|
|
|
Hudson haberinde gazetecilik kuralları açısından sorun yok |
Hudson Institute adlı Amerikan düşünce kuruluşunda (think tank) 13 Haziran’da yapılan Türkiye toplantısı, kamuoyunda geniş ilgi uyandırdı.
Toplantı konusunda, gerek Hudson Institute’un belgelerine dayanan, gerekse toplantıya katılmış birden fazla kaynaktan aldığım bilgileri, daha önceki haberlerimde yansıttım. Bu bilgileri kısaca hatırlatmakta yarar var:
1. Gündem: “Hudson Institute Türkiye Çalıştayı” başlıklı toplantının davetiyesi, gündemi şöyle tanımlıyor: “Bir dizi olayın Türkiye’yi, K. Irak’ta PKK’ya karşı operasyon yapmaya yöneltmesini içeren akla yakın bir senaryo geliştirdik. Bu kapalı, off the record toplantıya katılanlar, bu krizi müteakip olayları oynayacaklar.”
Katılımcılar, toplantıda, söz konusu senaryodan yola çıkılarak, Türkiye’nin K. Irak’a olası müdahalesinin tartışıldığını belirtiyorlar.
Hudson çıkışlı senaryoda, bir dizi bombalama ve suikast eylemi, hedef seçilen yer ve kişilerin adları kullanılarak anlatılıyor. ‘Anayasa Mahkemesi (eski) Başkanı Tülay Tuğcu’nun öldürülmesi’ de metinde yer alıyor.
2. Katılım: Hudson’ın davetiyesi, “Katılımcılar, ABD hükümetinden yetkilileri, think-tank camiası mensuplarını ve Türk Genelkurmayı’nın think tank’i SAREM’den üst rütbeli subayları kapsayacak” diyor. Toplantıya katılacağını teyit edenler, Hudson’ın bu teyit üzerine gönderdiği senaryo metnini görmüş ve ‘SAREM’den üst rütbeli subayların’ da katılacağından haberli olarak, Hudson’a gitmişler. Toplantıdaki Türk heyetinde, SAREM Başkanı Tuğgeneral Süha Tanyeri, Türkiye’nin Washington’daki Silahlı Kuvvetler Ataşesi Tuğgeneral Bertan Nogaylaroğlu dahil dört asker ve bir sivil var. Heyetin toplantıya sabah 11.00’e doğru vardığı; toplantının yemek öncesinde, sırasında ve sonrasındaki bölümlerine katıldığı belirtiliyor.
Toplantıda, ABD Dışişleri ve Pentagon yetkilileri ve ABD’li uzmanların yanı sıra Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti (KBH) Washington Temsilcisi Kubad Talabani de var.
Türk askeri yetkilileri, toplantıda hem söz alarak herkese hitaben hem de diğer katılımcılarla bire bir sohbetler halinde görüş açıklamışlar.
3. İfadeler: Toplantıda ‘ABD, PKK’ya karşı ne yapabilir?’ konusu tartışılırken, bir analizcinin, ‘ABD’nin PKK liderlerini bu aşamada, seçimler öncesinde vermemesi lazım. Bu, AKP’ye yardım eder’ ifadesini kullandığı, birden fazla katılımcı tarafından, tereddütsüz ifadelerle tarafıma aktarıldı. Bir yetkilinin de, bu sözleri onaylar şekilde konuştuğu yine birden fazla kaynak tarafından belirtildi.
Bu yöndeki sözlerin toplantıda sarf edildiği, daha önceki haber ve yorumlarımda, bir ‘iddia’ olarak yer aldı. Milliyet, Hudson’daki toplantının, gazetecilik kuralları ve etiği açısından hiçbir tereddüt bırakmayacak şekilde sayfalara yansımasında büyük titizlik gösterdi.
