Bölünüyoruz! Mahvoluyoruz!’ feryatlarının arasında, halen okumakta olduğum bir kitapta aşağıdaki satırlarla karşılaştım. Yazarı ve tarihi sonra söylemek üzere, önce şu alıntıyı vereyim:
“İhtilâl — yaşındadır. Olgundur. Düşmanlarından sağ olanlar varsa da, ihtiyarlamışlardır ve onlara zürriyet yetiştirecek kaynaklar da kurumuştur. Memlekette artık onun nizamını benimseyen bir rejim yürüyebilir. Bu da pek güzel bir hürriyet rejimi olabilir. 1923’te ve ondan daha kim bilir ne kadar sonra, olamazdı.”
Bunları söyleyen, Atatürk’ün yakın çevresi içinde en zekilerden biri olduğuna inandığım ve görüşünü kabul etmesem de sözüne önem verdiğim Falih Rıfkı. ‘İhtilâl’ dediği, aslında Meclis’in kuruluşu, onun için ‘27 yıl’dan söz eiyor. Yani 1947’de yazılmış bir yazı.
1947’de ‘Rejim artık oturmuştur’ deniyor. Tek tük düşmanları kalsa da bir ‘hürriyet rejimi’nin, yani demokrasinin burada yaşayabileceği söyleniyor. Bunun, 20’lerde mümkün olmasa da, artık mümkün olduğu belirtiliyor. 2007’de ‘Cumhuriyet mi, demokrasi mi?’ tartışması yapıyoruz. Rejim düşmanları genç ve zinde, ‘zürriyet’lerinde herhangi bir eksiklik yok, tersine, bayağı iyi gidiyorlar. 1923’te olamayan gene olamıyor, askerin müdahale etmesi ve bizi kurtarması bekleniyor.
Bu, tuhaf bir durum. Nasıl açıklanır bu sonu gelmez tehlike, teyakkuz durumu? Bir yerlerde, ordunun sürekli ‘iç düşmanlar’dan koruduğu bazı ülkeler olabilir, Cezayir gibi, Pakistan veya Myanmar gibi, ama onların adı bu dünyanın başarılı toplumları arasında geçmiyor.
İki açıklama olabilir, böyle bir durum için. Birincisi, Falih Rıfkı’nın ‘kaynakları kurudu’ dediği öğeler kurutmamayı ve hep var kalmayı başarmışlardır. Böyle diyabolik bir ‘tutunma’ yetenekleri vardır. İkincisi ise, ‘memleketin sahipleri’ olarak ortada dolaşanların başarısız oldukları, istediklerini yapmayı bir türlü beceremedikleri açıklamasıdır. Aslında birinci açıklamayı kabul edecek olsak da, gene bu sonuca varmak durumundayız, çünkü iktidar bu kesimin elinde kalmış hep.
Falih Rıfkı’nın o sözleri 1947’de yazdığını söyledim. Demek ki İnönü tarihi kararını verip ‘çok partili parlamenter demokrasi’ kapısını açmış ve ilk seçim deneyimi de yaşanmış. ‘Pazar Konuşmaları’ adlı kitabında Falih Rıfkı’nın bütün yazıları, CHP’nin bu tarihi kararını savunmak için yazdığı ve yukarıda alıntıladığım yazısı gibi sakin değil. Bazılarında, onun tonu da bugünlerde konuşanların gergin ve sinirli tonuna yaklaşıyor. Çünkü o yazılar da çok ciddi bir geçiş evresinde yazılmış ve ortamın gerilimini yansıtıyor. ‘Vatan elden gidiyor’ teranesinin altında, her zaman, ‘iktidar elden gidiyor’ telaşı yatar. Şimdi de böyle. 1947’de de böyleydi.
Bu, toplumun yalnız ‘politik’ düzeyinde biçimlenen bir şey değil: ekonomik, ideolojik, bütün düzeylerde yürüyen bir sürecin orada yansıyan sonucu. Şimdiye kadar ‘Sahnenin Dışındakiler’ olarak tel örgü ortasında bekletilenlerin sahneye çıkmak üzere harekete geçmeleri sürecini seyretmekteyiz. Elinde tüfekle dolaşanlar bu gidişi daha ne kadar süreyle durdurabilir, engelleyebilir? Soru bu.
Radikal, 20.5.2007
|