Dün, yeminli bir AK Parti düşmanı olmaktan uzak, sağduyulu bir akademisyen şunlar yazıyordu: “AKP seçimden önemli bir oy desteği ile çıktı.
Ardından cumhurbaşkanı seçimi de iktidar partisinin istediği yönde sonuçlandı.
Birinci iktidar dönemine kıyasla ikinci dönemde AKP’nin az rastlanır bir iktidar hákimiyeti oluştu.
Ne beklersiniz?
AKP, seçim başarısının da gazıyla hemen işe soyunacak, eksik bırakılan işleri tamamlayacak, yeni reform projelerini devreye sokacak, falan.
Beklentinizin böyle olması doğal.
Siyasi başarının icraat gücünden kaynaklandığını, AKP’nin bu alanda üstünlük sahibi olduğunu, son seçimdeki başarıyı da birinci iktidar dönemindeki güçlü icraatın getirdiğini vurgulayan bizzat partinin kendisi. Bu değerlendirmeye büyük bir itiraz da olmadı doğrusu.
Seçimden bu yana üç ay geçti.
İktidar cenahında tık yok. Olacağına dair işaret de yok.
Tersine, iktidar alanında gözle görünür bir durgunluk var. Karar süreçlerinde ciddi bir dağınıklık görüntüsü oluşuyor. İcraat faslında ise adeta nefes tükenmiş gibi.
Kısacası, AKP’nin ikinci icraat dönemine ilişkin beklentiler bozulmaya yüz tutmuş durumda.‘
***
Gene dün, TÜSİAD’ın Brüksel Temsilcisi Bahadır Kaleağası, içine düşülen ataletin Türkiye’yi götürmekte olduğu noktayı şöyle resmediyordu:
‘Tarih siyasetçilere karşı acımasızdır. Yakın bir gelecekte, 2007 yılının değerlendirmesinde Türkiye için şu saptamalar yapılmamalı:
‘Türkiye bu dönemde uluslararası sahnede son derece önemli güç kaynaklarına sahipti. AB ile müzakere süreci ilerliyor, istikrarlı bir demokrasi olarak Batı dünyası için önemi pekişiyor, dünya enerji haritasında yeri belirginleşiyor, ekonomisi büyüyor, genç ve dinamik toplumu ile yıldızı yükseliyordu. Fakat nasıl olduysa, küresel eğilimleri iyi okuyamayan Türk siyaseti bir anda içine kapandı. Kaderine hákim olamadı. Koskoca ülke bariz bir şekilde kendisini bu yönde tuzağa düşürmek isteyen karşıtlarının oyununa geldi. Ayrıca Türkiye onlara hiç ummadıkları bir hediye sundu. Türkiye’yi tüm dünyanın gözünde zayıf bir konuma düşüren bir yasa yüzünden, kendisini savunduğu tüm siyasal alanlarda kendi ayağına kurşun sıktı. Türkiye’yi yönetenler, iktidarı ve muhalefetiyle bu durumun önemini kavrayamadılar. Dünya tarihinde ender rastlanan bir şekilde, böylesine köklü bir ülke ulusal çıkarlarıyla bu kadar çelişkili bir durumdan uzun süre kurtulamadı. Her geçen gün Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi nedeniyle Türkiye karşıtları güç kazandı. Türkiye kaybetti. Şimdi artık esas soru şu: Bu kaybın hesabını Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına kim, nasıl verecek?’
Neden 301. madde?
Onun cevabını da şöyleydi:
‘Bu sefer de durum ciddi. TCK 301 tüm dünyada artık bilinen bir madde oldu. Kendi ceza yasalarındaki herhangi bir maddeye aşina olmayan AB bürokratları, Batılı diplomatlar, uluslararası basın ve hatta sıradan insanlar, Türkiye bahis konusu olunca bu 301’i gayet iyi biliyorlar. Durum abartılı, saplantılı, art niyetli, suiistimalli ve hatta haksız olabilir. Fakat aynı zamanda vahim.
Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından vahim bir durum var. Türkiye siyasal, ekonomik ve toplumsal zarar görüyor. Bu durumdan, yani 301. maddenin hálá varlığını sürdürmesinden hiçbir şey kazanmıyor. Ulusal çıkar bilançosu açık. Duygusallığa yer yok. Devlet yönetmenin lügatinde ‘tepkisel olmak’, ‘kışkırtılmak’ ve ‘aman canım’ laubaliliğine yer yok. Siyasal demagojiyi bir kenara bırakıp gerçekçi olmak gerekiyor. TCK 301 derhal değişmeli. Değişmesi yönündeki girişimlere destek olunmalı. Çünkü Türk insanının onuru ve Türkiye’nin çıkarları bunu gerektiriyor.’
Sonra da uzun uzun bu saptamanın temel gerekçelerini sıralıyordu...
***
Bunları neden aktarıyorum?
Statükoyu..
Yerleşik düzeni..
Demokratikleşme yönünde..
Dünyalaşma istikametinde..
AB hedefinde değiştirme iradesi olunca ‘sandık’ önemli..
27 Nisan muhtırasına karşı 22 Temmuz bundan önemliydi..
Yoksa, cumhurbaşkanını Suriye’de de halk seçiyor...
Star, 21.10.2007
|