Bir olgu hepimizde az çok var. Atağa geçmek için sanki bir tılsım bekliyoruz. Bir şeyler yapmak istiyoruz ama yapamıyoruz. Saman alevi gibi isteklerimiz ve heveslerimiz oluyor. Güçlü istekler ve kararları bir türlü faaliyete geçiremiyoruz. Gerçekten ne oluyor bize? Bizi biz yapacak değerlerimizin farkında bile değiliz. Ne kabiliyetimizin ne de zihinsel boyutumuzun farkındayız. Belki de çok şeyler başaracak yeteneklerimiz ve zihinsel yetilerimiz var; ama bunları harekete geçirecek çabayı sarf edemiyoruz. Sanki bir yerlerden bir kıvılcım bekliyoruz. Hayatımızın her safhasında pozitif adımlar atma konusunda korkunç sıkıntılar yaşıyoruz. Sahi ne oluyor bize? Nedir bu atalet; nedir bu sefillik? Başka yerlerden bir tılsım aramaya gerek yok. Muharrik tılsım zaten içimizde var ama biz maalesef bunun farkında değiliz.
Savaş ve Barış, Hacı Murat gibi büyük eserlerin sahibi, Rus romancı L. Tolstoy için bir anekdottan bahsederler. Tolstoy, çocukluğunda kardeşleri ile oyun oynarken bazen kaybolurmuş. Kardeşleri kendisine nereye kaybolduğunu sorduklarında ise “yeşil dalı” arıyorum dermiş. Yeşil dal, kendisine anlatılan masalların birisinde insanlığı kurtaracak, mutluluğa ve barışa kavuşturacak bir “tılsım”mış. Kaybolmasının sebebi, bu tılsımı arıyormuş. Bir gün mutlaka bulacağına inandığı tılsımı aramak için kayboluyormuş. Tolstoy, kendince bulmuş olmalı aradığı tılsımı ki, dünyaca ünlü bir yazar olacak eserler sunmuş.
Sakarya Üniversitesi’nde doktora yaparken, genelde Konya’dan Adapazarı’na trenle giderdim. Sabahları doktora dersleri olduğu için, akşam trene bindikten kısa bir süre sonra uyurdum. Yine böyle bir yolculukta uykuya dalmıştım. Ancak uykumda beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Sonunda büyük bir rahatsızlıkla uyandım. Bir de ne göreyim; üç-dört kişi trenin koltuklarında mükellef bir çilingir sofrası kurmuşlar kafayı çekiyorlardı. Tren yolcu doluydu ve hiç kimse müdahale etmiyordu. Uykumu bölmelerinden olacak sinirli bir şekilde, “Siz ne hakla burada içki içiyorsunuz, burada içki içmek yasaktır; eğer içeceksiniz, trenin restoran bölümü var; oraya gidiniz,” diye bağırdım. Tam Don Kişot gibi davranmıştım. Ben bir kişi; onlar üç kişi. Üstelik kafayı da çekiyorlar. Emin olun, üçü de beni sıksalar suyumu çıkaracak kalıpların adamıydı. Ama kalıplarıyla yaptıkları bağdaşmıyordu. Sanki benim bu sözüm bir tılsım gibi etki yaptı. Birden birçok kişi ayaklandı ve üç kişinin üzerine yürüdüler. Benden beter hakaretler savurarak adamları paras pandıras dışarı çıkardılar. Bana hiç ihtiyaç kalmamıştı. Tekrar başımı geriye yasladım ve derin bir uykuya daldım.
Bu iki anekdotta da görüldüğü gibi, harekete geçmek için muharrik bir motivasyon gerekiyor. Ama herkes benim gibi böyle bir cesareti gösteremiyor. Aslında trendeki yolcuların da içlerinde muharrik güç vardı ama bir türlü harekete geçiremiyorlardı. Benim cesaretim ve devreye girmem, onların muharrik güçlerini de atağa geçirmişti. Sonunda herkes rahat nefes almış pis kokudan kurtulmuştu.
Peki bilhassa gençlerimizin geleceğini şekillendirecek vizyon, plan, program ve uygulama yapacak bu türden muharrik güçleri devreye sokacak ve pozitif adımlar atmalarını sağlayacak eylem planları ve politikalar geliştirebiliyor muyuz? Bu konuda ülke olarak maalesef büyük sıkıntılar yaşamaktayız. Onları adeta ataletin ve tembelliğin kucağına sürükleyecek alt yapıları hazırlıyoruz. Sağlam iradeli, disiplinli, ahlâklı gençler yetiştirmede büyük ihmaller yaşıyoruz. Aylaklık sendromunu fitilleyen mekânları açmada belki de dünyanın önde gelenlerindeniz. Bu sendromu bertaraf edip, yerine gençlerimizin kariyer gelişimi ve başarı yolunda dev adımlar atmalarını sağlayacak muharrik gücü canlandırmak için, herhalde kayıp tılsımın bulunmasını bekliyoruz.
|