Genelkurmay Başkanlığı’nın 20 Haziran tarihli açıklamasında, bu haberlerin “yalanı yalanla örtme ve hedef saptırarak kurumları karalama amacı taşımakta” olduğu ifadesi var. Bu ifadeyi, çok haksız ve talihsiz buluyorum.
Toplantının katılımcılarının er geç bu konuda, adlarıyla açıklama yapacağına ve gerçeğin tümüyle aydınlanacağına inanıyorum.
Milliyet, 21.6.2007
|
Yasemin ÇONGAR
22.06.2007
|
|
|
Büyük lokma... Büyük konuşma |
Ama büyük kazanabilirsin. “Mutlaka iyi” kazanırsın. OYAK’ın Oyakbank’ı 2.7 milyar dolara Hollandalı ING’ye satışını iyi okuyun; olur mu?
Bu sütunda “ulusal askeri sermaye grubu” üstüne, üyelerinin çoğunluğunun “eşitsizlik, adaletsizlik” şikayetlerine dair çok yazı çıktı.
Bilen biliyor, anlayan anlıyordu ama, sağ olsunlar, kibarca sitem, terbiyesizce küfür esirgemeyen de çıktı.
Tekzip, dava, yıldırma girişimleri oldu.
Şimdi n’oldu!
Büyük lokma ye, büyük konuşma. Ama büyük kazanabilirsin.
2001 krizinde Sümerbank’ı kapatan OYAK, şimdi herhalde büyük kazanç elde etmiştir.
Hiç takılmayın: Hem ‘ulusal” Sümerbank yok oldu, hem de ‘ulusal” Oyakbank!
“CEO” Coşkun Ulusoy şöyle diyordu zaten:
“OYAK, ulusal kimliğine sıkıca sadık kalarak uluslararası nitelikleri güçlü bir sermaye grubu olmuştur”. Yurtdışında bankası olan, Renault ile, Axa ile büyük ortaklığı bulunan, eh bankasını da Hollandalıya satan aynen öyledir.
Elbette, “büyük sermaye grubu”nun “küresel piyasa” da “iyi para kazanmak” için “sınır ötesi operasyonlar” yapması doğaldır.
Doğal olmayan, büyük laflardır.
Büyük lokma ye, büyük konuşma. Ama büyük kazanabilirsin.
OYAK Yönetim Kurulu Başkanı Emekli Korgeneral Yıldırım Türker, holding faaliyet raporunda, “OYAK, SERMAYE BİRİKİMİ konusunda çok değerli başarı sağlamıştır... EN BÜYÜK SERMAYE GRUPLARI ARASINA taşınmıştır” diyordu.
“Türkiye’nin en büyük sermaye grupları arasına”... Bunu hiç unutmayın.
Bir yılda karı yüzde 100’ün üstünde artan “en büyük sermaye gruplarından biri” nden söz ediyoruz; özü “üye varlıkları nemasını bir yılda yüzde 25, enflasyonun 2.6 katı yükselten”, “geliri, muvazzaf subay ve astsubay maaşlarından her ay kesilen yüzde 10... yedek subaylardan yüzde 5...” olan “TSK mensuplarının yardımlaşma ve emeklilik fonu” diye bilinse de.
Büyük lokma ye, büyük konuşma.
“En büyük sermaye gruplarından biri” ne, sahiplerine, yönetimine de yaslanıp “sınıfı” şaşırarak “solculuk” konuşmayacaksın. Konuşsan da olmuyor!
“Uluslararası nitelikleri güçlü sermaye grubu” na, sahiplerine, yönetimine de yaslanıp “ulusalcılık” konuşmayacaksın. Konuşsan da uymuyor!
“Üyeler arasında adil paylaşım” derken, üyelerinin en az yüzde 70’inin adaletsiz, eşitsiz bulduğu, yönetime asla alınmadıkları için İnsan Hakları Mahkemesi yolunu tuttuğu, “imtiyaz ve zümre egemenliği” diye nitelediği, üyelerinin çoğunluğunun emekli derneği TEMAD’ı dava edebilen holdinge, sahiplerine, yönetimine de yaslanıp “İmtiyazın, zümre egemenliğinin reddi; özgürlük, eşitlik, kardeşlik ideali” olan “cumhuriyetçilik” konuşmayacaksın. Konuşsan da yenmiyor!
