Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Haziran 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Kurt kapanı?

PKK’nın her terör eylemi, Güneydoğu’dan gelen her şehit cenazesi insanların yüreğini dağlarken, toplum vicdanında haklı tepkilere yol açıyor. Teröre lanet dalgası gitgide kabarıyor.

PKK’nın her terör darbesi, ülkenin barış ve istikrarına bir darbe daha indiriyor.

PKK’nın her terör darbesi, demokratik rejimden bir şeyler götürüyor ve sivil siyasetin alanını daraltıyor.

PKK’nın her terör darbesi, Türkiye’yi biraz daha Kuzey Irak’a müdahaleye doğru itiyor.

PKK’nın her terör darbesi, Türkiye’nin Irak Kürtleri ile bir savaş haline yaklaştırıyor.

PKK’nın her terör darbesi, ülkede milliyetçi-ulusalcı dalgayı körüklerken, Türkiye’yi bir cehennem çukuruna yuvarlayabilecek Türk-Kürt çatışmasına zemin hazırlıyor.

PKK’nın her terör darbesi, Kürtlerin bu ülkedeki siyasal, toplumsal ve ekonomik durumunu daha kötüleştirecek gelişmelerin habercisi oluyor.

PKK’nın her terör darbesi, Türkiye’yi yalnız ABD ile değil, AB ile de karşı karşıya getirecek, ABD ve AB ile ilişkilerimizi çıkmaza sokabilecek kapıyı biraz daha açıyor.

PKK’nın her terör darbesi, yurtiçinde ve dışında Türkiye’nin AB ile ilişkilerini torpillemek, zora sokmak isteyenlerin elini güçlendiriyor.

PKK’nın her terör darbesi, Türkiye’nin ikinci sınıf demokrasi ile yetinmesini isteyenlerin, birinci sınıf demokrasi ile Türkiye’nin bölüneceğine, İslamileşeceğine inananların değirmenine su taşıyor.

Çok özetlenirse:

PKK’nın terör ve şiddet politikaları, Kürtler için de, Türkler için de kötülük demek. Türkiye’de siyasal ve ekonomik istikrar bu yüzden gitgide zehirleniyor. Türkiye’nin ufku bu nedenle gün geçtikçe kararıyor, çatışma ve savaş bulutları toplanıyor.

1990’lar bir daha mı?

Güneydoğu bunu istiyor mu?

Kürtler o korkunç filmi bir daha görmek ister mi?

Hiç sanmıyorum.

PKK’nın yolu, çıkmaz yoldur.

Şiddetle, terörle, silahla, bu ülkede tecrübeyle sabittir, ancak cehenneme giden yolların taşları döşenir, o kadar.

Yakın tarih böyle diyor.

Bakın, Güneydoğu’da yeniden güvenlik bölgeleri ilan edilmeye, kontrol noktaları kurulmaya başladı.

Genelkurmay, teröre karşı kitlesel eylem istiyor.

Diyarbakır ve Şırnak’ta gösteriye hazırlanan İşçi Partisi, anlaşılan, yangın çıkarmanın peşinde...

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt, Kuzey Irak için siyasal direktif diye bastırmaya devam ediyor.

Hükümet ise tam siper!

Başbakan Erdoğan böylece, bir yandan milliyetçilik yaparak, bir yandan Iraklı Kürt liderleri aşağılayarak 22 Temmuz’u selametle bulacağını, ‘kurt kapanı’ndan kurtulacağını umut etmek istiyor.

Bilemiyorum.

İyi değil memleketin halleri...

Milliyet, 9.6.2007

Hasan CEMAL

10.06.2007


 

Genelkurmay’ın gece yarısı mesajları

Perşembe gece yarısına doğru, Genelkurmay Başkanlığı’nın İnternet sitesine bakanlar yine şaşırdılar. Karşılarına hiç beklemedikleri bir saatte, son derece önemli mesajlarla bir açıklama çıkıverdi. Ana başlığı terördü ve “artık bazı şeylerin zamanının geldiğine” işaret ediyordu.

Mesajların verildiği açıklamaların neden gece yarısına doğru yayınlandığını pek anlayamıyorum. Bunun mutlaka bir anlamı vardır. Genelkurmay boş yere gece yarısını seçmez...

