Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Bilkent Üniversitesi’nden mezun olan kızı, diploma töreninde başörtülü olduğu için tabii yine maraza çıktı. Biliyorsunuz ben üniversitede başörtüsü yasağına karşıyım. Sadece o da değil, ben başörtüsü yasağına toptan karşıyım.
‘Kamu alanı’, ‘hizmet alan-veren’ bahanelerine de inanmıyorum, bir kadın başörtüsüyle nereye girmek istiyorsa girmeli, ne yapmak istiyorsa yapmalı, o kadar.
Ancak, aynı nedenle, Gül’ün kızının başörtülü mezuniyet töreni fotoğraflarını fazlasıyla yadırgadım. Bu ülkede, başörtülü kızcağızlar üniversiteye bile giremeyecek, dahası anneler mezuniyet törenlerine bile alınmayacak, ama baba bakan olunca her şey mubah bir tablo sergilenecek. Bu durumu son derece yakışıksız bulduğumu söylemek zorundayım. Her şeyden önce, mezun olan genç kızın bu tabloyu içine sindirememesi gerekirdi. Yaşıtları başörtüsü mağduruyken, o babasının nüfuzunu kullanmayı içine sindirebilmiş. Bunu akıl edemeyecek, çocuk yaşta değil, üniversite okumuş genç kızdan söz ediyoruz.
AKP’liler, ‘Biz başörtüsü konusunda siyasi bir söz vermedik’ deyip işin içinden sıyrılmayı biliyor, benim gibi bu konuda ısrarlı olanlara dönüp, bir bakanları ‘Bu toplumun sadece bir buçuğunun sorunu’ diyor, diğer birçoğu, ‘Halkın önceliği bu değil’ diye bizi dört buçuk yıl boyunca susturmaya çalışıyor. Sonunda, fiili bir durum ortaya çıkınca, tabii yine ‘mağdur’ tablosu oluşuyor. Bakın, ‘Bu ülkede bizi iktidar yapıyorlar ama muktedir olamıyoruz’ edebiyatı işlenecek ve zaten halihazırda işleniyor. Seçim döneminde, bu konu yine, dolaylı yoldan bulunmaz bir fırsat olarak devreye sokuluyor. (...)
İktidar olmanın tüm imkânlarından yararlanıldıktan sonra, iş başörtüsüne gelince, bir mağduriyet tablosu tüm soruları silip götürüyor, mağdur muktedirler kısa yoldan, sıradan vatandaşla özdeşleşme imkânı buluyor. (...)
Gelinen noktada, sadece muhafazakâr kalabalıklar, başörtüsü söz konusu olduğunda her şeyi affetmeye hazır hale gelmiyor. Dahası, yasaktan kurtulmanın yolunun güç gösterisi olduğuna inanıyor. Meclis Başkanı’nın eşi başörtülü cumhurbaşkanı ısrarı olarak yansıyan tutumu da, seçim ortamında içten içe, ‘Dindar cumhurbaşkanı seçtirmediler’ söyleminin tedavülü de, bu anlayışın yerleşmesiyle alakalı. Bu ülkede, ‘haklı’nın değil ‘güçlü’nün sesinin duyulduğu, önünün açıldığı siyaset böyle kökleşiyor. İnsanların haklarını her türlü imkânı devreye sokup engellerseniz, onların siyaset söylemi de giderek, daha fazla güçlü olmak, daha da güçlü olmak, güç kullanarak meydan okumak yönünde şekilleniyor. Siyaset kaba bir güç gösterisine dönüşüyor, böyle bir ortamda herkes birbirine karşı diş bilemeye, birbirini belden aşağı vurmaya girişiyor.
Ben başörtüsü yasağına karşı, üniversitelerin, rektörler ve öğretim üyeleriyle, ağırlıklarını koyup mücadele etmesini beklerdim. Keşke, bir bakanın kızına türbanla diploma verme konusunda gösterilen ‘esneklik’, bir büyük haksızlığın toptan ortadan kalkması için gösterilmiş olsaydı. O zaman demokrasi adına anlamlı bir şey yapılmış olurdu, şimdi yapılan sıradan kayırmacılık, sadece güçlü olanın hakkının teslim edilmesi. Tüm taraflar için, tatsız, başörtüsü mağduru genç kız ve kadınlarımız için incitici bir tablo.
Radikal, 21.6.2007
|