenmesi, “eve dönüş yasası” konusundaki açıklamaların birbiriyle çelişmesi, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’yle münasebetlerin belli başlı bir zemine oturtulamaması, sınır ötesi bombardımanın her derde deva olduğu intibaının uyandırılmasına seyirci kalınması vs, vs, vs, The Economist’e verilen ciddiyet ve inandırıcılık dersini biraz ‘ofsayt’a düşürmüyor mu?
* * *
Yeri gelmişken:
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ile GÖRÜŞEBİLECEĞİ söyleniyor.
Dikkat buyrun; GÖRÜŞECEĞİ değil, GÖRÜŞEBİLECEĞİ!
Hâlâ oralarda mıyız?
“Bütün komşularımızla sıfır sorun siyaseti”ne yapılan onca vurguya rağmen, Celal Talabani -ve dahî Mesut Barzani- ile ELBETTE görüşüleceği hâlâ söylenemiyor mu?
A, evet, “bunların PKK ile irtibatı var”!
Siyasetten az buçuk anlayan herkes bilir ki, Kürdistan Demokratik Partisi ve Kürdistan Yurtseverler Birliği şiddette ısrar eden PKK’yı baş belası olarak görüyor, ama bu bir yana; Türkiye Cumhuriyeti Devleti, PKK ile şu veya bu şekilde irtibatta olan Fransız yönetimini, Alman yönetimini, İtalyan yönetimini, Amerikan yönetimini hiç boykot etmiş mi?
“Bunların yiğitliği ancak Kürtlere söküyor , bunlar Kürtleri adam yerine koymuyor, bunlar Kürtleri aşağılamak için fırsat kolluyor” dedirtmenin ve Kürtlerin kalplerinde açılmış olan yarayı derinleştirmenin ne alemi var?
Ey erkan-ı devlet!
“Biz Kuzey Irak’ta sadece PKK’ya karşı mücadele ediyoruz, Kürtlerle derdimiz yok” diyorsanız, Iraklı Kürt kardeşlerimizin lider kabul ettiği zevatla görüşmekten imtina etmeniz biraz tuhaf kaçmıyor mu?
Talabani -ve de Barzani- ile görüşmekten imtina etmenin veya “görüşsek mi görüşmesek mi” diye düşünüp durarak vakit kaybetmenin fitneye hizmet ettiğini görmüyor musunuz?
Böyle kararsız olursanız, açık ve net bir şekilde inisiyatif almaya yanaşmazsanız ve bunu herkesten önce yapmazsanız, yarın ister istemez “ABD’nin / AB’nin dayanılmaz baskıları yüzünden Irak Kürtleriyle KERHEN diyalog kuruyor” gibi görünürsünüz; tebrik ve teşekkürler de Batılı devletlere gider, size değil.
* * *
Bıktım usandım bu ‘iki arada bir derede siyaseti’nden!
Nedir sorun?
“AK Parti Hükümeti’ni Barzani uşağı ve PKK işbirlikçisi ilan ederler, bu propagandanın altında kalırız” diye mi korkuluyor?
Yahu, bütün seçim dönemi boyunca bu propaganda zaten yapılmadı mı?
Dibi zaten bulunmadı mı bu propagandanın?
AK Parti bu propagandaya rağmen yüzde 47 oy almadı mı?
Abdullah Gül bu propagandaya rağmen cumhurbaşkanı olmadı mı?
Eee?
Daha ne?
Yeni Şafak, 29.12.2007
|