Cuma sabahı da bir başka açıklama yayınlandı. Ama bu mesajlar değil, daha çok yanıtlar veriyordu.

Gelelim mesajlara:

Perşembe gece yarısı yayınlanan açıklamayı, Mayıs başından bu yana giderek artan PKK suikastları ve Kuzey Irak liderleriyle yaşanan gerilim çerçevesinde okumak gerekiyor.

Genelkurmay Başkanı’nın çeşitli konuşmaları, cenazeler ve Cumhuriyet Mitingleri’ndeki hava, Başbakan’ın aynı konulardaki yanıtları, bölgeye asker sevkıyatı ve önceki gün üç ilde açıklanan sivil uçuş yasağı, ortaya bir resim çıkarıyor.

Bu resimde, sanki Genelkurmay, Hükümeti bir harekat veya bir şeyler yapması için sıkıştırıyormuş da, Başbakan direniyormuş, seçime kadar beklemek istiyormuş gibi bir görüntü var.

Perşembe akşamki açıklamanın satır aralarını ben şöyle okudum:

1. Hükümet hareket etmiyor. Bu konuda inisiyatifi ben alıyorum. Toplumdan da destek istiyorum.

2. DTP’nin bazı adaylarının Meclis’e girmesi sakıncalıdır. Savcıları uyarıyorum.

3. Kuzey Irak’a bir harekat yapılmalıdır. Türk halkı, bu olasılıkta askerinin arkasında olmalı.

Belki başkaları farklı yorumlayabilirler, ancak ben durumu böyle okuyorum. Cuma sabahı yayınlanan ikinci açıklama da beni doğruluyor. Zira o açıklama da Başbakan’a yanıt gibi.

Erdoğan Güneydoğu’da kapatılan bölgelerle ilgili “Biliyorum. Yetkiyi biz verdik” demişti. Bu cümleleri dün de bütün medyanın gündemindeydi.

Son açıklamadaysa Genelkurmay daha ilk cümlesinde 2565 sayılı “Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu”nu gösteriyor. “Yetki zaten bende, ayrıca yetki almama gerek yok” diyor.

Sanki önümüzdeki dönemle ilgili farklı yaklaşımlar gelişiyor. Asker-Hükümet ilişkisi daha da gerginleşiyor.

AKP nihayet...

AK Parti sonunda, AB ile ilişkiler konusundaki yanlışını gördü. Özellikle Ali Babacan’ın, bu hafta İstanbul’daki enerji konferansında yaptığı konuşma, 2007 yılının nasıl boşa harcandığını gösterdi.

AK Parti, 2006-2007 dönemini göz göre göre harcadı. “Seçimler geliyor. Milliyetçilik kabarmaya başladı. Aman AB ile ilgili riskler almayalım. MHP’ye oy kazandırmayalım” dediler ve AB harflerini dahi ağızlarına almaz oldular. Bazen tam aksine, efelik taslamak, kimin daha milliyetçi olduğunu gösterme pahasına, AB’ye sert çıkışlar yaptılar.

Yaklaşık 1,5 yıldır, AB konusunda yaprak kımıldamadı. Sonuçta, Avrupa’nın Türk kamuoyu gözündeki etkinliği sıfır noktasına indi. İlişkilerin ağırlığı kalmadı. AB karşıtları, her yere hakim oldular. Onların borusu öter oldu. Son 1,5 yıldır yaşadıklarımıza bakınca (suikastlar, asker-sivil sürtüşmeleri, PKK terörünün canlanması vs...) AB’nin Türkiye sahnesinden çıkmasıyla neler olabileceği daha iyi anlaşıldı.

Baktım, Başmüzakerecimiz Ali Babacan da nihayet bu gerçeği görmüş: “Özellikle son dönemde yaşadığımız iç olaylara baktığımızda bu AB sürecinin Türkiye için ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlıyoruz”.

Posta, 9.6.2007

Mehmet Ali BİRAND

10.06.2007


 

Askerin yeni bildirisini nasıl okumalı?

Bugün yaşadığımız kriz tek cümleyle şöyle özetlenebilir: Ülke “yeni bir otoriterleşme dalgası”nın yarattığı “yapısal bir kriz”le karşı karşıya bulunuyor.

