Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 25 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Muhalefet kaybetti ama hükümetin sınavı şimdi başlıyor

22 Temmuz’da açıkça görüldü ki, Türkiye toplumu Cumhuriyet mitinglerinde dile getirilen kaygıları paylaşmıyor. Ülkenin satıldığına inanmıyor, ‘Giyotine!’ diye bağırmıyor, ortada ipler, yağlı urganlar görmek istemiyor. Yargının siyasallaşmasından, muhtıralardan ve cuntalardan hoşlanmıyor; çetecinin ‘vatansever’ini ötekine tercih etmiyor. Kısacası kavgayı sevmiyor, savaş istemiyor ve ‘satılmışlar, vatan hainleri’ edebiyatından hoşlanmıyor.

Muhalefet ve muhalefetin temsil ettiği siyaset kaybetti. Ama Hükümetin sınavı yeni başlıyor.

Hükümet, ya demokratikleşme ve sivilleşme konusunda 2005’ten beri yaptığı hataların bir muhasebesini yapacak ve yüzde 47’lik devasa bir destekten aldığı enerjiyle daha köklü ve kalıcı reformlara girişecektir, ya da bürokratik kötürümleşme yoluna girecektir. Bu ikinci yola girebileceği ve sonuçta değiştirmeye çalıştığı yapının bir parçası haline gelebileceği yönünde kaygılar yok değil.

İlk iktidar deneyimi açıkça göstermiştir ki, ertelenen reform tekrar gündeme getirilmemektedir. Başka bir ifadeyle, ilk altı ayda ne yaparsa odur; sonra yaptırmazlar. Üstelik yaptırmayanlar, sadece asker ve sivil bürokrasi değil, Hükümetin kendi içindeki statükocu güçler ve kendi atadıkları bürokratlardır (ve bürokratın radikali muhafazakarı olmaz).

İkinci bir konu ise şudur: Çetelerin, derin cinayetlerin kaynağına ulaşmadıkça, tetikçilerle uğraşmak gerçek bir çözüm değildir. Şemdinli’deki hatalarını tekrarlayacak olurlarsa, daha doğrusu oradaki hatalarını tekrarlamayacaklarını somut olarak göstermedikçe, bu soruna hiçbir biçimde çözüm bulmak mümkün olmayacaktır. Çözüm bulunamazsa, bir süre sonra Hükümet ve onunla birlikte demokrasi tekrar hedef haline gelecektir.

Üçüncü konu demokratik olgunlukla ilgilidir. Yeni dönemde Meclis’te DTP de bir grup olarak varlığını hissettirecektir. Ak Parti, içindeki bazı milliyetçi-muhafazakar bürokratların veya bürokratik zihniyetteki ‘kıdemli’, ‘tecrübeli’ bazı eski ‘ağır toplar’ın devletçi reflekslerine teslim olmamayı başarmalıdır. DTP’li milletvekillerinin Kürt Sorunu konusundaki bazı fikirleri, çok muhtemeldir ki, CHP ve MHP’den, hatta kendi içinden tepki alacaktır. Bu durumda Ak Partili çoğunluğa demokrasi adına hayati bir görev düşecektir. Söz konusu fikirlerin içeriğine katılıp katılmamaktan bağımsız olarak, onların serbestçe dile getirilip tartışılmasının sağlanması, esas olarak Ak Parti’nin sorumluluğunda olacaktır.

Bu öncelikle onların demokrat olma, demokratik reformlara öncülük etme iddialarının bir gereğidir. Çünkü ifade özgürlüğünü kabul etmek demek, ‘ayrılıkçı’ fikirler dahil, en ‘aykırı’ veya bize ‘provakatif’ gelen görüşlerin bile dile getirilmesi hakkını tanımak demektir. Öte yandan Ak Parti için bu sadece ahlaki bir zorunluluğu değil, stratejik veya pragmatik bir gerekiliği de ifade edecektir. Yarın yasama çalışmalarında CHP-MHP eksenine karşı demokratik dayanışmanın gerekli olduğu durumlarda veya cumhurbaşkanlığı oylaması sırasında görüldüğü gibi, demokratik süreci korumak için bir tek oyun dahi zorunlu hale geldiği durumlarda, DTP’li milletvekillerinin desteğine muhtaç duruma gelebileceklerini unutmamalıdırlar. Bu süreçte DTP’li milletvekillerine düşen ise, çözümü kolaylaştırıcı bir tutum ve söylem konusunda hassasiyet göstermektir.