“Ulusal sermaye Oyakbank’ı uluslararası sermaye ING’ye satan Türkiye’nin en büyük sermaye gruplarından OYAK yönetim kurulu”nu (2006 Faaliyet Raporu listesi) huzurlarınıza getiriyorum:
Emekli Korgeneral Yıldırım Türker (Başkan), Tümamiral Mustafa Baha Eren, Hava Pilot Tümgeneral Fuat Özakdağ, Tümgeneral Kamil Başoğlu, Emekli Tuğgeneral Yılmaz Hızlı, Jandarma Tümgeneral Mustafa Bıyık (27.5.2006’ya kadar), Emekli Tuğgeneral A. Taner Candemir (27.5.2006’ya kadar) ve üç sivil, Coşkun Ulusoy, Emekli Vali Lütfi Fikret Tuncel, Prof. Necdet Serin.
Denetleme Kurulu: Jandarma Tümgeneral Fikret Demirtaş, Hava Pilot Tuğgeneral M. Yılmaz Erdoğan (27.5.2006’ya kadar); sivil üyeler Haydar Geçmiş, Haluk Altay.
Haklı olarak şöyle bir endişe var:
Orduya, subaylara, askerlere dair çok bilgi Oyakbank’ın elindeydi.
Satanlar mutlaka dikkate almıştır; ama bazı “askeri sırlar”, emekli yüzbaşı ile emekli astsubayın bomba zulası kondusunda dahi çıkabiliyor.
Bir merakım da şu:
“Yabancı” grup, Oyakbank’ta meslekleri alfabetik sıralarken, “Astsubay”ı A harfine mi iade edecek yoksa yine S’nin altına mı sürecek?
2.7 milyar dolara banka satan BÜYÜK SERMAYE GRUBU’nda merak ettiğimin küçüklüğüne bakın!
Sabah, 21.6.2007
|
Umur TALU
22.06.2007
|
|
|
OYAK hakkında bütün bilmek istedikleriniz |
Soru 1 -OYAK: sivil mi asker mi?
‘OYAK, 27 Mayıs darbesinin ardından, Milli Birlik Komitesi’nin çıkardığı 205 sayılı yasa ile kurulmuştur...
Yani varlığını olağandışı bir dönemin yasama faaliyetine borçludur. OYAK nedir sorusu akla hemen OYAK sivil bir kuruluş mu askeri bir kuruluş mu sorusunu getirmekte. Kurumun üyelerine ve idari yapısına bakıldığında askerlerin hakimiyeti açık. Kurumun daimi üyeleri Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) kadrolarında görevli subay, askeri memur ve astsubaylardır. Bunların üyelikleri mecburidir.
Mevcut idari yapısına bakıldığında Temsilciler Kurulu tamamen askerlerden oluşmakta, 40 kişilik Genel Kurul’da 9 sivil üye bulunmaktadır.’
***
Soru 2 -OYAK’ın faaliyetleri: Yardımlaşma Kurumu mu ‘Holding’ mi?
‘OYAK aynı anda hem bir ek sosyal güvenlik kuruluşu hem de bir ‘holding’ olsa da kuruma rengini veren şey, sermaye birikim sürecinin her uğrağında (üretim, ticaret, finans) yürüttüğü kár amaçlı faaliyetleridir. Bu faaliyetlerin ana hedefi ordu mensuplarının üst orta sınıflara denk bir refah düzeyine sahip olmalarıdır. Zaten maaşlarıyla memur kesim içinde farklı bir konumda olan askeri bürokrasi, OYAK sayesinde de ayrıcalıklı kılınmaktadır. Bu noktada hemen şunu belirtmek gerekir ki kurum gelirlerinin ancak belirli bir kısmı sosyal yardım ve hizmetlere ayrılmakta, büyük çoğunluğu ise yeniden yatırıma yönlendirilmektedir.
