Bu ülke kötü kokulardan bezdi. Rahip cinayeti, Dink suikasti, misyoner katliamı…
10 gün önce bu konudaki son yazımızda bu cinayetlerin Türkiye’deki kirli bir dokunun siyasi cinayetleri olduğunu tekrarlıyorduk. Her bir cinayette ipuçlarının “kamusal alanın derinlikleri”ne uzandığını söylüyorduk…
Kaldı ki, bir dizi diğer ipucu, cinayetlerin işlenme biçimleri, hedef aldıkları kurbanlar aralarında bağlantı olduğuna işaret ediyordu.
Nitekim Hrant Dink hayattayken rahip cinayetinin, başta kendi hayatına yönelik olmak üzere ciddi bir tehdide, harekete geçen bir mekanizmaya tekabül ettiğini düşünürdü. Bu konuyu, ona gelen tehditler sonrası sık konuştuğumuzu hatırlarım.
Nitekim bundan bir süre önce bir vesileyle kulağımıza “Malatya katliamı”na karışan kimi sanıkların askerlik yaptıkları birliklerde kimi askerler tarafından dolduruldukları duyumu geliyordu.
Sorun ortada:
Bu cinayetler “kamusal alanın derinliklerinden fazlası”na işaret ediyor…
Değil mi ki bu konudaki soruşturmalar, özellikle devlet memurlarına uzanan soruşturmalar derinleşemiyor; bizzat diğer devlet memurları tarafından engelleniyor.
Dün gündeme düşen son haber buna açık bir kanıt oluşturmakla kalmıyor, bu cinayetler dizisini Susurlukvari bir görünüme büründürüyordu.
Haber şöyleydi:
“Misyoner katliamı sanığı Abuzer Yıldırım’ın bir savcıya ait telefonla mesajlaştığı ve kayıt adresi ‘Ankara Özel Harekât Dairesi’ görünen telefondan arandığı belirlendi. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan dava dosyasında, 18 Nisan 2007’de üç kişinin katledildiği olayın sanıklarından Abuzer Yıldırım’ın kullandığı sim karttan, bir savcıya karşılıklı iki kez mesaj atıldığı tespit edildi…
Abuzer Yıldırım’ı 3 Mart 2003’te arayan telefonun sahibi C.B.K. olarak görülüyor. Telefon sahibinin adresi olarak Özel Harekât Daire Başkanlığı gösterilmiş. Ayrıca sanıklar Emre Günaydın’ın 35, Salih Gürler’in 38, Hamit Çeker’in 17, Abuzer Yıldırım’ın 16 cep telefon cihazı kullandığı belirlenmiş…”
Artık hukuk yolu yetmez…
Artık harekete geçmesi gereken siyasettir, siyasi iktidardır.
Bu tablo pisliğin derinliğine açık bir işarettir.
Sistemin temizlik harekâtları yarım kaldıkça, idari korumaya takıldıkça anlam taşımıyor, tersine sistem içindeki karanlık noktaları genişletiyor.
Artık Başbakan’ın seçim meydanlarında verdiği sözü hatırlama ve yerine getirme zamanıdır.
Sistemin temizlenmesi, çetelerin ortadan kaldırılması için sonuna kadar gitme sözünü vermişti Başbakan…
Yeni dönemde hükümetin temel önceliğinin siyasi bir temizlik olduğunu söylüyordu meydanlarda…
Fehmi Koru’ya ve bana Karabük yolunda uçakta özellikle, altını çizerek gerekirse yeni yasalar çıkararak “temiz eller girişimi”nde bulunacağını anlatmıştı.
Bugün Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül ile o dönemde yaptığımız bir görüşmenin sonunda, Bakan kendisine “çetelerle mücadele” konusunda soru yöneltmediğimi hatırlatmış, bu konuda büyük adımlar atacaklarını söylemişti.
O şimdi devletin başında…
Başbakan hiç olmadığı kadar güçlü…
İlkeli, dürüst, iş bilir bir İçişleri Bakanı var…
Zaman hareket zamanıdır…
Aksi halde…
Aksi halde biz daha çok yanarız, çok ağlarız, çok yakınırız…
Yeni Şafak, 5.12.2007
|