Kısacası bu sonuç, Ak Parti için ikinci bir şansı veya ona toplum tarafından açılmış ikinci bir krediyi ifade etmektedir. Dileyelim geçen yasama döneminde yeterince kullanılmayan bu kaynak, insan haklarına dayalı sivil, demokratik bir düzenin kurulması için doğru kullanılsın.

Star, 24.7.2007

Berat ÖZİPEK

25.07.2007


 

AK Parti’ye bürokratik vesayetçiliği tasfiye görevi

Demokratik siyasî sürece siyaset dışı odaklarca müdahalelerde bulunulduğu 2007 baharının ardından yapılan genel seçimlerin merak ve heyecanla beklenen sonuçları, Türkiye demokrasisinin güç kazanma yolunda olduğu teşhisimizi teyit etmiştir.

11. cumhurbaşkanı seçimine doğru gidilirken ortaya koyduğumuz bu teşhis, askerî-sivil bürokrasinin müdahaleleriyle yanlışlanma tehlikesine maruz kalmıştı. Öyle ya, Türkiye’de demokrasi güçlenme yolundaysa, Meclis iradesine dışarıdan, gayri hukukî ve anti-demokratik müdahaleler olabilir miydi? Demek ki demokrasinin güçlenmekte olduğu teşhisimiz yanlıştı. Meclis’in cumhurbaşkanını herhangi bir anti-demokratik müdahaleye maruz kalmadan seçebilmesi halinde Türkiye demokrasisi güçlenecekti. Fakat, maalesef sürece demokrasi dışı müdahaleler oldu; gece yarısı muhtıralarıyla, muhtıra gibi konuşmalarla, hukuk devletinin tahribatına yol açacak denli siyasî nitelikli mahkeme kararlarıyla, bunlara bel bağlayan siyasetçilerle karşılaşıldı; ama Türkiye demokrasisi hepsini, güçlenerek aştı. Teşhisimiz, sözde de özde de doğruydu. Türkiye demokrasisi her halükârda güçleniyordu. Bu gerçeği görebilmek için iki şey lazımdı: Halka güvenmek ve ‘zaman’ın gerisinde kalmamak. Zaman demokrasi zamanıydı, zamanın dışında kalmak, demokrasinin de dışında kalmak anlamına geliyordu. Şimdi de böyledir. Türkiye halkı, 2007 baharında yaşanan demokrasiyi tahrip etmeye yönelik girişimlere karşı dik durmuş, şimdi daha güçlü bir demokrasi için çok net bir muhtıra vermiştir. Şöyle ki: Türkiye, askerî darbenin ürünü olan siyasî sisteminin demokrasiyi zayıflatan “temsil eksikliği”ni aşmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 2007 seçim sonuçlarına göre, artık Türkiye seçmeninin dörtte üçüne yakınını temsil etmektedir. Bilindiği gibi, 2002 seçimlerinde toplam seçmen sayısının yarıya yakını, halkın iradesini yansıtmaya engel olan yüzde 10’luk ülke barajının da büyük etkisiyle, Meclis’te temsil edilememişti. Şimdi, aynı baraj korunduğu halde, hem katılım oranı çok yüksek (% 84’ün üzeri) olmuştur hem de geçerli oyların yüzde 87’si Meclis’te temsil imkânı bulmuştur. Bu sonuç, % 10’luk ülke barajı gibi anti-demokratik siyasî kuralların artık anlamını yitirdiğini göstermesi bakımından da kayda değerdir.