OYAK’ın bir sermaye grubu olarak yapılanması daha kuruluş aşamasında öngörülmüştür. Emekli Sandığı, SSK, Bağ-Kur gibi diğer sosyal güvenlik kuruluşlarının yatırım faaliyetlerine yasa ile sınır getirilmiş olmakla birlikte, OYAK herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmamıştır.. 2000 yılı toplam ciroları üzerinden bakıldığında OYAK, Koç ve Sabancı’nın ardından üçüncü büyük holdingdir.’
***
Soru 3- OYAK ‘Mucize’sinin Sırrı Nedir?
‘1970’lerin başında İşçi Yardımlaşma Kurumu (İYAK), Memur Yardımlaşma Kurumu (MEYAK) gibi girişimler başarısız olurken, OYAK’ın, güzide Türk basınına göre ‘örnek alınacak’ ‘mucizevi’ başarısının ardında yatan nedir? OYAK genel müdürü tarafından dile getirilen ve çeşitli çevrelerde çok tutulan, ‘binlerce yıl kanla sınanan askeri prensiplerin iş hayatına uygulanması’nın bir sonucu mudur?
Herşeyden önce özel yasasındaki bazı hükümlerin sağladığı ayrıcalıklardan bahsetmek gerekir. Bunların başında OYAK’ın sahip olduğu vergi muafiyetleri gelmektedir. Yine özel yasası sayesinde OYAK hem özel hukukun hem kamu hukukunun nimetlerinden faydalanmaktadır.
Üçüncü bir unsur ise, özellikle siyasal iktidarlara yakın duran belirli sermaye gruplarının desteklenmesi olgusudur. Ordunun elinde bulundurduğu siyasal gücü bu anlamda da iktisadi bir güce tahvil ettiği rahatlıkla söylenebilir. Akla hemen batık şirketlerin kamuya devredilmesi (1984’te otomotiv şirketleri TOE ve MAT’ın Ziraat Bankası’na devri) veya kamu iktisadi teşekkülleriyle ortaklığa gidilmesi (1985’te inşaat sektöründeki Oyak-Kutlutaş’a bağlı dört şirkete Emlak Kredi Bankasının ortak olması) gelmektedir. Oyakbank’ın, mali çizelgeleri çok kötü olmasına rağmen kurtarılması, ardından OYAK yönetim kurulu başkanının kendi ifadesine göre ‘4.5 aylık faaliyetle 25 şirketinkine denk kâr bırakacak olan’ Sümerbank’ın ‘sembolik bir para karşılığı satın alınması’ gibi yöntemler bahsedilen mucizenin sırları arasındadır. TBMM Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu kısa bir süre önce yayınladığı raporunda Sümerbank’ın OYAK’a satılma sürecine geniş yer ayırmıştı’
***
Soru-cevap haline getirdiğim yukardaki yazıya internetteki taramada rastladım.Yazı akademisyen İsmet Akçay’a ait.
Hakkında çok fazla konuşulmayan OYAK gündemde olduğu için, bu araştırmayı da sizlerle paylaşmak istedim.
Star, 21.6.2007
|
Mehmet ALTAN
22.06.2007
|
|
|
Askerin bankası olur mu? |
Türk basını ağlıyor: Oyakbank, yabancıya satılmış. Aslında umurunda değil ama, Türk basını orduya yağ çekmek için ağlar gibi yapıyor.
Öte yandan, sivil toplumun temsilcileri(!) olan emekli paşalar da kızıyorlar tabii: Bu bankada ordu personelinin gizli bilgileri varmış, şimdi bunları yabancılar öğreneceklermiş.
