Dostum, “Biz aslında kimliğimizin bekçisi olup çıktık” dedi, vadinin koyu yeşil derinliklerine bakarak.
Kimlik dediği oradan buradan şişirerek onunla kendimizi göstermeye çalıştığımız yalancı bir kimlikti aslında. Meslek hayatımız bize bir kimlik kazandırmış, ırkımız, sosyal konumumuz, tahsilimiz, bilgimiz, şehrimiz, mahallemiz ve oturduğumuz evimiz, arkadaşlarımız, daha sayamayacağımız kadar çok faktörler bize kimlik kazandırmış. Bunu öylesine koruyoruz ki, gerektiğinde uğrunda canımızı bile verebiliyoruz. “Kişiliğimi rencide etmiş” diyerek suçladığımız az insan mı var. “Kişiliğimiz” dediğimiz işte bu sahici olmayan kimliğimizi oluşturduğumuz bugün var yarın yok olmaya mahkum şeylerdir. Bunlar asıl kimliğimizi örten, ama bizim bir yanılgı eseri olarak kimliğimiz adına itibar ettiğimiz ve onunla kendimizi gösterdiğimiz özelliğimizdir.
Mesela, işgal ettiğimiz makam, ne kadar bizim kişiliğimizi gösterebilir ki? Yaradan ile aramızdaki bağ olmadıktan sonra makama bağlı olarak bir kişilik sergilemek ne kadar sağlıklı olur? Makama bağlı kimlik özümüzü yansıtmaktan uzaktır. Ün ve makam geçici şeylerdir. Makamından ya da ününden dolayı saygı duyulan ve bunu bir kimlik olarak yaşamaya çalışan insanlar, yarın bunlardan uzaklaştırıldıklarında kendilerini son derece yalnız hissederler. Çünkü asıl kimlikleri bu değildi onların. Bir görev bilinci içinde öz kimlikleri ile bu makamın üstesinden gelmeleri gerekirken, kendi kimlikleriymiş gibi kullanmaya kalkışmaları bir yanılgıydı. Oysa orası bir hizmet yeriydi. Omuzlarda taşınması gereken bir kutsal görevdi. Makam bizimle şereflenmeli; yoksa tahtına oturarak bizi gururlandırmamalı.
Bilgi de bazılarını sahici olmayan bir kimliğe büründürüyor. Bilgi eğer bizi gurura sürüklemişse, insanları üstten bakarız ve bizim olmayan bir kimliğin ateşinde yanarız. Oysa bilgi çoğaldıkça tevazu ağır basmalıdır. Bilgide derinleşenlerin kendilerini bilgi yoksulu kabul etmelerinin altında bu tevazu yatar; çünkü bilgi okyanusuna daldıkça bilginin kaynağı kendilerine görünür de o sonsuz ummandan sadece bir damla kendilerinde olduğunu anlarlar. Gurur aslında küçüklük belirtisidir ve özümüze çok yabancı bir kimliktir.
Asıl kimliklerimizle değil de yalancı kimliklerimizle övünmeye, kendimizi göstermeye ve tanıtmaya çalışmamız ne kadar garip! Asıl kimliğimizle, yani Yaradan’a nispet edilen kimlimizle nasıl etrafımıza caka satabiliriz? Çünkü o özümüzü ortaya çıkaran bir kimliktir. Değil onunla övünmek, onunla ancak Yaradan’ın mucize eserleri karşısında silikleştiğimizi görürüz. Yaratana karşı hiçliğini gören, onun yaratıklarına karşı böbürlenemez; insanlar arasında “benim!” diye gezemez.
Ve işte insanlar arasında tevazu da, bizi yaratan karşısında öz kimliğimize yoğunlaşarak kendimizi başkalarından üstün ve onları da kendimizden ayrıcalıklı görmemektir. Silikliğimizi yalnız Allah’a karşı gösterebiliriz. Biz de diğerleri gibi haklara sahip olduğumuzdan onlara karşı silikleşmeyi kabul etmek demek, bir anlamda imtiyazlarını kabul edip köleleşmeye razı olmak demektir.
Karşılıklı diyaloglar şeklinde geçen sohbetimiz öyle bir noktaya ulaştı ki, bizim de yalancı kimliklerimizden sıyrıldığımızı hissettik. Gölün ve koyu yeşilin güzelliklerine aşık olduğumuzu fark eden insanlar varsın bize deli desinler. Biliyoruz ki onların yargıları öz kimliklerinden ileri gelmiyor. O demektir ki onlar bizi anlamıyorlar, bizim de kendimizi onlara anlatma sorumluluğumuz yok.
Bir rüzgâr koyu yeşil vadiyi yatırıp kaldırdı bize işmar edercesine. Selam verdi bize, biz de “selam sana” dedik. Gülüştük ve ikimiz de derin derin soluduk. Gençliğimizdeki İstanbul’un Çamlıcası ve Sultan Tepesini hatırladık. Koca bir ömür geride kaldı. Sona daha çok yaklaştık.
Ördekler sıra sıra hemen önümüzde yüzüyor. Gölde hafif dalga var. Bir balık zıplıyor. Güneş, dalgalarda parıldayarak tabiatın temel güzellikleri arasında olduğunu hatırlatıyor.
“O Tek’in dışındaki her şeyden ne gelirse gelsin bize ne yapabilir ki!” dedim. “Bir şartla ki öz kimliğimizin farkına varmak” dedi dostum.
Bizim başımıza gelenlerin çoğu şişirdiğimiz kimliğimizdendir. Aslında bir balon kadar dayanıksızdır. O kimliğimiz bir gün bizi yalnız bırakacak, bizi terk edecek. O ana kadar göz ardı ettiğimiz asıl kimliğimizle baş başa kalacağız.
Sahte kimliğimiz bizi terk etmeden biz onu terk etsek ve hayatımızdan zevk alsak olmaz mı?
[email protected]
|