Sahi aşk nerede?
Bazı kavramlar hissedilir, fakat tanımlanmaz. İtiraf edeyim ki, teknik alanda öğrenim görmüş ve uzun yıllar teknik konularda iştigal etmiş birisi olarak tanımlamada aciz kaldığım kavram aşktır.
Son on beş yılda beyin, hafıza ve kişisel gelişim konularında literatür taramaya çalışıyorum. Bu geçen hayat sürecimde aşkın gücünü bir nebze anlamış olabildim, ama kavramı tam olarak tanımlayamam diyorum.
Ozanlar dinledim, şiirler okudum, hikâyeler, romanlarda aşkı anlatan olayları mütalâa ettim. Fakat tarihe geçen âşıklar gibi hissettim diyemem. Yani tam empati yapamadım.
Âşıklara sıra dışı insanlar oluşuyla hayranım. İnsanlara zararı olmayan, farklılık ve yenilik olarak ortaya çıkan sıra dışı insanlara ayrıca hayranlığım var. Zaten çok güçlü imana sahip insanlar da inandıkları uğrunda her şeyi göze aldığı ve davranışlarını inandığı hedefe göre ayarladığı için çevresindekiler tarafından “deli, mecnun” olarak algılanmışlardır. İşte ben delilerin hayranıyım. İnandığı, sevdiği, istediği uğurda karagözlü delilere hayranım.
Âşıkın büyüklüğü de âşık olduğu şeyin, hedefin, mânânın, maddenin, her ne ise büyüklüğü nispetindedir.
Mecnun’un aşkı Leyla zannederiz. Leyla’ ya kavuştuğunda sönmeyen aşk ateşi daha başka yerlere kavuşmak isteği olduğu anlaşılıyor. Mecnun’un aşkını teorik olarak anlamak da anlatmak da mümkün değil benim gibi acizler için.
“Gözümde ne cennet sevdası var, ne cehennem korkusu. Milletimin imânını selâmette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Vücudum yanarken gönlüm gül gülistan içinde olur” diyen sözün sahibinin aşkını kelimelerle anlatmak ta anlamak da çok zor.
Beyinde aşkın yeri
“Beyinde inanç geni bulundu” diye geçen yıl basında haberler çıktı. Aslında bulunan inanç geni değil, inançlı insanların beyin fonksiyonlarındaki olumlu farklılıklardır. Düşünce ve niyete göre beyinde farklı kimyasalların salgılanması ile ortaya çıkan durumdan bahsediliyor. Stresli durumlarda “adrenalin”, mutluluk anlarında “endorfin” hormonu salgılandığı zaten biliniyordu. İnançlı insanların kendinden emin düşünce yapılarıyla beyin fonksiyonlarında fıtrata uygun ve stabil (istikrarlı) kimyasal işleyiş söz konusu oluyor. Bu da insan sağlığı açısından fevkalâde önemli bir avantaj teşkil ediyor.
Duyguların beyindeki yeri
Bilindiği gibi, beyinde hangi bölgenin hangi duyu organı ve bedenin kısımlarına kumanda ettiği keşfedilmiş durumda. Hatta biyomedikalciler, ‘Beyindeki bölgelerin hangi organları yönettiğini keşfettik, protez kolları da beynin ilgili bölgelerinden alınan manyetik sinyallerle idare edilebilme imkânı olabilecek’ diye medyada açıklama yaptılar.
Her hareketin beyinde hangi bölgelerde kan akışı, kimyasal olayların tesbiti ile beyin santralı ile vücut anatomisi bağlantı şebekesi keşfedilmiş durumdadır. Aynen duygusallık durumlarında da beynin orta bölgesinde “hipokampüs” denilen limbik sistem devreye giriyor. Hipokampüs hafıza ve arşiv aynı zamanda. Yeni alınan uyarılar arşivdeki bilgilerle karşılaştırıldığında ve önem derecesi değerlendirildiğinde üst beyin denilen karar merkezlerinden kalbe ve bedene alarm gönderiliyor. Kalp atışları değişiyor.
İnsanların hayatında önemli olan; ister olumlu, ister olumsuz her şey kalp atışlarını değiştiriyor. Kalp atışları süreci zihinde, yani beyinde başlıyor.
Önemli önemsiz derecelendirmesi ise, inançlar ve değerlere bağlıdır. Kalbin kabulleri algılama ve değerlendirmelerden sonra kayıtlara, arşive konuluyor. Sonraki uyarılma ve algılamalar önceki değerlendirmelere göre anlamlandırılıyor. Algılama ve anlamlandırmanın mahiyetine göre kalbe talimat gidiyor. Hayallerinin ve rüyalarının güzeli, arzuları, istekleri söz konusu olunca duygu yoğunluğu en üst seviyede kalbe beyinden gönderilen sinyaller de alarm niteliğinde oluyor.
Demek ki kalp, duygu ve düşüncelerin yansıdığı yer olduğu için, aşkın sembolü olmuş. Biz de genel kabullere ters düşmemek için aşkın yerini kalp olarak kabul etmeye devam edelim. Sakıncası yok.
[email protected]
|