Ben de “Google Earth” programına baktım, uzaydan, bilmemkaç kilometre yüksekten, bizim evin önündeki çiçek saksıları görünüyor, içinde sardunya olduğunu anlamak bile mümkün... Bunları izleyebilen yabancılar (üstelik bankayı alanlar Amerikalı bile değil, Hollandalı), çavuş maaşını çeken arkadaşın doğum yerini ve tarihini öğrenmiş olacaklar, devlet yıkılacak.
Elbette Oyakbank sermaye arttırımına gidemedi, büyüyemedi, halka açılamadı, iyi yönetilemedi, ulusalcılık gayretiyle Erdemir’i alması da sırtına büyük bir kambur ekledi, şimdi satılmak zorunda kaldı, fakat hiç olmazsa iyi bir paraya gitti, daha da sıkışsaydı daha başka yabancılar (İtalyanlar) onu ölü eşek fiyatına da kapatabilirlerdi, falan filan...
Fakat bu memlekette hiçkimse işin başını tartışamadı, çünkü “tabu” konulardan biriydi.
Ordunun bankası olur muydu?
ORKO gibi kuruluşlarla, sanki Sınırlı Sorumlu Çörtüklüpörtük Kasabası Yapı Kooperatifi misali bir “tüketici kooperatifi” kuran ve üyelerine piyasa değerlerinin çok çok altında mal ve hizmet sağlayan, maaşların düşüklüğünü bununla dengeleyen ordu, bununla da yetinmiyor, OYAK ile doğrudan “finanskapitale” giriyor, sermayedar oluyordu... Üstelik Erdemir’i almakla “temel sanayi üretimine” de el atıyordu...
Renault’yla ortak yatırım yapması, yani yabancı sermayeyle bütünleşmesi de cabası... Otomobil üretince küresel, demir çelik üretince ulusal!
Adı da Ordu Yardımlaşma Kurumu’ydu ha! Keşke Ordu Yatırım Kurumu olsaydı.
Vallahi tarım sektörü, sanayi sektörü, hizmet sektörü gibi bir de bu alanların hepsiyle kesişen bir “ordu sektörü” oluşmuştu.
Acaba değerli arkadaşlar meseleye “çok şükür bürokrasi tüketici olmaktan çıktı, üretime katıldı” gözüyle mi bakıyorlardı? Hani erlere boş zamanlarında ağaç diktirmek gibilerden bir şey...
Böyle bir şey ne Adam Smith’in kitabında yazıyordu, ne de Karl Marx’ın...
Fakat bazı salak solcular da, finanskapital sahibinden yıllarca “sol darbe” beklemekten geri kalmadılar!
Hem gülünecek, hem ağlanacak bir beklentiydi bu. Bu da Türkiye’ye özgüydü.
Peki şimdi ne oluyor? Banka gidiyor ama OYAK kalıyor.
Salaklar da sol darbe beklemekte berdevam...
Basında erkek adam oturur bunları tartışır. İş işten geçtikten sonra ulusalcılık oynamaya kalkmaz. Her türlü silah alımları gene OYAK kanalıyla yürütülecek... Batı’dan kopup Çin ve Rusya’ya ittifak yaparsak, bütün uçaklarımızı, bütün tanklarımızı, bütün hafif silahlarımızı çöpe atacağız, F-16’yı hurdaya çıkarıp MİG alacağız örneğin, ve bu müthiş dönüşüm için gerekli olan milyarlarca ve milyarlarca dolar bir şekilde OYAK tarafından yeni müttefiklerimizden sağlanacak herhalde... (Batı’nın buna izin verdiğini varsaydık, hep felaket senaryosu yazılacak değil ya, aha bu da komedi senaryosu olsun...)
Bir taraftan da yeni adı her ne karın ağrısı olacaksa bu Oyakbank, yani Hollanda, yani Avrupa sermayesi gene ordu mensuplarına kredi kartı, konut kredisi, taşıt kredisi verecek, maaş ödeyecek ha? Fakat şimdiye kadar uygulanan “havale masrafı almamak, düşük faiz uygulamak” gibi birtakım “özel kıyaklar” da ortadan kalkacak herhalde... Bu böyle yürümeyeceğine göre, ordu yeni bir bankayla, “ulusal” bir bankayla anlaşacak: İş ya da Ziraat falan...
