Hep bir şeyleri sevdiğimizi iddia ederiz. “Seni çok seviyorum” ifadesini sık sık dilimizden düşürmeyiz. Bu ifadeyi, bütün maddî ve manevî değerlerimiz için istimal ederiz. Allah’ı çok sevdiğimizi iddia eder; ama emirlerine muhalefet ederiz veya O’ndan gelen musibetlere isyan ederiz. Hz. Peygamberi (asm) sevdiğimizi iddia ederiz; ama sünnetini uygulamada büyük ihmalkârlık gösteririz. Eşimizi dostumuzu sevdiğimizi iddia ederiz; ama kötü günlerinde yanlarında olmayız. Çoluk çocuğumuzu sevdiğimizi iddia ederiz; ama onların en iyi şekilde yetişmelerini sağlamak için gerekli emeği ve çabayı yeterince sarf edemeyiz.
Sevgi, yukarıda sayılan olumsuz faktörlerin olumlu hale getirilmesi ile anlam kazanır ve filizlenir. Yoksa kuru bir ot gibi rüzgârın önünde sürüklenmeye mahkûm olur. Sevdiğimizi iddia ettiğimiz kişilere göstereceğimiz ihtimam kadar işimizi de sevmeli ve yeterli ihtimamı göstermeliyiz. Elbette herkes yaptığı işi sevmelidir. Eğer bir insan kariyerini, iştigal ettiği işleri sevmiyorsa ve severek yapmıyorsa o işi optimal düzeyde güzel yapamaz.
Peygamberimiz (asm) işini hakkıyla yapanları, yaptığı işin hakkını verenleri övgüyle yâd etmiştir. İnsan yaptığı işi en güzel şekilde yapabilmek için her şeyden önce yaptığı işi benimsemeli ve sevmelidir. Bir insan yaptığı işi sevmiyorsa o işi asla en iyi şekilde yapamaz dedik, o halde bir insan sevmediği işi yapıyorsa, derhal o işi terk etmelidir. Aksi takdirde faydadan ziyade zarar verecek uygulamalara imza atacaktır.
Meselâ öğretmenlik mesleği için “sevgi mesleği” denir. Gerçekten çok yerinde bir tanımlama. Yüreklerinde sevgi yumağı olmayan insanların asla öğretmenlik mesleğini seçmemeleri gerekir. Ne bileyim, belki bir kasap olabilirler veya hamamda göğsünde keçe döven bir eleman olabilirler, ama yüreklerinde sevgi taşımayanlar asla öğretmen veya öğretim elemanı olmamalılar. Bir öğretmen düşünün ki, öğrencileri ondan sevgi belirtileri göremiyor, gözlerinden sevgi huzmelerini yansıtamıyor. Bu öğretmen bilgili olsa ne yazar? Kuru bilgiler saman alevi gibi uçucudur. Sevgiyle beslenmeyen bilgiler unutulmaya mahkûmdur. Bilgilerin zihinlere nakşedilebilmesi için sevgi suyuyla sulanması gerekir.
İlkokulda okurken bir öğretmenimiz vardı. Adam, kin ve nefret kusan, gaddar bir adamdı. Anne baba ilgisi olmayınca da bu gaddar öğretmenden kurtulmam imkânsızdı. Bu öğretmenimiz birkaç arkadaşla bana bir ünite ödevi vermiş ve bu ödevi sınıfta sunmamızı istemişti. Konuları paylaşmıştık. Hazırlandık ve sınıfta sunmaya başladık. İlk konuyu anlatacak arkadaş konuyu anlatamayınca, hepimize “0” verdi. Sonra fikir değiştirdi ve sonrakilerin konularını anlatmasını istedi. Bu sefer ben itiraz ettim. Adamı zaten sevmiyordum, bir de böyle yapınca köprüleri attım: “Sen bize hem ‘0’ veriyorsun, hem de konuyu anlatmamızı istiyorsun. Ben anlatmıyorum” dedim. Adam ifrit kesildi ve beni kulaklarımdan tuttuğu gibi sınıftan dışarı attı. Gözlerim yaşla dolmuştu. Aman Allah’ım bu adam nasıl öğretmendi. Dışarıda ağlıyordum. Biraz sonra müdür yanımda dikildi. “Ne oldu sana?” diye sordu. Durumu anlatınca üstüne üstlük, o zamanlar sınıflar soba ile ısıtıldığından, sınıftaki sobalar için bana bir de kömür taşıttı.
Gerçi günümüzde böyle öğretmenler fazla değil. Ama maalesef zaman zaman karşılaşmıyoruz değil. Bu tür öğretmenlerin yetişmemesi için, bence Eğitim Fakültelerinde “sevgi dersi”nin tesis edilmesi gerekir. Hatta, sevgi dersinden önce, Eğitim Fakültelerine alınacak öğrencilerin psikolojik testlerden geçirilmeleri gerekir. Psikolojik sorunları olanların bu fakültelerden ayıklanması ve asla öğretmen yapılmaması gerekir. Aksi takdirde, ruh sağlığı bozuk bir toplumun da temelini atmış oluruz.
[email protected]
|