|
|
|
Normalleşmeye asker engeli |
Laik olan, modern Türkiye’yi savunan ama aynı zamanda türban tartışmasının ülkemizde bir şekilde aşılmasının gerektiğini ve türbana kilitlenen çekişmelerin Türkiye’yi yerinde saydırdığını düşünenler de var bu ülkede. Bunun nasıl başarılabileceğinin sihirli formülü belki yok ama eğer bir formül varsa bunu sadece AKP gerçekleştirebilir
Bugün dünyada askeri darbe gibi travmatik bir sosyal olayın, Türkiye kadar gündelik olaymış gibi konuşulduğu başka ülke yok.
Neredeyse hemen her gün ‘Acaba bugün darbe olur mu?’ düşüncesiyle uyanıyoruz. Darbenin neden olması gerektiği ve olmaması gerektiği üzerine yazılar yazılıyor.
Bu son derece fantastik bir görünüm oluşturuyor. Belki bizler bu yaşanılanların ne kadar komik ve absürd olduğunu göremiyoruz ama yaşanılanlara dışardan baktığınızda olan bitene acıyarak gülümsememeniz mümkün değil.
Büyük ihtimalle rasyonel, düzgün düşünme yeteneğimiz yalama olmuş durumda.
O kadar fazla darbe yaşadık, son aylarda o kadar fazla tehditkâr bildiri yayınlandı ki; bu konuda düzgün düşünme yeteneğimiz tamamen yalama oldu ne yazık ki...
Örneğin; bu toplumun her halini görmüş ve tüm tuhaflıkların perde arkasını bilen biri olduğum halde ben bile bugün bu yazımı yazarken ‘Yarın bu okunduğunda acaba darbe çoktan olmuş olabilir mi?’ diye düşünebiliyorum.
Üstelik de bu korkum, darbenin olup olmadığında değil; darbe nedeniyle yazımdaki fikirlerin eskimiş hale düşmesi riskinden duyduğum korkudan ibaret.
Bu mantıki düşüncenin ve rasyonalitenin yalama olması değil de ne, söyler misiniz?
Neyse ki; ben kendimde bir deformasyon olduğunu biliyorum, bunun da farkındayım. Toplumun geri kalanındakiler farkında bile değil. Onlar üstüne üstlük kendilerini normal sanıyor.
Toplumsal çılgınlık durumunda olduğumuzdan ‘Normalleşme derdini’ hisseden dinlenmiyor artık etrafta.
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olarak Çankaya’ya çıkması, Türkiye’nin çok ihtiyacı olan normalleşme sürecinin önemli bir adımını oluşturacaktır.
Askerler, neden-sonuç ilişkilerini rasyonel olarak kurmaya dayanan bir meslekte bulunmalarına rağmen, bu normalleşme sürecine ısrarla katkıda bulunmuyor.
Arada bir çıkış yapıyorlar. ‘Bunların amacı nedir, ne yapılabileceğini sanıyorlar, dedikleri lafın arkasında nasıl durabilecekler...’ Bütün bunlar net değil.
Dahası dediklerini demeleri gerekiyor mu? Bu ülkede kimse TSK’yı ve onların duyarlılıklarını yok saymıyor. Böyle bir niyet olduğu bile şüpheli.
Öyleyse arada bir, neden ‘Biz buradayız’ demek gereği duyuluyor?
Ancak askerler onlardan hiç beklemediğim bir ters manevrayla kendilerini çıkmaz sokağa sokmuş bulunuyorlar. İdeolojik tavırlarını türbana kilitlemiş durumdalar. Böyle kilitlenince de çıkış noktası bulamıyorlar.
Laik olan, modern Türkiye’yi savunan ama aynı zamanda türban tartışmasının ülkemizde bir şekilde aşılmasının gerektiğini ve türbana kilitlenen çekişmelerin Türkiye’yi yerinde saydırdığını düşünenler de var bu ülkede.
