Başbakan Tayyip Erdoğan ile MHP Başkanı Devlet Bahçeli arasındaki “ Apo’yu niye asmadın “ atışmasını ve ardından yapılan ‘siyasi’ yorumları “ güleriz ağlanacak halimize “ havasında izledim.
Yukarıda ‘siyasi’ derken kelimeyi tırnak içine aldım çünkü Apo’nun idam edilmemesinin siyasetle, daha doğrusu iç siyasetle hiçbir alakası yok.
Hatırlayalım: PKK saldırıları 1984’te başladı... Kah artarak, kah azalarak devam etti. Bu süreçte 10 binlerce insan öldü. Türkiye’nin milyonlarca doları boşa gitti. Başta güneydoğu olmak üzere toplumsal doku tarumar oldu.
Aradan 15 yıl geçtikten sonra ABD, Apo’yu teslim etmeye karar verdi. 16 Şubat 1999’da Apo, Türkiye’ye getirildi. Yargılandı. İdama mahkum oldu. Ama bu arada yasalar değiştirildiği için cezası müebbede çevrildi.
Apo’nun idam edilmemesinde, ne dönemin Başbakanı Ecevit’in bir payı vardı, ne de ortağı Bahçeli’nin... Bu iş onları aşıyordu. ABD şart koşmuştu: “ Apo’yu vereceğim ama sakın ha öldürmeyeceksiniz! “
Peki olay bu kadar barizken... Yani Apo’yu idam edip etmeme kararının iç siyasetle bir ilişkisi yokken... Bu afra tafra nedir?
Şimdi kalkıp meydanlarda “ Assana... “ ya da “ Sen niye asmadın... “ diye bağırıp çağırmalarının tek sebebi var: Seçmenin milliyetçi duygularını gıdıklayarak oy toplamaya çalışmak.
Yani bu bir milliyetçilik müsameresi : “Sen mi daha milliyetçisin, ben mi?”
Soralım: Bu müsamereye niye ihtiyaç duyuluyor? Anlatalım...
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı ( TESEV ) üç akademisyene bir milliyetçilik çalışması yaptırdı. Ferhat Kentel, Meltem Ahıska ve Fırat Genç’in insanlarla yüz yüze konuşarak yaptığı ve “ Milletin Bölünmez Bütünlüğü “ adı verilen araştırmanın en genel sonucu şu: “Tek bir milliyetçilik yok, çeşitli milliyetçilikler var.”
Bu ne demek? Kabaca şöyle...
Milliyetçilik, dendiğinde aklımıza başı sonu belli, derli toplu bir ideoloji geliyor. Dolayısıyla da milliyetçileri bir bütün olarak görüyoruz.
Halbuki milliyetçilik daha çok küçük bir sözlüğe benziyor. İnsanlar bu sözlükte yer alan kelimeleri yan yana getirerek cümleler kuruyorlar.
Yani bu jargonu kullananlar aslında kendi sorunlarını, kendi amaçlarını ve kendi umutlarını, o küçük sözlükten öğrendikleri kelime ve deyimlerle ifade ediyor.
Ancak sorunlar, amaçlar ve umutlar farklı olduğu için de ortaya çeşit çeşit milliyetçilikler çıkıyor.
Mesela bugün MHP, özetle, “ Türkler ve Kürtler kardeştir... Kürtler bu milletin bir parçasıdır... PKK ise bu kardeşliği bozmaya çalışan dış güçlerin maşasıdır...” diyor.
Öte yandan internette şöyle mesajlar dolaşıyor: “Bu yaratıkları ‘ kardeş’ olarak görenler sadece soyu bozuk ülkücüler, komünistler, dinciler, ümmetçiler, sosyal demokratlar, hümanistler, entellerdir...” (Bu mesajı, Tanıl Bora’nın milliyetçilik ve faşizm üzerine yazılarını derlediği ‘ Medeniyet Kaybı’ adlı kitabından aldım.)
Hadi buyurun: Hangisi milliyetçilik? O bu, bu mu? İlkinin taraftarı daha çok, diğeri daha marjinal kalıyor ama neticede ikisi de milliyetçilik.
Birincisi asimilasyoncu, öteki ırkçı ...
Birincisinin sloganı: “ Ne mutlu Türk’üm diyene! “ Diğerinin sloganı: “ Ne mutlu Türk olana! “
Tekrar başa dönersek: Erdoğan ile Bahçeli’nin “Apo’yu asmak” üzerinden kapışması, bir milliyetçilik müsameresinden ibaret. İkisi de milliyetçilik jargonunu kullanarak seyircinin gönlünü çelmeye çalışıyor.
Halbuki sahneye koydukları müsamerelerin yazarı kendileri değil. Onlar sadece ABD’nin yıllar önce kurduğu bir senaryonun günümüzdeki aktörleri. Kim daha iyi rol keserse, o daha fazla oy toplayacak.
Sabah, 3.7.2007
|