Görünen şu:

Otoriter cumhuriyet modeli arzu ettiği sonuçlara tam olarak ulaşamadı, Kürtleri Türkleştirmeyi, İslami kesimi laikçi kılmayı başaramadı. Asıl önemlisi başarısızlığını kabul etti. Ama buna karşın yeni bir yol benimsedi. Bu yol, yok edemediği sorunları ve talepleri, dönüştüremediği kesimleri “yaygın ve yeni otoriter yöntemler”le kontrol altında tutmak fikri üzerine kuruludur…

Bugün bu fikrin açık tatbikat safhasındayız…

Soluduğumuz kriz ortamını yaratan işte bu yeni yol ve bu safhadır.

Açıktır ki, bu yeni yol askeri vesayet düzeninin renginin koyulaşması üzerine kuruludur. Bu çerçevede “temel toplumsal sorun alanları”nı “savaş alanı” ilan eden, “kriz ya da savaş yönetim modeli”ni daimi kılmaya çalışan “militarist bir demokrasi anlayışı”na doğru yol alınmaktadır.

“Krizin ilk ayağı”nı 27 Nisan gecesi verilen muhtırayla yaşadık.

Siyasi alan daraltıldı, siyasi iktidar baskı altına alındı ve sonu nerede biteceği belli olmayan bir meydan okuma, AK Parti’ye yönelik marjinalleştirme süreci başladı. Kentli modern kesimler, sokak, üniversite yönetimleri, YÖK, yüksek yargı bu açıdan seferber edildi.

“Krizin ikinci ayağı”nı bir süredir Kürt meselesi üzerinden izliyoruz.

Bu konuda gerilim asker tarafından her geçen gün yükseltiliyor. Önce sınıra asker yığınağı yapıldı. Genelkurmay Başkanı Barzani’yi hedefler arasında gösterdi. Tatbikat adı altında Kuzey Irak topraklarına topçu ateşi başlatıldı.

Ardından Kuzey Irak sınırı asker tarafından kapatıldı, Şırnak, Siirt ve Hakkari güvenlik bölgesi ilan edilerek bu bölgelere giriş çıkış askeri denetim altına sokuldu. Dahası bir tür yeni bir olağanüstü hal tipi oluşturuldu.

En nihayet önceki gece yarısı yaptığı yeni bir açıklamayla asker, kamuoyuyla doğrudan konuşmaya, “kamuoyuna yönelik doğrudan ve açık siyaset” yapmaya başladı.

Bu açıklamayla Türkiye’de Kürt meselesi ve siyaset açısından yeni bir süreç başlamıştır.

Genelkurmay dünkü açıklamasıyla tüm yasal imkânlarını aşmış, kendisini yasama ve yürütme gücü yerine koymuş, “ulusa siyasi çağrı” yapmıştır.

Ulus kitlesel ve refleksif bir şekilde direnmeye davet edilmekte, ulustan seçimlere katılacak kimi partili, kimi insan hakları örgütleri, kimi sivil toplum kuruluşlarının asıl amaçlarını fark etmesi istenmektedir.

Açıktır:

1. Asker Kürt sorunu üzerinden alanını genişletmektedir.

2. Güvenlik bölgesi ilanı, sınır kapatma, sınıra yığınak gibi adımlarla fiili durumlar yaratarak siyasi kararları almaktadır.

3. Kamuoyuyla kurulan doğrudan ilişki üzerinden siyasi iktidarı devre dışı bırakmakta, kendisini asli yönetici ilan etmektedir.

4. Her bir adımın diğerini takip etmesi suretiyle, kamuoyuna, hükümete, siyasete ve bölgeye yönelik bir psikolojik harekat yürütülmektedir.

5. Siyasi iktidar sonradan öğrendiği durumları biliyormuş gibi davranıp, askeri takip etmekten başka bir adım atmamaktadır. Olana itiraz ettiği takdirde terörü önemsemiyor konuma düşecek, tersi durumda askerin kazdığı, Türkiye’yi bir asayiş cehennemine çevirecek, siyaseti ve seçimleri hasara uğratacak bir çukura düşecektir.