Akşam, 29.8.2007
|
Serdar TURGUT
30.08.2007
|
|
|
Gül, demokratikleşme ve sivilleşme reformlarında pazarlık yapmamalı |
CHP 22 Temmuz seçimlerine de Cumhuriyeti ve Atatürk’ü temsil etme iddiasıyla girmişti. 22 Temmuz seçimlerini kazanamayan CHP, Cumhuriyete ve Atatürk’e düşman olarak takdim ettiği AK Parti’nin seçimleri kazanması karşısında, şimdi bu gerekçeyle Gül’ün Cumhurbaşkanlığına itiraz ediyor.
CHP, asker-sivil bürokrasi ile onlarla ittifak eden bir takım kesimlerin bu iddiaları esasen Cumhuriyeti, laikliği ve Atatürk’ü korumak adı altında kendi zümrelerinin maddi ve manevi çıkarlarıyla iktidarlarını korumak dışında bir amaca hizmet etmemektedir. Zaten demokratik ve sivil bir makam olması gereken Cumhurbaşkanlığı makamını, Cumhura karşı konumlandırma gayretinin başka bir anlamı olamaz.
Onların istediği, TBMM’nin denetimi dışında asker-sivil bürokrasinin özerkliğini muhafaza edecek bir Cumhurbaşkanıdır. Böylece kendilerini sivil yönetimin üzerinde bir vesayet organı gibi gören bu çevreler, kendi hiyerarşilerini kendileri belirleyebileceklerdir. Bilhassa 1982 Anayasasının Cumhurbaşkanına verdiği olağanüstü yetki ve görevlerin anlamı ortaya çıkmaktadır. Sadece Gül’e değil, vaktiyle Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığına yönelik muhalefetin ardında da bu düşünce yatmaktaydı. Bu itibarla bu kesimin muhalefetten kolayca vazgeçeceğini düşünmek yanıltıcı olacaktır. Şimdi Abdullah Gül’e yönelik meşruiyet ve boykot tartışmalarının ardında Gül’ü bunaltarak, pazarlığa girmesini temin etmek düşüncesi yatmaktadır. 22 Temmuz seçimleri öncesi Başbakan Erdoğan üzerinde aynı mantıkla yoğunlaşan gayretler, seçmenin AK Parti’ye verdiği muazzam destekle ortadan kalmıştır. Böylece asker-sivil bürokrasinin özerkliği, demokratik ve sivil yönetimin denetimi dışında ve hatta onları denetleyen pozisyonu devam ettirilmek istenmektedir.
Gül’ün adaylığını açıklamasından önce, Gül’ü adaylıktan vazgeçirmek üzerine sergilenen tavır ve yayınlar, AK Parti’nin, seçmenden aldığı vekalete sırt dönmemesiyle nasıl aşılabildiyse, şimdi de Gül’e yönelik tazyikler aşılabilir. Bunun için demokratik ve sivil kamuoyuna büyük bir rol düşmektedir. Bu desteği ardında hisseden Gül’ün de, sağlam durması ve demokratikleşme ve sivilleşme istikametindeki reformlardan ve tavrından taviz vermemesi gerekmektedir.
Bugün, 29.8.2007
|
Murat YILMAZ
30.08.2007
|
|
|
En zor dönemin cumhurbaşkanı |
Türkiye’yi ciddi tercihlere zorlayacak birkaç nota dikkat çekmek istiyorum:
Irak, tahminlerin ötesinde hem bölgenin hem de Türkiye’nin siyasi ve sosyal yapısını değiştirme potansiyeli taşıyor. Her ne kadar, işgal, iç savaş gibi kavramlarla Irakla sınırlı tutmaya çalışsak da, Mezopotamya’da bir yabancı gücün varlığının ne tür sonuçlara yol açtığını görmek için biraz tarihe bakmak gerekiyor.
Son dönemde, Türkiye’nin en önemli müttefiklerinden İsrail’in kontrol ettiği Yahudi lobisinin Ermeni soykırım tezine yönelik tutum değişikliği, Abraham Foxman’ın yeni açıklamalarıyla da anlaşıldı ki, uzun vadeli sonuçlar doğuracak. Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun “Kürt ve Alevi Ermeniler”e ilişkin sözleriyle, Yahudi lobisinin tutumunun “soykırım” tezi üzerindeki restleşmelerin ötesinde ne ifade ettiğine dikkatli bakmak lazım. İsrail Türkiye’ye muhtaç olduğu sürece Yahudi lobisinin Türkiye karşıtı bir kampa geçmesi mümkün değil. Eğer geçiyorsa, o zaman Türkiye-İsrail ilişkilerinde yeni bir dönem başlayacaktır. Bir başka kırılma noktası da burası.