Peki onlar da satılınca?
Gel de bu memleketin sağını da solunu da ciddiye al.
Akşam, 21.6.2007
|
Engin ARDIÇ
22.06.2007
|
|
|
İncitici bir tablo |
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Bilkent Üniversitesi’nden mezun olan kızı, diploma töreninde başörtülü olduğu için tabii yine maraza çıktı. Biliyorsunuz ben üniversitede başörtüsü yasağına karşıyım. Sadece o da değil, ben başörtüsü yasağına toptan karşıyım.
‘Kamu alanı’, ‘hizmet alan-veren’ bahanelerine de inanmıyorum, bir kadın başörtüsüyle nereye girmek istiyorsa girmeli, ne yapmak istiyorsa yapmalı, o kadar.
Ancak, aynı nedenle, Gül’ün kızının başörtülü mezuniyet töreni fotoğraflarını fazlasıyla yadırgadım. Bu ülkede, başörtülü kızcağızlar üniversiteye bile giremeyecek, dahası anneler mezuniyet törenlerine bile alınmayacak, ama baba bakan olunca her şey mubah bir tablo sergilenecek. Bu durumu son derece yakışıksız bulduğumu söylemek zorundayım. Her şeyden önce, mezun olan genç kızın bu tabloyu içine sindirememesi gerekirdi. Yaşıtları başörtüsü mağduruyken, o babasının nüfuzunu kullanmayı içine sindirebilmiş. Bunu akıl edemeyecek, çocuk yaşta değil, üniversite okumuş genç kızdan söz ediyoruz.
AKP’liler, ‘Biz başörtüsü konusunda siyasi bir söz vermedik’ deyip işin içinden sıyrılmayı biliyor, benim gibi bu konuda ısrarlı olanlara dönüp, bir bakanları ‘Bu toplumun sadece bir buçuğunun sorunu’ diyor, diğer birçoğu, ‘Halkın önceliği bu değil’ diye bizi dört buçuk yıl boyunca susturmaya çalışıyor. Sonunda, fiili bir durum ortaya çıkınca, tabii yine ‘mağdur’ tablosu oluşuyor. Bakın, ‘Bu ülkede bizi iktidar yapıyorlar ama muktedir olamıyoruz’ edebiyatı işlenecek ve zaten halihazırda işleniyor. Seçim döneminde, bu konu yine, dolaylı yoldan bulunmaz bir fırsat olarak devreye sokuluyor. (...)
İktidar olmanın tüm imkânlarından yararlanıldıktan sonra, iş başörtüsüne gelince, bir mağduriyet tablosu tüm soruları silip götürüyor, mağdur muktedirler kısa yoldan, sıradan vatandaşla özdeşleşme imkânı buluyor. (...)
Gelinen noktada, sadece muhafazakâr kalabalıklar, başörtüsü söz konusu olduğunda her şeyi affetmeye hazır hale gelmiyor. Dahası, yasaktan kurtulmanın yolunun güç gösterisi olduğuna inanıyor. Meclis Başkanı’nın eşi başörtülü cumhurbaşkanı ısrarı olarak yansıyan tutumu da, seçim ortamında içten içe, ‘Dindar cumhurbaşkanı seçtirmediler’ söyleminin tedavülü de, bu anlayışın yerleşmesiyle alakalı. Bu ülkede, ‘haklı’nın değil ‘güçlü’nün sesinin duyulduğu, önünün açıldığı siyaset böyle kökleşiyor. İnsanların haklarını her türlü imkânı devreye sokup engellerseniz, onların siyaset söylemi de giderek, daha fazla güçlü olmak, daha da güçlü olmak, güç kullanarak meydan okumak yönünde şekilleniyor. Siyaset kaba bir güç gösterisine dönüşüyor, böyle bir ortamda herkes birbirine karşı diş bilemeye, birbirini belden aşağı vurmaya girişiyor.