6. İslami meselede olduğu gibi, Kürt sorununda da çözümsüzlük otoriterleşme dozunu arttırmakta, bu doz arttıkça devlet yapısının otoriter niteliği daha da koyulaşmaktadır. Dahası iki otoriterleşme gerekçesi ve bahanesi birleşmekte, bu askerin gücünü tahkim etmektedir…

Kriz ve acz hali derindir…

Bilin ki “çatışmaya davet niteliği taşıyan bu çağrı ve bu oyun son derece tehlikeli”dir…

Sadece militer demokrasiye kapı açmaz, aynı zamanda, ülkeyi şiddet dolu ve kontrol edilmez bir durumun, iç çatışmanın, linçlerin içine sürükler.

Yeni Şafak, 9.6.2007

Ali BAYRAMOĞLU

10.06.2007


 

Sınır aşılırsa

Genelkurmay’ın ikinci e-bildirisine önceki gece yarısı tanık olduk. Bu durum daha önce örneği görülmemiş bir sürecin içinden geçtiğimizi gösteriyor.

27 Nisan gece yarısı bildirisinde Genelkurmay, cumhurbaşkanı seçiminin laiklik konusuna odaklandığını ve laiklik tehlikeye düşerse askerin buna seyirci kalmaması konusunda yasal zemini olduğunu söylüyordu. Bildiri, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı adaylığının oylandığı ve CHP tarafından mahkemeye taşındığı gün yapılmıştı ve hedef belliydi. Anayasa Mahkemesi kararı oylamayı iptal edince, Başbakan Tayyip Erdoğan misilleme olarak cumhurbaşkanını halkın seçmesi ve 367 oylama sınırının 184’e çekilmesi konusunda Anayasa değişikliği önerisinde bulundu.

Tam o aşamada, 4 Mayıs’ta İstanbul, Dolmabahçe’de Başbakan Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile 2 saat 15 dakika olarak açıklanan bir görüşme yaptı.

Tıpkı 2 Haziran’da CHP lideri Deniz Baykal’ın Süleyman Demirel ile yaptığı 1 saatlik görüşme gibi, bu görüşme hakkında da pek az şey biliyoruz.

Yalnız gözlemlerimiz var. Örneğin bu görüşme ardından ne Büyükanıt, ne de askeri bir yetkili cumhurbaşkanlığı seçimi, Anayasa değişikliği, laiklik gibi konularda açıklama yaptı. Buna karşın Erdoğan, örneğin Müsteşarı Ömer Dinçer’i (milletvekili adaylığı gibi gururunu kırmayacak şekilde) görevden aldı. Örneğin, 22 Temmuz seçimini kazandığı takdirde Milli Eğitim Bakanı’nın artık Hüseyin Çelik olmayacağını ilan etti.

Cumhurbaşkanının kim olacağı kritik konudaysa ibre hâlâ Abdullah Gül’ün adaylığı üzerinde duruyor.

Ama bu arada Genelkurmay hükümet üzerinde cumhurbaşkanlığı ve laiklik değil, bir başka konuda, kendisini doğrudan ilgilendiren PKK ile mücadele konusunda baskı uygulamaya başladı. Orgeneral Büyükanıt’ın daha 12 Nisan’daki basın toplantısında dile getirdiği ‘Sınır ötesi harekât yararlı olur’ görüşü, birbiri ardına patlayan PKK bombalarının yurt çapında can almaya başlamasıyla yurtdışında da geniş yankı buldu.

Türkiye’nin bu sıcak ortamda nasıl seçime gideceği sorulmaya başlamışken de 7 Haziran gece yarısı bildirisi geldi.

Genelkurmay’ın bu bildiride, halkı kitlesel tepki göstermeye çalışması zaten dünden itibaren yaygın tartışılmaya başlandı. Ancak işin Irak ve ABD ile ilişkileri boyutu ve bu boyutun seçim süreciyle ilgisi üzerinde de durulmalı.

Irak şu anda en kırılgan durumunda. ABD’nin Bağdat’ta güvenliği sağlamak üzerine kurulu yeni stratejisi, ülenin diğer kesimlerinde, örneğin daha önce pek gurur duyulan kuzeydeki Kürt bölgesinde de işlerin yoldan çıkmasına neden oldu. Sünniler, eski Baasçılar ve laik Şiilerden oluşan bir ulusal kurtuluş cehpesinden söz edilmeye başladı.