ABD Başkanı George Bush ve neocon ekibinin yeni Tony Blair’i olan Nicolas Sarkozy’nin Irak’tan çekilme ve İran’a karşı askeri güç kullanma yönündeki son açıklamalarını, bu güç kullanmaya paralel olarak İsrail’in de Suriye’ye saldırma tezini ele alınca, bölgesel kıyamet senaryoları geliyor önümüze. Ve bu hiç de ihtimal dışı değil. Türkiye ve bölge için bundan daha büyük kırılma olur mu? Bu, bütün haritalar değişecek anlamına geliyor. Cumhurbaşkanı Gül için bir başka tarihi sınav daha… Devam edelim:
ABD’nin BM Temsilcisi Zalmay Halilzad; “Ortadoğu’da ve İslam medeniyetindeki büyük değişim, yeni bir dünya savaşına neden olabilir” sözü yabana atılacak söz mü? Böyle bir savaşın erken dönemlerini yaşadığımızı herkes biliyor aslında.
Bernard Lewis’in: “Batı Müslümanları 200 yıl boyunca hakimiyeti altında tuttu. Birinci Dünya Savaşı sonunda Batı’nın hakimiyeti tam anlamıyla gerçekleşmişti. Soğuk Savaş döneminde Müslümanlar zayıftı. Onlara sadece güçler arasında oynamak kaldı. Şimdi ise, Müslümanlar 200 yıl sonra ilk defa kendi kaderleri hakkında karar verebilecekler” sözlerini tekrar hatırlatayım: Böyle bir kritik yol ayrımında, Türkiye’deki iç siyasi ve sosyal ayrışmanın hiçbir anlamı olmayacak.
İşte Abdullah Gül böyle bir dönemin Cumhurbaşkanı. Çok zor bir dönemin Cumhurbaşkanı. Türkiye için hayırlı olsun!
Yeni Şafak, 29.8.2007
|
İbrahim KARAGÜL
30.08.2007
|
|
|
Gül’ü bekleyen en önemli görev |
Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923 sonrası siyasal serencamını üç kategorik aşamada özetlemek mümkün diye düşünüyorum.
Birinci aşama 1923’te başlayan ve demokratik yapısı, hukuk devleti özü çok ama çok tartışmalı ve hálá süregelen ‘cumhuriyet’ aşaması.
Kuruluşundan 1946’ya dek zaten demokratik yapılanma ve hukuk devleti kavramları pek gündemde bile değil,
1946 ve 50 seçimleri ‘demokratik cumhuriyet’e acemi bir adım çabası olarak nitelendirilebilir ama o tarihlerden günümüze, çok yakın tarihlere dek yaşananlar cumhuriyetin demokratik özünün bir türlü oturamadığını çok net ortaya koyuyor.
1960, 1971, 1980, 1997 (28 Şubat), 2007 (27 Nisan) müdahaleleri ortada ve bu müdahalelerin sorumlularının devlet ikbali gördüğü ve görmeyi sürdürdüğü bir ülkede demokratik cumhuriyetten söz etmek abesle iştigal gibi duruyor.
Mesele sadece müdahaleler de değil zira tüm bu süreç kendi hukuksal demek pek kolay değil ama düpedüz yasal yapısını da üretmiş durumda.
Bugün ısrarla milletvekili dokunulmazlığı konusunu tartışıyoruz ama bu tartışmayı yapanlar da bugünkü yasal yapı içerisinde örneğin bir genelkurmay başkanını yargılayabilecek bir kurumsal, yasal, hukuksal bir yapının olmadığını bal gibi biliyorlar.
Ben bu yapılanmaya 1923 Cumhuriyeti’nin birinci aşamasının hálá sürmekte olduğunun kanıtları olarak bakıyorum.
***
(...) Cumhuriyet’in ikinci aşaması yani demokratik cumhuriyet aşaması ne zaman tamamlanır, bu cumhuriyet ne zaman batı anlamında demokratik bir cumhuriyet olur/olabilir göreceğiz.
