Demokratik siyasî sürece siyaset dışı odaklarca müdahalelerde bulunulduğu 2007 baharının ardından yapılan genel seçimlerin merak ve heyecanla beklenen sonuçları, Türkiye demokrasisinin güç kazanma yolunda olduğu teşhisimizi teyit etmiştir.
11. cumhurbaşkanı seçimine doğru gidilirken ortaya koyduğumuz bu teşhis, askerî-sivil bürokrasinin müdahaleleriyle yanlışlanma tehlikesine maruz kalmıştı. Öyle ya, Türkiye’de demokrasi güçlenme yolundaysa, Meclis iradesine dışarıdan, gayri hukukî ve anti-demokratik müdahaleler olabilir miydi? Demek ki demokrasinin güçlenmekte olduğu teşhisimiz yanlıştı. Meclis’in cumhurbaşkanını herhangi bir anti-demokratik müdahaleye maruz kalmadan seçebilmesi halinde Türkiye demokrasisi güçlenecekti. Fakat, maalesef sürece demokrasi dışı müdahaleler oldu; gece yarısı muhtıralarıyla, muhtıra gibi konuşmalarla, hukuk devletinin tahribatına yol açacak denli siyasî nitelikli mahkeme kararlarıyla, bunlara bel bağlayan siyasetçilerle karşılaşıldı; ama Türkiye demokrasisi hepsini, güçlenerek aştı. Teşhisimiz, sözde de özde de doğruydu. Türkiye demokrasisi her halükârda güçleniyordu. Bu gerçeği görebilmek için iki şey lazımdı: Halka güvenmek ve ‘zaman’ın gerisinde kalmamak. Zaman demokrasi zamanıydı, zamanın dışında kalmak, demokrasinin de dışında kalmak anlamına geliyordu. Şimdi de böyledir. Türkiye halkı, 2007 baharında yaşanan demokrasiyi tahrip etmeye yönelik girişimlere karşı dik durmuş, şimdi daha güçlü bir demokrasi için çok net bir muhtıra vermiştir. Şöyle ki: Türkiye, askerî darbenin ürünü olan siyasî sisteminin demokrasiyi zayıflatan “temsil eksikliği”ni aşmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 2007 seçim sonuçlarına göre, artık Türkiye seçmeninin dörtte üçüne yakınını temsil etmektedir. Bilindiği gibi, 2002 seçimlerinde toplam seçmen sayısının yarıya yakını, halkın iradesini yansıtmaya engel olan yüzde 10’luk ülke barajının da büyük etkisiyle, Meclis’te temsil edilememişti. Şimdi, aynı baraj korunduğu halde, hem katılım oranı çok yüksek (% 84’ün üzeri) olmuştur hem de geçerli oyların yüzde 87’si Meclis’te temsil imkânı bulmuştur. Bu sonuç, % 10’luk ülke barajı gibi anti-demokratik siyasî kuralların artık anlamını yitirdiğini göstermesi bakımından da kayda değerdir.
Burada, seçim sonuçlarının dikkate değer bir diğer özelliğini de vurgulamak gerekmektedir. Ülke barajının anlamını yitirmesi ile birlikte, Türkiye’deki hemen hemen her siyasî eğilim, yeni yasama organında temsil edilebilecektir. Burada, bağımsız milletvekilleri ile Meclis’te grup kurma imkânını elde etmiş görünen Demokratik Toplum Partisi’nin varlığı, Kürt sorununun demokratik siyasî ortam içinde çözümünü teşvik edebilecek olması bakımından özel olarak önemlidir.
(...)
Bu sonuçlara göre Türkiye halkı, AK Parti’yi, yeni Meclis’in yüksek temsil ve dolayısıyla yüksek meşrûiyet kabiliyetine dayanarak oluşturacağı azamî demokratik mutabakat ile Türkiye demokrasisinin önünde hâlâ en güçlü potansiyel engel olarak duran bürokratik vesayetçiliği tasfiye etmekle görevlendirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, bu seçim sonuçları ile vesayetçiliği devam ettirmeyi amaçlayan muhtıralarda ifade edilen tehdit ve korkuların aksine, şimdiye kadar görülmemiş ölçüde kapsamlı ve derinlikli, güçlü bir demokrasiye, Avrupa Birliği ile -ve Avrupa Birliği üzerinden- tüm yerküre ile bütünleşmeye doğru gelişmesinin önündeki engellerin kaldırılabileceği bir döneme adım atmaktadır. Bu dönem herhalde, hiçbir Cumhuriyet vatandaşının diğerini kendisi için potansiyel bir ihanet ve tehdit unsuru gibi göremeyeceği, gerçek anlamda özgürlükçü, demokratik bir Cumhuriyet’in de kuruluşuna şahit olacaktır.
Zaman, 24.7.2007
|