Bilindiği gibi msn internet üzerinden anında iletişim sistemidir. Daha önceleri "chat yapmak" olarak biliniyordu. Sistem gelişti, Şimdiki kısa adı msn. İsteyen bilgisayarlarına karşılıklı takılan özel "webcam" kamera ile görüntülü ve sesli iletişim kurulabiliyor. Konumuz msn hakkında bilgi vermek değil. Maksadım, ibretli bir olayı dikkatlere sunmak için bir kısa bilgi vermektir.
Ulaştırma Bakanı (aynı zamanda internet ve MSN'den de sorumlu bakan) Sayın Binali Yıldırım, memleketi Erzincan'da seçim çalışmaları sırasında köyün birinde bir hanım teyzenin talebi ile karşısında şaşırıyor. Hanım teyze bakandan "MSN istiyoruz" demiş. Bakan herhalde soruyu beklemediğinden olacak ki, "O ne demek?" diye sormuş. Köylü teyze kızarak "Bakan olmuşsun daha msn'yi bilmiyorsun" diye fırçalamış. Teyzenin İsviçre'de kızı varmış. Şehre indiğinde internet üzerinden, hem de görüntülü olarak kızı ile görüşebildiği için, "köye de isteriz" demiş. Sayın Bakanın bu itirafını ve hatırasını biz de internetten okuduk
Gelelim bilim, bilişim ve tekniğin icad edildiği veya zannettiğimiz, bilişim teknolojilerinin merkezi olan üniversitelerimiz ve hocaları profesörlerimizin "merd-i kıptî şecaat arz ederken sirkatin söyler" (çingene mertliğinden bahsederken hırsızlığını anlatırmış) misali itiraflarına.
İstanbul'da bir grup profesörün bir iftar programında tanışma ve görüşmeleri sırasında yaşanan ibretli olayı-bu olay da internette vardı-aktaralım.
İGDAŞ'ın iftar programında eski ve yeni dostların ve aralarında profesörlerin de bulunduğu kalabalık içinde koskoca profesörlerin aralarında geçen konuşmalar çok ilginç.
Davetliler kendi aralarında kart alışverişi yaparken, yanında kartviziti bulunmayan bir davetli Türkiye'nin tanınmış profesörlerinden birine, "Hocam ben size iletişim bilgilerimi emaille atarım" demiş. Hoca ne dese beğenirsiniz. "İyi, ama evladım ben bilgisayar kullanmasını bilmem ki… Bilgisayarın daha bir tuşuna bile basmadım." Ben bu sözler karşısında, "Zaten yaşını başını almış, herhalde gerekmiyordur" diye düşünürken, bir başka tanınmış profesör, "Valla ben ATM'den maaşımı bile çekemiyorum. Kimi zaman asistanlardan, kimi zaman öğrencilerden, kimi zaman bizim kapıcı Necmi'den rica ediyorum" deyince, diğerleri de cesaret bulmuş olacak ki, masada oturan profesörlerden birçoğunun bilgisayarla aşinalığı olmadığı anlaşılmış.
Bu isimler, Türkiye'nin tanınmış profesörleri, ama uluslar arası bilim camiasında yerleri ne durumda, bunu sorgulamak lâzım. İnsanı önündeki tuşlara basarak dünyaya taşıyan teknolojik aygıtla aşinalığı olmayanların, dünya bilim camiası ile sıkı fıkı irtibatları olması ne derece mümkün? Parmakları bilgisayarın tuşlarına değmeyen ve yayınları internet ortamına taşınmayan hocaların ürettikleri akademik yayınların uluslar arası dolaşımda yer alması ve dünya bilim literatürüne katkı yapması nasıl olacak ki?
Yeni göreve atanan YÖK Başkanı, "İki vizyonum var. Biri üniversitelerden bütün yasakların kalkması, diğeri de aslî işimiz olan bilim alanında gelişme" dedi.
Muhalefet eden de yine "merd-i kıptî şecaat arzederken sirkatin söyler" anlamında bilim adamından çok yasakçı komiser eski seleflerden Kemal Gürüz'den gelmiş. Zâtı âlilerinin asıl derdi, profesörlerin bilimden bilişimden habersiz, maaşını bile atm'den çekemeyecek kadar yeniliklere yabancı olması olmamış ki…
Erzincan'ın dağ köylerinde, bilişim çağını yakalamış teyzemin, bilim öğrenmesi için üniversiteye gönderdiği kızının baş örtüsü yüzünden okumasını engellemek ne garip, değil mi?
Diyarbakır'ın bir köyünde de muhtarın birinin yazışmalarını internet üzerinden gönderdiği haberini duyalı kaç yıl oldu?
Milleti ve değerlerini potansiyel tehlike olarak gören jakoben zihniyetin mezarı müteharrik (ayaklı cenazeleri) artık uzatmaları oynadıklarının farkındadırlar. Ne iş yaparlar, ne yaptırırlar. Bilime de, bilişime de, velhasıl her türlü gelişime de engel "statükocu" zihniyetin miadını doldurduğuna ve yarınların parlak olacağına inancımız tamdır.
|