Ben başörtüsü yasağına karşı, üniversitelerin, rektörler ve öğretim üyeleriyle, ağırlıklarını koyup mücadele etmesini beklerdim. Keşke, bir bakanın kızına türbanla diploma verme konusunda gösterilen ‘esneklik’, bir büyük haksızlığın toptan ortadan kalkması için gösterilmiş olsaydı. O zaman demokrasi adına anlamlı bir şey yapılmış olurdu, şimdi yapılan sıradan kayırmacılık, sadece güçlü olanın hakkının teslim edilmesi. Tüm taraflar için, tatsız, başörtüsü mağduru genç kız ve kadınlarımız için incitici bir tablo.
Radikal, 21.6.2007
|
Nuray MERT
22.06.2007
|
|
|
Atatürk ve ekonomi |
İstanbul Ticaret Odası (İTO) Yönetim Kurulu Başkanı Murat Yalçıntaş dünkü demecinde şöyle dedi: “Türkiye’nin muhtelif dönemlerdeki büyümesi üzerine bir araştırma yaptık. Türkiye en büyük büyümeyi, bir Atatürk döneminde, bir de 2003-2006 arasında gördü.”
Atatürk döneminde bir ekonomik mucize yaşandığına ilişkin piyasaya kitaplar çıkıyor bu aralar... İTO’nun hangi verileri kullanarak, 1923-1938 arasında ‘büyük’ bir gelişmeden söz ettiğini bilmiyorum.
Ancak kişi başına düşen gelir açısından o dönemin hiç de büyük bir ilerleme kaydetmediği ortada: Cari üretici fiyatlarıyla 1923’te 45.3 dolar olan kişi başına yıllık gelir, Atatürk’ün vefat ettiği yıl olan 1938’de ancak 88.4 dolara çıkabildi. 15 yılda iki kat bile değil.
(Kaynak: Prof. Ahmet Gökçen’in, ‘Dünden Bugüne Türkiye’nin Toplumsal Yapısı’ adlı kapsamlı derlemede yer alan ‘Cumhuriyetten Günümüze Türkiye’de İktisat Politikaları ve Ekonomik Gelişme’ makalesi.)
(...)
Sadece ekonomi değil, devlet işleri de iyi değildi. Aksi halde, Ocak 1939’da, yani Atatürk’ün ölümünden sadece iki ay sonra, Başbakan Refik Saydam “A’dan Z’ye her şeyimiz bozuktur” itirafını yapar mıydı? Ders kitaplarından TV programlarına, siyasi demeçlerden köşe yazılarına bize gerçekle ilgisi olmayan bir cumhuriyet tarihi anlatılıyor. Eğer ayakları yere basan, gerçekçi, eleştirel bir şeyler okumak istiyorsanız, mesela olaya ‘sol’ açısından bakan 3 ciltlik, ‘Resmi Tarih Tartışmaları’na (derleyen, Fikret Başkaya ve arkadaşları) başvurmanız gerek.
Sabah, 21.6.2007
|
Emre AKÖZ
22.06.2007
|
|
|
Andımız ve millî gelir |
Bendenizin de ilkokuldayken her sabah hep bir ağızdan “Türküm, doğruyum, çalışkanım...” diye tekrarladığımız andın; kuşak kuşak sürüp gitmesi sonucunda, gelinen yere bir bakalım:
Lüksemburg’da adam başına düşen milli gelir 78 bin dolar, Türkiye’de 5 bin dolar bile değil.
İnsanların “yaşam kalitesi” açısından da, Yunanistan’ın 65 basamak altındayız.
Milliyet, 21.6.2007
|
Çetin ALTAN
22.06.2007
|
|
|
|