Burada, seçim sonuçlarının dikkate değer bir diğer özelliğini de vurgulamak gerekmektedir. Ülke barajının anlamını yitirmesi ile birlikte, Türkiye’deki hemen hemen her siyasî eğilim, yeni yasama organında temsil edilebilecektir. Burada, bağımsız milletvekilleri ile Meclis’te grup kurma imkânını elde etmiş görünen Demokratik Toplum Partisi’nin varlığı, Kürt sorununun demokratik siyasî ortam içinde çözümünü teşvik edebilecek olması bakımından özel olarak önemlidir.

(...)

Bu sonuçlara göre Türkiye halkı, AK Parti’yi, yeni Meclis’in yüksek temsil ve dolayısıyla yüksek meşrûiyet kabiliyetine dayanarak oluşturacağı azamî demokratik mutabakat ile Türkiye demokrasisinin önünde hâlâ en güçlü potansiyel engel olarak duran bürokratik vesayetçiliği tasfiye etmekle görevlendirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, bu seçim sonuçları ile vesayetçiliği devam ettirmeyi amaçlayan muhtıralarda ifade edilen tehdit ve korkuların aksine, şimdiye kadar görülmemiş ölçüde kapsamlı ve derinlikli, güçlü bir demokrasiye, Avrupa Birliği ile -ve Avrupa Birliği üzerinden- tüm yerküre ile bütünleşmeye doğru gelişmesinin önündeki engellerin kaldırılabileceği bir döneme adım atmaktadır. Bu dönem herhalde, hiçbir Cumhuriyet vatandaşının diğerini kendisi için potansiyel bir ihanet ve tehdit unsuru gibi göremeyeceği, gerçek anlamda özgürlükçü, demokratik bir Cumhuriyet’in de kuruluşuna şahit olacaktır.

Zaman, 24.7.2007

Prof. Dr. Levent KÖKER

25.07.2007


 

AB hedefi şimdi daha önemli

Seçim sonuçlarından, bütün partilerin çıkaracakları ortak dersler de var.

Bunların başında da AB hedefi geliyor. Seçimden önce Türkiye’de demokrasi için AKP’nin desteklenmesini savunanların, bundan sonra da aynı hararetle, aynı savı gündemlerinin ilk sıralarında tutmayı sürdürmeleri gerekiyor.

Yani Türkiye’nin demokratikleşmesi için gösterilen aceleci tavrın devam ettirilmesi, sadece dinsel özgürlükler değil azınlıkların özgürlüklerinin de savunulması gerekiyor.

Bunun için AB hedefinin korunması çok önemli. AB hedefi, bundan sonra “halk desteğiyle radikalizm”i önlemenin en sağlam yolu olarak gözüküyor.

Bu hedefi sadece AKP’nin ya da bazı sivil toplum örgütlerinin üstlenmesi yerine, özellikle sosyal demokratların da AB hedefini üstlenmeleri gerekiyor. AB hedefinin Türkiye’nin çağdaşlaşması için şart olduğunu, Hükümetlerin “sadece işlerine gelen konularda AB hedefi gözetmeleri yerine, topyekün Avrupa değerlerini benimsemeleri” için zorlamaları gerekiyor.

AB hedefine sarılmanın, aynı zamanda çağdaş ekonominin kurum ve kurallarıyla yerleşmesi için, dolayısıyla istikrar için şart olduğu da unutulmamalı.

Hürriyet, 24.7.2007

Erdal SAĞLAM

25.07.2007


 

Çölaşan: “Uzayda yaşıyormuşuz”

Gazeteci arkadaşlarımızla konuşurken şu görüş öne çıktı:

“Demek ki biz uzayda, başka bir gezegende yaşıyormuşuz. Türkiye’nin ve toplumun hiçbir şeyini bilmiyormuşuz! Demek ki insanlar durumdan, gidişten memnunmuş.

Seçim günü uzay gemisinden paraşütle, hiç bilmediğimiz bir ülkeye indik. Burasının Türkiye olduğunu öğrendik. Ülkenin gerçeklerini, nasıl böyle yanıldığımızı da yakında inşallah öğrenmeye başlayacağız!”

İşte böyle!..

Hürriyet, 24.7.2007

Emin ÇÖLAŞAN

25.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004