Türkiye’nin Irak’ta topyekûn ve derinlemesine bir askeri harekâta kalkışması, bu koşullarda Irak bataklığına saplanması anlamına gelir. Öte yandan sınırın ötesinde bir güvenlik kuşağı oluşturma çabası, hem Irak’taki durum, hem de seçim döneminde PKK’nın yol açtığı hasar göz önüne alındığında anlaşılabilir.

Eski Rus Başbakanı ve istihbarat başkanı Yevgeni Primakov’un dün yazdığı ‘Irak: ABD manevraya mı başlıyor?’ makalesinde Türkiye’nin bu yöndeki çabasını durdurmaya ABD’nin engel olamayabileceği, bu durumda Kürtlerin de ABD açısından güvenilmez olabileceği sorgulanıyor. Aynı makalede Türk-İran işbirliğine de dikkat çekiliyor. Tam da bu sırada Barzani ve Talabani’nin PKK’ya karşı savaşmayacakları açıklaması yangına körükle gitme etkisi yapıyor.

Yani, dünyanın gözünün çevrildiği noktalardan biri PKK saldırıları sayesinde Türk-Irak sınırı oldu.

Hükümet, askere Irak’ta operasyon yetkisi verdiği takdirde, hem Irak’ta içinden çıkılması zor bir soruna batma ihtimalinin olduğunu, hem de ABD ile karşı karşıya geleceğini düşünüyor.

Bu arada yurtiçinde patlayan bombaların, artan PKK faaliyetinin tek nedeninin Irak’taki PKK varlığı olmadığı bilindiği halde, kimse o tarafa bakmıyor.

Askerin hükümetten durmadan Irak’a giriş için siyasi yetki istemesinin en çok çağrıştırdığı şey ise güvensizlik. Bu güvensizlik duygusuyla asker hükümeti arkasında hissetmediği yargısını halkla paylaşmak için, adeta ondan destek istiyor. Tıpkı siyasi plandaki cumhuriyet-demokrasi tartışması gibi, bu tartışmanın da kutuplaşmayı artırma ihtimali yüksek.

Bu kutuplaşma hem Türkiye, hem de bölge için giderek daha tehlikeli olmaya başladı.

Radikal, 9.6.2007

Murat YETKİN

10.06.2007


 

Bildiri siyaseti

Genelkurmay Başkanlığı internet sitesi Türkiye’de günlük siyasetin aktif katılımcılarından biri haline geldi.

Önceki gece yarısı siteye konulan bildiri bir öncekinden farklı olarak toplumun bir kesimini doğrudan hedef alan, dışlayan, daha ötesi “öteki” ilan eden bir ton taşımaktaydı.

Halkı kitlesel eylem yapmaya çağıran bildiri ne yazık ki, insanları “ulus devletten yana” ve “ulus devlete karşı” diye bölme tehlikesi taşımaktadır.

Türkiye elbette teröre karşı elindeki bütün güç ve olanaklarla mücadele edecektir.

Terörle mücadele ederken başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere tüm güvenlik güçlerine elinden gelen desteği verecektir.

Buna karşılık da Silahlı Kuvvetler, milletin kendisine sağladığı imkanlarla ve elindeki güçle terörle mücadele edecektir.

Ancak bunu yaparken kesin siyasi bir tavır içeren bildiriler yayınlamaktan kaçınmak zorundadır.

Bu ülkenin yakın tarihi insanların farklı inançları nedeniyle kıyıma uğramalarının örnekleriyle doludur.

Türkiye farklı etnik kökenden gelen ama hepsi sonuç itibariyle Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olan, ağırlıklı olarak birlik ve beraberlikten yana olan insanlardan oluşmaktadır.

Bu insanlar teröre, kent merkezlerinde patlayan bombalara rağmen bir arada kardeşçe yaşamayı başarmıştır.

Bu birlik ve beraberlik duygusuna kimsenin gölge düşürmemesi gerekir.

Bu, altı her fırsatta çizilmesi gereken bir noktadır.

(...)