* * *
Cumhuriyet’in üçüncü aşaması ise hiç kuşkusuz demokratikleşme sürecini tamamlamış Cumhuriyet’in bir hukuk devletine dönüşme süreci olacak.
Siz Anayasa’nın ikinci maddesinde yazan ‘Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal hukuk devletidir’ ifadesine pek kulak asmayın zira, doğrudur, Türkiye bir cumhuriyettir ama ne demokratiktir, ne laiktir ne de hukuk devletidir.
Yukarıda belirttiğim gibi cumhuriyetin demokratikleşmeye başlaması, 1945’ten beri gündemde olmasına karşın daha çok ama çok yeni bir süreç; hukuk devleti kavramı ile de tanışmamız bence AB süreci ile 1999 aralık sonrası.
İdarenin tüm tasarruflarının yargı denetimine tabi olmadığı bir devlete ‘hukuk devleti’ demenin anlamsızlığı ortada.
Sayın Gül’ü Çankaya’da bekleyen en önemli görev cumhuriyetin demokratikleşmesine ivme sağlama ve hukuk devleti kavramını yaşama geçirme vizyonları.
Star, 29.8.2007
|
Eser KARAKAŞ
30.08.2007
|
|
|
Biz işimize bakalım |
Gül’e yardımcı mı olmak istiyorsunuz? İşinize bakın..
Gül’den de fazla bir şey beklemeyin.. Sadece engel olmasın, gölge etmesin yeter.. Ne yapacaksanız siz yapacaksınız..
Bakın, hemen anayasa değişikliği ile birlikte Çankaya’nın yetkileri kısılacak.
Aslında kimsenin fazla bir yetkisi kalmadı.. Yasama açısından artık uluslararası normlar var. Ekonomi global sermayenin denetiminde. STK’lar ve media da artık globalleşti.. Ulus devlet temelinde yapılandırılmış yasama, yürütme ve yargının fazla bir kıymeti harbiyesi kalmadı.
Kemalistlerin kaybettikleri fazladan bir şey yok aslında ve yeni kurumların da onların kullandıkları/sahib oldukları yetkiye sahip olmayacakları çok açık.
Bir de hani şu kurumsal mutabakat falan dedikleri şey var ya, o derin bir mutabakat aslında.. O da bir şekilde güç dengesi, suç dengesi, tehdit, şantaj, işmarlarla sağlanıyor..
Siz Erdoğan ve Gül’ün bu mutabakatın dışında olduklarını mı sanıyorsunuz. Birileri tamamen duygusal sebeblerle bu işi içine sindiremiyor olabilir. Ama yapacak fazla bir şey olmadığı gibi, fazla ileri gittiklerinde de hadleri bildirilir..
Ha! Her şey derin güçlerin kontrolünde demiyorum. Elbette onlar da bir şeye karar verirken verilerden yola çıkıyorlar.. Sonuçta başörtüsü direnişçileridir Erdoğan’ı, Gül’ü oraya taşıyan.. Birileri bu gerçeği gördüler. Ağır bir bedel ödendi.. Onlar da buna mecburdu.
Artık hiç kimse bu süreçte mutlak güç ve iktidar sahibi değil (Allah’tan başka). Birçok şeyi konjonktür belirliyor.. Tabii konjonktür de daha akıllı ve hızlı karar verenler..
Tarihin akış hızı arttı.. Bu taşkın, küçük bentleri yıkıp gidiyor. Elbette bir gün durulacak ve yeni bir denge oluşacak ve bir düzen kurulacak.
ABD de direnemiyor bu sürece; İngiltere de, Almanya da, Japonya da, Çin de...
İlk kez böyle bir durumla karşı karşıyayız. Sadece küçük ve çürük yapılar değil, eski güçlü yapılar da dayanamıyor bu yeni dalgaya.
Yani Erdoğan, Abdullah Gül, AK Parti var artık, biz yapacağımızı yaptık, sıra onlar da, artık bu işi bitti diye düşünmeyin. Her şey yeni başlıyor.. Orada tutunabilmek, kalabilmek, oraya çıkmaktan daha zor olabilir.
Vakit, 29.8.2007
|
Abdurrahman DİLİPAK
30.08.2007
|
|
|
|