Malatya’daki hunhar cinayet dosyası aydınlandıkça Hrant Dink benzeri bir gelişmeyle karşı karşıya olduğumuz hissi ağır basmaya başlıyor.
Trabzon’da olduğu gibi, Malatya’da da bir “büyük abi” vakası olduğu görülüyor.
Çetenin lideri normalde ilişkisi olmaması gereken kamu görevlileriyle içli-dışlı.
Cep telefonundan çetenin genç elemanıyla ilişkide bulunan herkes aynı savunmayı yapıyor: “Telefonu iki sene önce bir akrabama vermiştim...”
Çete başının kamu görevlileri ile ilişkisinin bununla sınırlı kalmadığı anlaşılıyor.
Çetenin bir başka üyesi, bu genç adamın bir süre önce bir bıçaklama olayına karıştığını ama olayın örtbas edildiğini iddia ediyor.
Eldeki bu bulgular, Dink cinayetinde olduğu gibi, sıra dışı bir örgütlenmeyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Ancak sanık avukatları, iddia makamının bu dosyada, katil zanlılarından çok ölenlerin kimlikleriyle, geçmişiyle uğraştığını savunuyor.
Kamu görevlilerinin istihbarat amacıyla birtakım potansiyel suçlu adaylarıyla ilişki kurması anlaşılabilir bir şeydir.
Ancak kamu görevlisinin ilişki kurduğu insanların ülkeyi sarsan cinayetler işlemesi ve dosyanın sağlıklı soruşturulduğu şüphesi uyandırılması kesinlikle anlaşılabilir bir şey değildir.
Bu ülkede yanlış yapan kamu görevlisi örneği çok görüldü.
Bu yanlışın hesabının sorulduğu olay sayısı ise sıfır denilecek düzeyde.
Türkiye çağdaş, demokratik bir ülke olacaksa, hukukun üstünlüğünü pekiştirmek zorunda.
Konumu ne olursa olsun, herkesin hukuk ve adalet önünde hesap verme korkusunu yaşamadığı bir ülkede sağlıklı bir demokratik sistem ve can güvenliği sağlanamaz.
Yaşadığımız olaylar bunun en açık delili.
Türkiye, anayasa değişikliğini tartıştığı bu dönemde, mevcut hukuk kurallarını sağlıklı işletemez bir görüntü vermekte, bu da kuralın değişmesinin, yaşamın kalitesini de değiştireceğine ilişkin umutları azaltmakta.
Katil zanlılarının yakalanması polis adına bir başarıdır elbette ancak asıl önemli olan bu tetikçilerin arkasındaki gerçek gücü ortaya çıkarabilmektir.
Sabah, 5.12.2007
|