Başörtüsü meselesi kanun konusu haline getirildiği zaman, “mahzun eleştiri” tavırlarından birini belirtmiştim. Pek yazamamıştım ama işaretleyecek kadar temas etmiştim. O zamanki görüşüm şuydu: “Serbest bırakıcı bir yasa çıkarmak istiyorsunuz.
Yasayla yasaklanmış bir durum var olmadığına göre bu yol pek tutarlı değil. Şayet o yasa Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilirse, yasaklayıcı bir mevzuat oluşturmak durumu doğar. Yasaklayıcı bir mevzuat yok iken; serbest bırakıcı bir yasal düzenlemenin reddi, dolaylı anlamıyla o engelleyici mevzuatı oluşturur, yahut oluşturmaya başlar. Burada bir hukukî mantık hatasına düşülüyor.” demiştim. Nitekim dediğim gibi oldu. Engelleyen yasa yoktu ama engellenemeyeceğini teyiden ifade eden yasanın reddi var oldu! Bir yasanın Anayasa Mahkemesi’nce iptali demek, bir gerekçe muhtevasının hukuk literatürüne girmesi demekti. Amaca aykırı olarak meydana getirilen sonuç buydu. Keşke öngörü yanlışlığı ve isabetsizliği bende olsaydı.
Şimdi başörtüsü serbestliğinin anayasa taslağında yer alacağı söyleniyor. Kesin bilgi yok ama medyaya bakarsanız öyle görünüyor.
Bir heyetin anayasa taslağı hazırlaması ve bunun kamuoyuna açıklanması risksiz ve makul bir tercihtir. Çünkü o taslak AK Parti’yi bağlamaz. Yapılacak tartışmalar, AK Parti’yi bağlamayan bir durum var olduğu için, tepkiler de AK Parti’yi hırpalayıcı bir nitelik kazanmazdı. “Benim kararım bu.” denilmemiştir çünkü. Hem eleştirenler “kesin bir hal karşısındayız” gerginliğini taşımazdı; hem de AK Parti, çeşitli noktalarda ısrarlı olmadığı takdirde ağır bedeller ödemezdi.
Ama o taslak, parti içinde özel olarak görüşülüp de daha sonra o yeni haliyle kamuoyuna açıklanınca; durum çok farklı bir görünüm arz edecektir. “Bunlar kesin karar verdiler, bunu yapacaklar” kanaati belli kesimlerde kesinleşir. Taraftar olan kesimde de, taraftar olmayan kesimde de kesinleşir. Parti bu açıdan kendini bağlamış olur, bağlamış olarak kabul edilir. Hem olumlu hem olumsuz tepkiler keskinleşir... İlk belirtiler de bunu gösteriyor gibidir.
Açıklanacak metin, başörtünün serbestliği konusunu içerecek; ama tepkilerden sonra geri çekilecek ise; öncekine benzeyen bir değerlendirme mantığı işlemeye ve dolaylı sonuçlarını vermeye başlar. Önceki durumda “anayasaya aykırılık” söz konusu olmuştu, bu defa çeşitli anayasa tercihlerinin de üstüne çıkacak bir değerlendirmeyle “Demokrasiye, demokrasi kültürü, çağdaşlık ve uygarlık temellerine” aykırılık söz konusu olmaya başlar. Çünkü olumsuz tepkiler böyle bir keskinlik taşıyacaktır; onları dikkate alarak ve haklı bulma zorunda yahut görüntüsünde kalarak geri adım atılınca da, mesele “ebediyen çözülemeyecek bir düğüm” hüviyetiyle sabitleşir.
Yani nabız yoklamaları, ortam tahlilleri, tepki ölçümleri; taslak, partinin malı haline gelmeden yapılmalı ve tartışmalar buna paralel yapılmalıydı. “Oturduk görüştük, bir daha görüştük” denildikten sonra tartışma ortamının açılması, yukarıda belirttiğim riskleri taşıyabilir. Böyle bir anayasa farklılığı, “biz bunu gerçekleştirmek istiyoruz; tartışmaya, birbirimizi ikna etmeye, hoşgörüyle kardeş kardeş çaba harcarız, demokratik süreçte bir sonuca varırız” siyasetiyle olgunlaştırılmak isteniyor ise, hiç de makul bir tercih yapılmış olmaz. Böyle bir öngörü gerçekçilikle bağdaşmaz.
... “Anayasa meselesini başörtüsüne indirgemek yanlış olur” mütalaası, olumlu ve olumsuz duyarlılıkları bilmezlikten gelmenin faydalı olabileceği değerlendirmesine mi dayanıyor acaba? “Nisbî” de olsa bir “önemsizlik” var sayılabilir mi? ... Bakış “açıları” ile, bulunulan “ortamlar” arasında güçlü bir ilişki vardır. Bazen aktüelin sıcaklığından ve ayrıntılarından uzaklaşıp, yani ağaçların ve dalların arasından sıyrılıp, ormana yüksek bir yerden bakmak çok gereklidir. Bazen “mahzun ve mütevâzi” düşünce sunuşlarını dikkate almak yararlı olabilir. Hatta, büyük-büyük, süslü-püslü, vizyonlu analizli referanslı, lojik-ideolojik donanımlı, şahlanmış üsluplu akıl vermelerden, o “mahzun ve mütevâzı” sunuşlar daha geçerli olabilir.
Zaman, 20.9.2007
|