Ne yazık ki, internete konulan bildiri özgür fikri kısıtlayıcı bir nitelik içermektedir.

Türk Silahlı Kuvvetleri sadece kendisiyle aynı fikirde olanların değil, tüm ulusun ordusudur.

O nedenle toplum içinde ayrım yaratacak bildirilerden kaçınmaya dikkat etmesinde büyük önem vardır.

Sabah, 9.6.2007

Ergun BABAHAN

10.06.2007


 

Dikkatli olalım...

Eskiden yani bizim Ankara’da gazetecilik yaptığımız yıllarda siyasi gerilim belirli bir noktayı bulunca bizler gece eğer dışarıda isek yolumuzu Genelkurmay binasının önünden geçirirdik. Sırf “Binada olağandan fazla sayıda ışık yanıyor mu?” diye... Çünkü ortam müsait sayılınca o ışıkların çokluğu özel bir anlama gelirdi.

Şimdi iletişim teknolojisi çok gelişti. Artık gazeteciler gece saat 23.00’ten sonra Genelkurmay’ın internet sitesine göz atmadan yatmıyor olmalılar.

Hoş önceki günkü Hürriyet’te Genelkurmay sitesinin günde ortalama 8 bini aşkın kişi tarafından ziyaret edildiği bildiriliyordu. Demek ki halkımız da, “Genelkurmay sitesinde acaba ne var?” demeden yatağa girmemeye başladı.

Bu iyi mi kötü mü tartışılır. Bize pek de “iyi” gelmiyor. Özellikle önceki gün gece yarısından sonra siteye konan ve dünkü gazetelerde yer alan 7 maddelik “Açıklama”nın son paragrafını okuyunca bu düşünce ve duygumuz pekişti.

Açıklamada Genelkurmay Başkanı’nın 12 Nisan 2007 tarihli basın toplantısında “bölücü ve ırkçı terörün giderek daha artacağına” ilişkin öngörüsünün doğrulandığına dikkat çekilmiş.

Doğrudur... Terörist eylemler gerçekten giderek artıyor.

Sonra terörün gerçek yüzünü görmeyenler, bunu görmeye davet edilmiş.

Gerçi bu bir siyasi değerlendirme ama... Eh ne diyelim... Terörle mücadele görevini üstlenmiş bir kurum bu kadarını da söylesin... Ne var bunda, diyelim geçelim.

Ardından başka -bizce doğru- siyasi değerlendirmeler yapılarak “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin terörle mücadele konusunda sarsılmaz bir kararlılığa sahip olduğu” vurgulanmış. “Bu tür saldırılara gereken cevabı vereceğinin tartışılmaz bir gerçek olduğu” da eklenmiş.

Bu denenler ulusça öylesine inandığımız hususlar ki... İnsan “Bu kadar açık bir gerçeği bir kere daha söylemeye neden gerek duyulmuş?” diye sormadan edemiyor.

Ama asıl önemlisi son paragraf. Orada aynen “Türk Silahlı Kuvvetlerinin beklentisi, bu tür terör eylemlerine karşı, yüce Türk milletinin kitlesel karşı koyma refleksini göstermesidir” deniyor.

“Yüce Türk milletinin kitlesel karşı koyma refleksini beklemek” ne demek?

Her şehit cenazesi zaten binlerce, on binlerce insanı meydanlara döküyor. Protesto ise, her şehit cenazesinde ağlayan binler, meydanları, caddeleri dolduran al bayraklar kanımızca zaten o protestoyu dile getiriyor.

Bunlara ilave daha ne yapılabilir?

O nedenle soruyoruz. Açıklamadaki sözler bir “Kalkın ey ehl-i vatan!” çağrısı mı?

Öyle bir çağrının ne gibi felaketlere yol açabileceğini -örneğin bunca yıl barış içinde yaşayan insanlarımızı hızla bölüp birbirine düşman edeceğini- bu satırları yazan veya yayımlatan her kim ise bilmiyor mu?

Genelkurmay sitesine o bildiriyi koyanlar veya koyduranlar, bu sözlerin onlardan beklenen görevin neresine uygun olduğunu da bu akşamki sitelerinde açıklamazlar mı?

Hürriyet, 9.6.2007

Oktay EKŞİ

10.06.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004