Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Ağustos 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Enstitü

 

Medeniyetler arası diyalog

Giriş

Sanayi toplumundan, teknoloji ve bilgi toplumuna geçmeye çalışan ülkelerde, ekonomik özgürlüklerin ve bilimin pozitivist yorumunun etkisiyle tevhid inancından uzak, materyalist bir dünya görüşüne sahip, bencil, inanç ve ona bağlı değerlere hiç önem vermeyen bir toplum oluşturulmuştur.

Diğer bir ifade ile, Allah ile insan arasındaki bağ büyük ölçüde koparılmıştır. Bilim ve teknolojideki hızlı gelişmeler, bazı bilim adamlarının başını döndürmüş, Allah’ın öldüğünü iddia edecek kadar ileri gitmelerine sebep olmuştur. Aslında ölen Allah değil, toplumu toplum yapan inanç, sevgi ve bunlara bağlı ahlâkî değerlerdir. Toplumlarda inanç öldürülünce, bunun yerine, bilime imanla ortaya çıkan, “üretim, servet ve lezzet tanrıları sistemi” konulmaya çalışılmıştır.

Bazı filozofların kutsal dinlerin yerine, yeni bir din oluşturma çabaları boşa gitmiştir. Diğer bir kısım düşünürlerin ise, Allah’a inanılmadığında, bütün ahlâkî değerlerin bozulacağı düşüncesi kısmen gerçekleşmiştir. Böylece, cemiyetin temel taşı olan aile kurumu, mukaddes ve ahlâkî değerler ciddî anlamda sarsılmıştır. Bugün teknolojik bakımdan ileri ve her türlü maddî imkânlara sahip olmalarına rağmen, bir türlü gerçek huzuru bulamayan ve ahlâkî bir erozyon içinde olan Batılı ülkelerin vahim durumu bunun en açık bir göstergesidir. Batının kutsal dinleri dışlayan bu tutumu, onları körü körüne taklit eden çoğu İslâm ülkelerini de olumsuz yönde etkilemiştir.

Yaşadığı çağın hastalıklarını doğru bir şekilde teşhis eden Said Nursî, bu hastalıklara karşı Kur’ân ve hadislerden ilham alarak reçeteler sunmuştur. Bu reçetelerin içinde, medeniyetler arası diyalog konusu da azımsanmayacak derece yer almaktadır.

1. İslâmiyetin medeniyetler arası diyaloğa bakışı

Bütün insanlığa bir hidâyet rehberi olarak gönderilen İslâmiyet en son, evrensel ve İlâhî bir dindir. İslâmiyet, kendisinden önceki semavî dinleri asıl itibariyle kabul, tahrif olmuş yönlerini tashih, doğrularını da tasdik etmektedir. Evrensel mesajları içerdiğinden dolayı İslâm dini, diğer din mensuplarıyla diyalog kapılarını açık bırakmaktadır. Bu diyaloğun başlangıcı olarak ehl-i kitabı tevhid inancında birleşmeye çağırmakta ve şöyle demektedir: “Ey ehl-i Kitap! Sizin ile bizim aramızda eşit olan kelimeye gelin: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim, Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmayalım. Allah’ın dışında birbirimizi Rab edinmeyelim.” (Âl-i İmran, 64)

İslâmiyete göre medeniyetler arasındaki diyalogdan maksat, İslâm ve diğer semavî dinler arasındaki diyalogdur. Bu dinler arasında özellikle Hıristiyanlık ön plana çıkmaktadır. Çünkü Kur’ân-ı Kerim Müslümanlara en yakın semavî dinin Hıristiyanlık olduğunu bildirmektedir. Hz. Peygamberin, müşriklerin zulmünden bunalan Müslümanları bir Hıristiyan ülkesi olan Habeşistan’a göndermesi bu âyetin hayata yansıması olarak değerlendirilebilir. Peygamberimizin bu tavrı, inançsızlığa karşı Hıristiyanlarla ilk diyalog ve işbirliği örneği olması açısından önemlidir. Aynı zamanda Peygamberimiz’in (asm) Hıristiyanlar, Yahudiler ve hatta müşriklerle sulh anlaşmaları yapması onun barış ve diyaloga verdiği önemi göstermektedir. Çünkü insanlığın dünyevî ve uhrevî mutluluğunu hedefleyen İslâmın, en rahat bir şekilde tebliğ edilmesi ancak diyalog ve barış ortamında gerçekleşebilir.

2. Bediüzzaman’ın medeniyetler

arası diyaloğa bakışı

Bediüzzaman Said Nursî, diyaloğa Kur’ân’ın ve hadislerin bakışıyla yaklaşmaktadır. O, medeniyetler arası diyalogdan özellikle İslâm dini ile Hıristiyanlık arasındaki diyaloğu anlar. Ehl-i kitabın içinde yer alan Yahudilerle diyalog kapısını kapamamakla birlikte, beşerin toplum hayatında oynadıkları olumsuz roller ve çevirdikleri entrikalardan dolayı onlarla diyaloğa, dindar Hıristiyan ruhanîlerle yapılacak diyalog kadar önem vermemiştir. Bu tavır, Kur’ân’ın bu husustaki vurgusuna uygundur. Çünkü Yahudiler, Kur’ân’ın bildirdiğine göre tarih boyunca semavî dinlere ve peygamberlere husûmet içinde olmuşlar, toplumların hayatında da ifsad edici bir rol oynamışlardır.

