(...)
Türkiye de artık pek çok “çocukluk hastalığını” geride bırakmış bir ülke olarak “hakikati”n esas alınması gereken bir ülke değil mi?
Ben de kendimi Türkiye’nin hızla yetişkin bir çağa adım atan ülke olduğunu düşünenler arasında görüyorum.
Hem de—gerçekten—öyle böyle değil, inanılmaz bir hızla...
İsterseniz önce—içinizden bazıları belki “sırası değil” diyecek ama—yakın tarihten siyasete ilişkin bir çocukluk hastalığını hatırlatayım:
Biliyorsunuz, CHP, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “yemin töreni”ne katılmadı.
Tamam, söz konusu törene katılmayan başkaları da vardı ama şimdi konumuz siyaset olduğu için bunları bir kenara koyalım.
Bir siyasi partinin—hem de anamuhalefet partisinin—usulüne uygun olarak seçilmiş bir cumhurbaşkanının yemin törenine katılmaması tek kelimeyle bir skandaldır. Cumhurbaşkanı seçilen kişinin seçilmemesi için elinizden gelen her şeye yapmış olabilirsiniz; bu “her şey” de bir ölçüde anlaşılabilir. Ama karşı çıktığınız kişi artık seçilmiş, TBMM Başkanı tarafından TBMM’ye davet edilmiş ise, “katılmamız için ortada bir sebep göremiyoruz” diye ısrar etmekten daha münasebetsiz bir davranış olabilir mi?
Ama durun; şimdi sözünü edeceğim olayı, yani “çocukluk hastalığını” da hatırlayın:
Bugün CHP’nin yemin töreninden uzak durduğu cumhurbaşkanı Gül de 1993’de cumhurbaşkanı seçilen Süleyman Demirel’in “yemin töreni”ne girmeyenler arasında değil miydi?
Hatırlıyorsunuz: 1991’de MHP (ve Edibali) ile ittifak yaparak seçimlere giren Refah Partisi milletvekilleri de Demirel’in cumhurbaşkanlığını tanımadıkları belirtmek için yemin törenine katılmamışlardı.(...)
O halde Mendes France’ın sözlerini hatırlayarak söyleyelim: 93’te Refah ve 2007’de CHP’nin “yemin töreni”nden kaytarması—birisi tarih olmuş—bu her iki siyasal partinin de “siyaset” denince akıllarından iyi şeylerin geçmediğinin delilidir. Eğer bir siyasi parti siyasi mücadelesini “Anayasa”yı (her ne ise) esas alarak devam etmek zorunda ise, Anayasa’nın pek çok faslını oluşturan bir makama usulüne uygun olarak seçilmiş bir kişinin (kim olursa olsun) yemin töreninden kaytaramaz... Yani büyük ölçüde al birini vur ötekine...
Madem ki bugünkü merkez konumuz “yemin töreni”dir, o halde söz konusu törene katılmayan “diğerleri” hakkında da—yine Mendes France’ın sözlerini hatırlayarak—şu iki lafı edebiliriz:
Bu manzaranın adını “ikili iktidar” ya da “İktidarın ikiciliği-düalitesi” olarak koyabiliriz. Bu konu çok, hem de çok önemli. Tamam, söz konusu kavramın (“iktidarın ikiciliği”) bir zamanlar Troçki ve Lenin başta olmak üzere pek çok marksisti ciddi olarak meşgul etmiş “sınıfsal” içerikli analizinin devri geçmiştir. Ama yine de farklı içerikle ve bazı coğrafyalarda işimize yarayan bir kavramdır hâlâ.
Burada söz konusu olan—veTürkiye’nin artık taşıyabileceği—”hakikat” de şudur: Yemin töreni davetlileri bilmelidirler ki, bu ülkede de iktidar tekdir. “İktidarın birliği” ilkesi gereği tekdir. (“Kuvvetler ayrımı”ndan söz etmediğim anlaşılmıştır herhalde.) Türkiye de (artık) kendisini “yemin töreni” (törenleri) ile başlayıp “davetler”de sürdürecek bir “ikili” yapıyı kaldıramaz. Dolayısıyla herkes işini gücünü bilmeli, bilmediği takdirde de –bu işi fazla uzatmadan- istifası-istifaları istenmelidir.
Yeni Şafak, 2 Eylül 2007
|