8 Aralık’ta YÖK başkanı değişecek. Kemal Gürüz’ün başlattığı üniversiteler operasyonunu devam ettiren Erdoğan Teziç’in de görev süresi doluyor. Yeni YÖK başkanının kim olacağı, özgürlükten mi otoriteden mi yana olacağı merak konusu?
YÖK başkanı değişirse Türkiye’deki üniversite sorunu çözülür mü bilinmez; ancak Türkiye’nin eğitim meselesi, hele de yükseköğrenim öyle kısa sürede halledilir gibi görünmüyor. Aslında YÖK Başkanı’nın bu kadar önemli olması, merak ediliyor olması bile konunun problemli olduğunu gösteriyor. Kişilere göre değişen, şekil alan bir yönetim biçimi ne kadar sağlıklı olabilir ki?
Bugünkü üniversitelerimiz otoriter, hiyerarşik düzende, bilimden çok ast-üst ilişkilerle ve ideolojiyle idare edilen, yönetim biçimi çağdaş dünya üniversitelerinden çok askeri yönetim biçimini andıran bir yapıda. Dünyanın hangi ülkesinde üniversitelerin ideolojisi vardır? Akademik kadro, üretilen bilim, bir ideolojiye göre şekillenebilir mi? Araştırmalarında falan kişiden kaynak gösterdiği için hakkında soruşturma açılan dünyada kaç akademisyen vardır? Rektör atamasında onun bilimsel yeterliliğinden çok aile yapısına bakıldığı dünyada kaç üniversite vardır?
Rektörlük ataması ise ayrı bir garabet. Üniversitede seçim oluyor. Rektörlüğe aday hocalar bir siyasetçi gibi seçmenine birtakım vaatlerde bulunuyor, oy alıyor. En çok oy alanlar YÖK’e bildiriliyor. YÖK bu garabet seçimde kim çıkarsa çıksın, kendisinin istediği adamları Cumhurbaşkanına öneriyor, Cumhurbaşkanı ise o garabet YÖK seçimini takmayarak bildiği bir adamı rektör atıyor. Sanki bir çadır tiyatrosu. Cumhurbaşkanı atarken, kimin koyduğu belli olmayan bir not kağıdına da bakıyor.
Bugüne kadar rektör seçimlerindeki en önemli belge Cumhurbaşkanına giden dosyanın içine sıkıştırılmış küçük bir not kağıdıydı. Hani şu ara, kimsenin sahip çıkmadığı kimin oraya koyduğu belli olmayan bir iftira notu var ya işte o. Son yıllarda hiçbir bilimsel yeterlilik, hiçbir kariyer o belgenin önüne geçemiyordu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül açıklamasaydı hiç farkında da olamayacaktık. Bilim yuvası olması gereken bir yerin başına bir rektör atanırken dosyanın içine bilgi notu ekleniyor; ‘eşi şöyledir, annesi böyledir, akrabaları içerisinde kaşı kara olanlardan var’ gibi. Bilimsel ve idari yeterliliğinden söz eden herhangi bir şey yok. Eşinin giyimiyle ilgili bir bilgi notu. Üstüne üstlük söz konusu kişinin bırakın eşinin çarşaf giymesini hiç evlenmediği ortaya çıkıyor. Tam çifte rezalet.
Üniversiteler, Türkiye’nin en önemli meselelerinden birisi kuşkusuz. Doğrudan kendisini ilgilendirdiği için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e düşen çok ciddi görevler var. Her şeyden önce üniversitelerde bilimsel özgürlüğün, fikir ve ifade hürriyetinin gelişmesini sağlayacak ortamların oluşturulması lazım. İdeolojik üniversite olmaktan kurtulup, dünyadaki çağdaşlarıyla yarışabilecek bir ufkun buralara hakim olması çok önemli. Bu nedenle YÖK kanununda yapılması gereken çok ciddi düzenlemeler var. Özellikle son 10 yılda başlatılan hafiyeciliğin, fişlemeciliğin, ihbarcılığın üniversitelerden derhal, bir daha geri gelemeyecek şekilde atılması sağlanmalıdır. Üniversitelerin ideolojisi olmaz. Fikirleri ve bilimi olabildiğince özgür bırakalım, iyi olan kazansın.
Zaman, 5.12.2007
|