Bediüzzaman’ın Müslümanlarla dindar Hıristiyan ruhanîler arasındaki diyalogdan kastettiği, onlarla iletişime geçmek ve ittifak etmektir. Nursî’nin Zülfikâr isimli eserini Katolik Hıristiyanların en yüksek dinî merciî olan Papalık makamına göndermesi bu bağlamda değerlendirilebilir. Onun öğretilerine göre bu ittifak da, müşterek düşman olan mütecaviz dinsizlere karşı yapılmalıdır. Said Nursî, mütecaviz dinsizler tabiriyle, eserlerinin birçok yerinde vurguladığı gibi, dinsizliği ve inançsızlığı yayan komünizmi ve felsefelerini dinsiz ideolojiler üzerine kuran cemiyet ve komiteleri kasteder. O, bu hususta şöyle der: “Şimdi ehl-i imân, değil Müslüman kardeşleriyle, belki Hıristiyanların dindar ruhanileriyle ittifak etmek ve medâr-ı ihtilâf meseleleri nazara almamak, niza etmemek gerektir. Çünkü küfr-ü mutlak hücum ediyor.” Bir başka ifadesinde Hıristiyanlığın İslâmiyetle imtizac edeceğini, dinsizliği ve inançsızlığı ortadan kaldıracağını dile getirmektedir.

Hıristiyanlarla birlikte hareket etmemizi gerektiren ikinci bir husus ise, Bediüzzaman’ın ifadesiyle anarşidir. Bugün buna, dünyada gittikçe yayılma eğilimi gösteren hem terörizm, hem de ahlâkî yozlaşma diyebiliriz. O, bir eserinde; “Anarşiliğe karşı Hıristiyanlarla adaveti bırakıp dost olmalıyız” demektedir. Bir başka eserinde ise onlarla ittifak hususunda; “Saadet-i dünyeviyenin esası olan âsâyişi muhafazadır” ifadesini kullanmaktadır. Zaten terör ve ahlâktaki anarşinin temelinde dinsizlik ve inançsızlık yatmaktadır. Said Nursî, bu ittifak düşüncesiyle hem İslâm ülkelerindeki âsâyişin teminine, hem de dünya insanlarının barış ve huzur içinde, mutlu bir şekilde yaşamalarına önemli bir katkı sağlamaktadır.

Günümüzde bazı kesimler, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki diyalog ve ittifaka, karşı çıkarak bu konuda şu âyeti delil olarak göstermektedirler: “Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyiniz.” Bediüzzaman, bu âyeti yorumlarken yasak edilen dostluğun, din açısından olduğunu belirtir; “sıfat ve sanat” açısından dost olmanın bu âyete aykırı olmadığını beyan eder. Onlarla dostluk, “Medeniyet ve terakkîlerini istihsan ile iktibas etmektir” der. Buna göre Hıristiyanlar ya da başka dine mensup insanlarla güzel sıfatlarından ve sahip oldukları bilim ve teknolojiden dolayı işbirliği yapmak yasak kapsamında değildir.

Bununla birlikte, bu diyalog ve işbirliği sürecinin, zillet içinde değil, dinin izzetini koruyarak olması gerektiğini nazara verir. Ona göre bu diyalog, kendi inanç, ahlâk ve kültür değerlerimizden taviz vererek yapılacak bir faaliyet olarak görülmemelidir.

Sonuç:

Sosyal bir varlık olarak yaratılan insanın en büyük fıtrî ihtiyacı inanç, güven, huzur ve barış içinde yaşamaktır. İnançsızlık, dinsizlik ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan terör, anarşi, ahlâksızlık ve uyuşturucu kullanımı gibi ferdi, aileyi ve toplumu dejenere eden olumsuz hususlar, insanın bu fıtrî arzusunu engellemektedir. Said Nursî, fertleri, aileleri ve toplumları tehdit eden bu illetleri ortadan kaldıracak tedavi yollarını göstermiştir.

Dünyada bazı ülkelerin ve cemiyetlerin desteğiyle yayılan dinsizlik, inançsızlık, terör ve ahlâksızlığa karşı sadece Müslümanların karşı koyamayacağını dile getiren Said Nursî, Hıristiyanların dindar ruhanîleriyle işbirliğine giderek bu tehditlerin bertaraf edilebileceğini dile getirmektedir. Onun, Türkiye’nin, inançsızlığı yaymak isteyen komünizme karşı NATO’ya girmesini memnuniyetle karşılaması, Kore Savaşına bir talebesini bizzat göndermesi ve Vatikan’a da bir eserini göndermesi bu konuda atılan önemli bir adımdır. Vatikan’ın artık İslâmiyet’i bir din olarak kabul ettiğini beyan etmesi bu diyalog sürecinin en önemli sonuçlarından birisidir. Nursî’nin bu diyalog ve işbirliği çabaları, günümüzde onun müntesipleri tarafından da sürdürülmekte ve Türkiye’nin Avrupa Birliğine girme sürecine çok olumlu katkılar sağlamaktadır.

10.08.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri